Belli bir yaşa geldiğinizde; eskilerin yapıp ettiklerinin, sürekli kullandıkları atasözlerinin ve hatta “koca karı ilaçları”nın aslında ne kadar büyük bir birikimden süzülüp geldiğini anlıyorsunuz. Bende öyle oldu en azından. Buradan yaşlandığım sonucuna varacak olanların kalbini kırarım, belli bir yaşa geldik diyorum sadece.

Şu berbat pandemi günlerindeki yaşam tarzımız, salgınla mücadele biçimimiz, virüse yakalanmamak için yaptıklarımıza bakıyorum ve anneannemi görüyorum. Herhangi bir köy geçmişi olmamasına rağmen yoğurt ve ekmeği evde yapar, ekmeği bir sebeple dışarıdan alıyorsa muhakkak ocağın üstünde evire çevire ısıtır, kolonyanın dünyanın en büyük temizlik malzemesi olduğuna inanır, gün içinde sık sık kullanırdı. Genç Cumhuriyet’in ilk bürokrat kuşağına ait bir ailenin hanımıydı ama hiç değişmemişti bu alışkanlıkları. İki Dünya, bir Ulusal Kurtuluş Savaşı görmüş olmaktan, hayatta kalma mücadelesi nedir bilmekten, vücudun neye ihtiyacı olduğunu deneyimlerle öğrenmiş olmaktan sanırım.

“Sabrın sonu selamet” anneannemin en çok kurduğu cümleydi. Kulağa boş bir teselli gibi gelen bu cümle, binlerce yılın birikiminden süzülüp geliyormuş esasında. Şimdi dönüp baktığımda anlıyorum ki boşa söylemiyormuş. Ve sabır bir kenarda oturup işlerin düzeleceğini dilemek demek değilmiş. Gereğini yapmak demekmiş. Emek vermek demekmiş. Aklı devreye sokmak demekmiş. Bizde yok işte. Memleket futbolunda zerre yok.

Hepimiz ağzımız açık Liverpool ve Jürgen Klopp’un başarısını seyrettik. O başarı için kaç yıl beklendiğini gördük. Spor aklı denen şeyin devreye girdiği zaman bir takıma neler yapabileceğini anladık. Teknik direktörün sürekli takımdan kovulacağını düşünmeden çalışabildiği yerlerde nasıl futbol oynandığını, geleceğin nasıl inşa edildiğini, zaman ve sabır ilişkisinin nasıl işlediğini seyrettik. Ne yazık ki bu meseleye uzun süre daha seyirci kalacağız.

Ülkenin futbol ikliminde; genç, yaşlı, yerli, yabancı, tecrübeli, tecrübesiz, tanınmış, tanınmamış herhangi bir teknik direktöre Jürgen Klopp’a verilen sürenin verilebileceğini aklınız kesiyor mu? Kesmez. Çünkü vermezler. Çünkü sabır yok. Çünkü sabır ne bilmiyoruz. Memleketin simge teknik direktörlerine bakalım mesela. Fatih Terim, Şenol Güneş ve Mustafa Denizli’ye bakalım. Ne simgesi oldukları camialar, ne daha önce başarılı oldukları takımlar ne de Milli Takım’da kimse onlara bu süreyi vermez.

Hadi diyelim spor aklı ve sabır bağlantısının ne olduğunu bilen bir yönetici denedi bunu. “Bu işler bugünden yarına olmaz, bu işler sistem işidir, plan program, istikrar işidir, oyuncu yetiştirme işidir, geleceği bir iki yılda inşa edemeyiz. Hocanın kurduğu sistem işleyene kadar bu teknik kadroyla yolumuza devam edeceğiz. Sabırlı olun.” dedi. Canına okuruz biz buralarda biz onun canına. Sabır lafından hiç hoşlanmayız biz. Aramızda ikna olmuş olanlar varsa medyamız hemen devreye girer, sabahtan akşama kadar öyle bir sondaj yaparlar ki, taraftarı da önlerine katıp, nerde Klopp’a tanınan beş sezon, beş maçta hocanın işini bitiriverirler.

Biz ülkemizde asla Jürgen Kloop ve Liverpool’un beş sezonluk hikâyesi gibi bir sabır hikâyesine tanıklık edemeyiz. Bizde bir takımın hele hele “büyük” bir takımın başına geleceksin, ilk sezon sekizinci olup o takımın başında kalmaya devam edeceksin. Mümkün değil. İkinci ve üçüncü sezon dördüncü, dördüncü sezon ikinci olacaksın hâlâ devam edeceksin. Bizim zaten ilk sezondan sonraki ikinci aşamaya geçmemiz imkânsız. Dediğim gibi ne sezonu, daha beşinci maçta keserler biletini.

Memleketin kıdemli teknik direktörlerine tanınmayan bu zamanlar, Ersun Yanal gibi orta kuşak hocalara da tanınmadı ne yazık ki. Ben Ersun Yanal’ın Fenerbahçe’nin başında kalmasında inat edilseydi, yarın Fenerbahçe için her şeyin başka türlü olabileceğine inanıyorum hâlâ. Ama nerde biz o sabır. Umarım Sergen Yalçın gibi genç kuşak tabir edebileceğimiz hocalar; futbol ve sabır, sabır ve zaman, zaman ve başarı meselelerini anlatmayı başarır, boş bir erken başarı hevesi yüzünden takımlardan erken koparılmazlar. Sabrın sonu selamet çünkü.