Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yeni Zelanda başından beri hiç ayağı sürçmeden doğru mesajları vermeyi ve doğru duyguyu uyandırmayı başarıyor. Ardern’in seçimi sayesinde, Batı’daki benzerlerinin aksine burada kimse “Ah melek gibi çocuktu” ya da “İşçi sınıfındandı, asabı bozulmuş yazık” şekillerine girmedi. Kimse 73 sayfalık manifestoyu görmezden gelemedi ve bunu bir manyağın yaptığı tekil bir olay gibi göstermeye kalkışmadı. Eylemin yapılış tarzının ve üzerinde çalışılmış manifestonun “Başkalarını da özendirmeyi hedeflediği” dikkate alınarak, saldırının ilham vermesini engelleyecek bir harekât tarzı benimsendi. Camiler çiçek bahçesine döndü. Kadınlar Müslümanlarla aynı yerden bakıp aynı yerden incindiklerini göstermek için başlarını örttüler. Erkekler, “Tamam kadınlar başlarını örttü peki biz erkekler ne yapabiliriz?” diye sordular. Cuma vakti ezanlar televizyonlardan, radyolardan canlı ve hoparlör eşliğiyle verildi. Yeni Zelanda’nın en etkili gazetesi The Press, şehit düşen ilk kişi olan Hacı Davud Nebi’nin son sözleri olan “Selam kardeşim” sözüne binaen ilk sayfasında Arapça “Selam” kelimesini koydu ve saldırı kurbanlarının isimlerine yer verdi.

        Jacinda Ardern, en başından beri, teröristin saldırdığı kişilerin Yeni Zelanda’yı yurt olarak seçen kişiler olduğunu söyledi: “Onlar ‘biziz’. Bize karşı bu saldırıyı gerçekleştiren şahıs ise bizden değil”

        YENİ ZELANDA’NIN YENİ “BİZ” TARİFİ BAŞARILI OLACAK MI?

        21. yy’da, herkes kendisini farklı, özel, “sürüden ayrı” bireyler olarak tasavvur etmeye çalışırken yeni “biz” tarifleri yeşertmek zordur. Tarrant’ın eylemi değilse bile “Beyaz ırktanım ve kendi ırkımdan kültürümden insanlarla yaşamak istiyorum. Evvela da kendi ırkımı kültürümü korumak istiyorum. Çünkü bunlar çoğalıyor biz azınlığa düşüyoruz” fikirleri batılı toplumlarda yaygınlaşırken, yeni bir “biz” tarifini ırk, kültür, din aynılığından uzakta, yeni unsur ve değerler üzerine kurmak sahiden zordur.

        Ardern’in şu sözleri ise o “biz”i nasıl tarif ettiğini ortaya koyacak türdendi:

        “Bu gece evlerinizde beni dinliyor ve böyle bir şeyin burada nasıl olabildiği sorusuna cevap arıyorsanız, biliniz ki biz Yeni Zelanda olarak nefret ehline güvenli bir liman teşkil ettiğimiz için hedef alınmadık. Bu eylem için seçilmemizin sebebi ırkçılığın kabul gördüğü ve aşırılığın barınabildiği bir yer olmamız değil. Tam aksine; öyle olmayışımızdan ötürü seçildik bu eylem için. Çünkü biz çeşitliliği, iyiliği, merhameti temsil ediyoruz; değerlerimizi paylaşanlara yurt, ihtiyaç duyanlara sığınak oluyoruz. Ve sizi temin ederim ki bu değerler bu saldırıyla sarsılmayacak ve sarsılamaz. Biz, 200’den fazla etnisitenin bulunduğu, 160 lisanın konuşulduğu bir ülkeyiz ve bununla iftihar ediyoruz. Bu çeşitlilik içinde ortak değerler paylaşıyoruz. Ve şimdi -bu gece- öne çıkan ortak değerimiz, bu trajediden etkilenen topluluğa şefkatimiz ve desteğimizdir; ikincisi, bunu yapan kimselerin ideolojisini mümkün olan en kuvvetli şekilde kınamaktır. (Kınadıklarımıza) Onlara diyoruz ki: Siz bizi seçmiş olabilirsiniz; ama biz sizi külliyen ret ve mahkûm ediyoruz.”

        Demek ki Yeni Zelanda’nın “biz”i şöyle bir şey: Biz, çeşitliliği, iyiliği, merhameti temsil ediyoruz. Değerlerimizi paylaşanlara yurt olmak, ihtiyaç duyanlara sığınak olmak alameti farikamız. Böyle kişiler bizdendir, gayrısı değildir.

        Nereden baksanız doğru bir yaklaşım. Bu çabayı küçümseyenlerin aklında daha iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum.

        Ayrıca kendilerine “Nerede o yoğurdun bolluğu?” diye sormak istiyorum.

        Müslümanlar daha önce de pek çok yerde saldırıya uğradılar. Hâlâ uğruyorlar. Peki biz ne görüyor ve duyuyoruz? Marvel dizilerinde yer alan Felluce’de masumları öldürdükten sonra kafayı kırıp “iyilik savaşçısı” olmaya karar vermiş “vigilante” karakterler üzerinden yapılan kırık dökük günah çıkarmaları. En fazla bu.

