1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Libya Üzerinde Nüfuz Mücadelesi ve Berlin Konferansı
Libya Üzerinde Nüfuz Mücadelesi ve Berlin Konferansı

Libya Üzerinde Nüfuz Mücadelesi ve Berlin Konferansı

Yasin Aktay, Libya üzerine nüfuz mücadelesi ve çekişmeleri gündeme aldığı yazısında Berlin Konferansı’nı değerlendiriyor.

18 Ocak 2020 Cumartesi 16:34A+A-

Yasin Aktay’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan yazısı (18 Ocak 2020) şöyle:

Berlin Konferansı Libya İçin Ne Vaat Ediyor?

Libya’da ateşkesin sağlanması ve siyasi çözüme katkı sunmak üzere Almanya’nın girişimiyle Berlin’de toplanacak olan konferans, Hafter son anda ateşkes kararına uymayacak olsaydı, toplanmasının hiçbir anlamı olmayacak ve daha öncekiler gibi hiçbir sonuç üretme ihtimali olmayan toplantılardan biri olarak kayda geçmiş olacaktı. Çünkü Trablus’u ele geçirmek üzere saldırılarını yürüten Hafter karşısında müzakere edeceği, Libya’yı birlikte yönetmeyi kabul edeceği bir taraf istemiyor.

O, Libya’nın tamamını hiçbir diyalog olmadan ele geçirmek istiyor ve bunu temin etmesi de Türkiye sahaya girmemiş olsaydı bugün belki gerçekleşmiş olacaktı. Hafter’in bu saldırganlığını haklı çıkaracak hiçbir sebebi yok ama bir nedeni var o da kullanmakta olduğu, eline tutuşturulmuş silahlı güç.

Son anda meşru Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Türkiye arasındaki anlaşma olmasaydı Hafter istediğini ele geçirmiş olacak ve Berlin Konferansını da, hiç toplanmadan kadük duruma düşürmüş olacaktı. O yüzden rahatlıkla diyebiliriz ki, Berlin konferansını son anda kadük duruma düşmekten de Türkiye kurtarmış oluyor.

Şimdi Libya için Berlin’de toplanmanın bir anlamı var. Çünkü Hafter karşısında yok edemediği ve bu saatten sonra artık yok edemeyeceğini düşündüğü bir güçle karşı karşıya. Berlin Konferansına katılmama ihtimali yok, zira şimdiye kadar herşey yolunda giderken Türkiye onun için bir çuval inciri berbat etmiş oldu.

Türkiye’nin sahadaki varlığı bütün dengeleri değiştirdi. Uluslararası toplum meşruiyetini kabul ettiği Trablus yönetiminin, gayrı meşru kabul ettiği bir güç tarafından yok edilişini timsah gözyaşlarıyla izlemekle yetiniyordu. BM, Hafter’i savaş suçlusu ilan ettiği halde onu durdurmak için hiçbir şey yapmadı. Oysa Trablus hükümetinin Türkiye’den istediği yardımın bir muhatabı da BM idi. Ama BM’nin yetiştiremediği bu yardımı Türkiye yetiştirdi.

Berlin’de uluslararası etik ve değerlerin en yüksek temsilcisi Türkiye. İstediği şey sadece saldırganlığın durdurulması ve Libya’nın Libyalılara bırakılmasıdır. Bütün yabancı unsurların Libya’yı terketme çağrısı çıkarsa bunu da herkesin samimi olması şartıyla ilk destekleyecek olan da Türkiye’dir.

Libya ile çok uzun bir sınırı olması dolayısıyla müdahil olduğunu söyleyen Mısır’a şu gerçek net bir biçimde hatırlatılacaktır: Ortak sınıra sahip olmak bir ülkede sizi işgale hak sahibi kılmaz, hele hiçbir şekilde o ülkede kendi darbeci modelinizi ihraç etme hakkı vermez.