        Yeni Zelanda ise benzerleri ile kıyaslandığında benzersiz bir şey yapıyor. Bunun altını çizmek ve bu tavrı örnek göstermek elbette “insanlığın” gereği.

        Oysa sosyal medyada aralarında değer verdiğim kişilerin de olduğu bir topluluk “Bütün bu nümayişler ölen 50 kişiyi geri mi getiriyor ki Yeni Zelanda’yı övmeye doyamıyorsunuz?” diyor. Yeni Zelanda’nın çok korkunç bir şeyi kendisine irtifa temin eden bir avantaja çevirmesinden rahatsızlar.

        SAHİDEN ANLAMIYORLAR MI ACABA?

        Brenton Tarrant’ın eylemi hem kendi benzerlerine ilham vermek hem de karşı kutuptan ama aynı kumaştan IŞİD gibi korkunç yapıları sahneye çağırmak için yapıldı. Jacinda Ardern ve diğer sorumlular kuru bir kınama ile yetinselerdi, günah keçisi arasalardı, nâdan tavırlar sergileselerdi bu tutum yeni saldırıları davet edebilirdi.

        Doğrudur, bütün bu nümayiş ölen kişileri geri getirmiyor. Ama başka kişilerin aynı şekilde katledilmelerinin önüne geçebilir.

        Çünkü tüm bu mesajlar, jestler ve Müslümanlarla dayanışmayı salık veren tutumlar, kafası Tarrant gibi çalışan diğer hödüklere “pespaye birer marjinal” oldukları mesajını veriyor. Eğer benzeri türde hareketler yaparlarsa kahraman gibi muamele görmeyeceklerini lanetleneceklerini hatırlatıyor.

        Doğrudur, Yeni Zelanda, ABD, Birleşik Krallık, Kanada, Avustralya ile birlikte bir istihbarat paylaşım anlaşması olan Beş Göz’e üye. Yani; bol bol internet yazışması yapan Tarrant’ın hareketlerini izleyebilmeli ve onu eylemi gerçekleştirmeden durdurabilmeliydi. Ancak buradan, “Yeni Zelanda biliyordu, engellemedi” sonucu çıkmaz. Teröristin vermeye azmettiği mesajı hükümsüz kılmak için gecesini gündüzüne katmış ve başarılı da olmuş Yeni Zelanda devlet ricalini gördükten sonra en fazla “İstihbaratı inceleyen ayıklayan süzen partnerlerine fazla güvendi ve belki de sırtından bıçaklandı. Acaba neden?” diyebilirsiniz.

        Arapça "Selam" The Press'in birinci sayfasında.

        Doğrudur, Yeni Zelanda teröristinin kafası Haçlı kafasıdır. Bu olay ilk gündeme geldiğinde “Nasıl ki IŞİD İslam’ın çarpıtılmış bir yorumuna yaslanmıştır; Terörist Tarrant da Hristiyanlığı çarpıtarak ondan siyasi ve askeri bir şebeke çıkaran “Haçlı’nın kodlarından esinlenmiştir” diye yazmıştım. Ancak henüz galip olmadılar. Dünyanın her yerinde Müslümanlara karşı saldırılar düzenleyen bu Müslüman karşıtı, ırkçı kafanın galip gelmesini engellemenin yolu ulusal liderlerin bu kafaya karşı halklarını kenetlemesinden geçiyor.

        Övün ya da övmeyin, övülmesi iyidir deyin ya da rahatsız olun fark etmez, ilk adım bu.

        Geriye kalıyor şu soru: Yeni Zelanda, Brenton Tarrant’a hak ettiği cezayı verecek mi? Yoksa eline verilen play station ile boş zamanlarını rahatça doldurabileceği, avukatları ile sürekli görüşüp görüşlerini gazetelerde haber yaptırabileceği, kitap yazıp yayıncı bulabileceği, görüş gününde takipçilerini ağırlayabileceği “tatil gibi 15 yıl” mı geçirecek?

        Şu ana kadar sadece tebrik edilesi bir tutum sergilemiş olan Jacinda Ardern’e sorulan ve cevabı hak eden en önemli soru budur.

        REKLAM

        ***

        Seçime beş kala

        Yüzüldü, yüzüldü kuyruğuna gelindi.

        Şahsen bu seçimden tek bir beklentim var: Birilerinin bu seçim sonuçlarına bakıp “Madem ki böyle, haydin erken seçime!” şeklinde çıkışlar yapmaması.

        Kazanan kazancını kucaklasın, kaybeden kaybının nedenlerini analiz etsin ve partilerin tabanları da bu olgunluğa, soğukkanlılığa katkıda bulunsun.

        1 Nisan sabahı itibariyle Türkiye bir buçuk yıl içinde biri “genel seçim” olan, diğer ikisi “genel seçim gibi” geçen üç seçim geçirmiş olacak zira. Her seferinde yoruldu, her seferinde sinirler gerildi. Mümkünse bir süre “seçim çalışmaları”, “seçim ekonomisi”, “seçim stratejisi” gibi ifadeler duymayalım.

        Diğer Yazılar