Böyle davranmakla Sisi, kendi halkına karşı insanlık suçu işleyen Hafter’in suç ortaklığını da yapmış oluyor. Hafter eliyle Libya’ya empoze edilmeye çalışılan modelde halkların hiçbir önemi yok. Göz göre göre bir halk silah zoruyla, katliamlar yapılarak esir edilmeye, toprakları işgal edilmeye çalışılıyor.

SİSİ VE ESAD’LA MASAYA OTURMAK?

Mısır medyasında Türkiye’nin Libya ile anlaşmasını bahane ederek Türkiye’ye karşı düşmanlık kampanyası yürütenlere hitaben “Türkiye Mısır’ın veya herhangi bir Arap-Müslüman ülkenin düşmanı değil, esasen iki ülkenin birbirine düşman olmasını gerektiren bir sebepleri yok, Libya ile yapılan anlaşmanın aynısının Mısır ile yapıldığını tahayyül edin bir” derken, şu anda Mısır’ı yöneten anlayışın içinde bulunduğu akıl dışı tutuma işaret etmiş oluyoruz. “Mısır’da aklı başında bir yönetim olsa sırf Türkiye’ye zarar vermek için gidip Rumlarla, Yunanlılarla kendi ülkelerinin zararına bir anlaşmaya imza atmazdı” diyoruz. Mısır yönetimi şu anda Türkiye karşıtlığı yüzünden kendi ülkelerinin çıkarlarına aykırı biçimde başkalarıyla anlaşıyor. Bunun Mısır’a hiçbir faydası yok, zararı var.

Üstelik bu yaptığı anlaşmaların üstüne Türkiye-Libya anlaşması Mısır’ın Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi lehine kendi vazgeçtiği haklarını tekrar Mısır halkına kazandırdı.

Bunu dedik diye bir çok kişi bizim şimdiye kadarki siyasetimizden neredeyse nedamet getirmiş gibi bir U dönüşü yaşadığımızdan bahsetti. Bununla kalmayıp, hadi tövbe kapısı ve U dönüş yolu açılmışken bir de Esad’la aynı masaya oturmayı tavsiye edenlerin bolluğuna da maşallah.

Eli kanlı diktatörlerle aynı masaya oturmaya ne kadar da can atıyorlar?

Şahsen Mısır’a dair sözlerim Türkiye’ye değil, Mısır medyasına ve Mısır halkına hitap ediyordu. Türkiye adına söylediğimiz şey, bizden yana Mısır veya Libya halkına yönelik en ufak bir düşmanlık duygusu olmadığı, ortak tarih ve çıkarlarımızın da şahitliğine müracaatla hatırlatmaktan ibaret. Maalesef Mısır yönetimi halkının çıkarlarını hiçbirşekilde temsil etmiyor.

Türkiye’nin Sisi ve Esad’a karşı tutumu ne Mısır halkına ne de Suriye halkına yönelik bir tutumdur.

Zalimce katlettiği ve hala her gün katletmeye devam ettiği kendi halkının kanı elindeyken Esad’la ne görüşülecek, hangi masaya, hangi yüzle oturulacak ve ondan ne istenecek?

Türkiye aleyhine her türlü kumpasın içinde olmaktan geri durmayan, sözüne onu destekleyenlerin bile güvenmediği darbeci Sisi ile Türkiye hangi konuda ne görüşecek?

Sisi ile bizi görüşmeye davet edenler, ülkenin seçilmiş cumhurbaşkanını hapiste yavaş yavaş öldüren, kendi halkına karşı katliam yapan, halihazırda yüz bine yakın siyasi tutukluyu her gün işkencelerden geçiren birinin sözüne güvenilebileceğini düşünüyorlarsa esasen kendilerine hiçbir şartta güvenilmeyeceğini ortaya koymuş oluyorlar.

Çünkü böyle söylemekle sadece kendi vicdani, ahlaki ve insani sefaletlerini bütün çıplaklığıyla, rezilce sergilemiş oluyorlar.

HABERE YORUM KAT

2 Yorum