1990'ların başında Muammer Aksoy öldürüldüğünde bu satırların yazarı Ankara'da öğrenciydi, Aksoy'un cenazesinde yürüyen on binler, "Türkiye laiktir, laik kalacak!" diye sloganlar atıyordu. Biz, ("şeflerimiz"in talimatıyla), "Türkiye laik değildir, laik olacak" diye bağırıyorduk. Küçük sol mahallemiz, Türkiye'deki laiklik deneyimini pek de küçümsüyordu. Allah hiç kimseyi, "her şeyi bilen" yapmasın.

Yeni yüzyılın ilk çeyreğini doldurmak üzereyken, Afganistan'da Taliban din temelli bir emirlik ilân etmişken, Türkiye'de laikliğin altını oyma çabaları son yirmi yılda İslamcı bir partinin devlet gücüyle birleştiği halde, laik kazanımları küçümseyen -o cenazede atılan slogandaki- dar görüşlülük henüz sona ermiş değil.

Bu dar görüşlülüğün kaynağı uzun bir tartışmaya yol açar. TKP muhalefetinden, 12 Mart generallerinin kaçıp gittiği İsviçre'den Erbakan'ı tekrar Türkiye'ye getirtip İslami parti kurdurulmasına, ABD'nin SSCB'yi çevrelemek için Ortadoğu'da inşa ettiği (ve bugünlerde "meyvesi" Afganistan'da Taliban Emirliği ile alınan) "Yeşil Kuşak" stratejisinden, ordunun laikliği iğdiş eden uygulamalarına (zorunlu din dersleri, kuran kursları vd.), PKK'nin "Kemalizm" eleştirisi ve onun sosyalist sol üzerinde yarattığı tahribattan, siyasal İslamcılardan güç alan liberallerin son otuz yıldaki yoğun ideolojik baskısına dek bir dizi sebebi vardır.

Türkiye'de laiklik, Cumhuriyet'ten önce başlayan bir mücadelenin ürünüdür. Cumhuriyet, laikliği bir devrim olarak siyasal ve sosyal düzeyde taçlandırmıştır. Aşamaları şu adımlardır:

Saltanat, hilafetten ayrılarak kaldırılır (1922). Cumhuriyet ilân edilir (1923). Hilafete son verilir, Şeriye ve Evkaf Vekaleti kaldırılır, Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilir, üstelik bu üç dev devrim bir gün içinde yapılmıştır (3 Mart 1924). Medeni Kanun kabul edilir, doğum, eğitim, kültür, evlenme, ölüm ve miras işlerinde yetki ulemadan alınır (1926). Ardından kadın-erkek eşitliği, tekeşlilik, resmi memur önünde evlenme, çocuğun dinsel eğitimini anneye babaya bırakma, erginin dinini seçmede özgür bırakılması gibi "devrimsel" adımlar gelir. Artık "tek okul" laik okuldur. Medreseler kapatılır. Yasa, ilahiyat ve imam hatip okulları açılmasını öngörmüşse de "öğrenci yokluğu"ndan bu okullar kapanır. Okullardan Arapçe ve Farsça dersleri kaldırılır (1929). "Devletin dini", ahkâmı şeriye ve yemin anayasadan silinir (1928), Laiklik, anayasal bir ilke olarak Anayasa'ya girer (1937). Laiklik temelinde yargı ve hukuk birliği kurulur. Dinsel giysiler yasaklanır, efendi, bey, paşa, hacı, hoca gibi lakap ve unvanlar kaldırılır. Tekke, zaviye, tarikat ve türbeler kapatılır.

Bu devrimler, geçen yüzyılın başında sadece Türkiye'de atılır. Üstelik yeni kurulmuş bu ülke, üç büyük imparatorluktan biri olan Osmanlı İmparatorluğu'nun varisidir. Daha on yıl evvel, bu devletin başında Sultan-Halife vardır. Egemenliğin kaynağı kutsal kitap olan bu halifenin yerinde şimdi kaynağını "ulusal egemenlik"ten alan kadrolar vardır. Yüz yıl sonra bu ülke, dünyada hâlâ tektir. Başında "yeni bir halife" olsa da.

Yüzyıl evvel kazanılmış bu büyük haklar, yüzyıl sonra büyük tehdit altında. Afganistan'dan esen gerici rüzgârlar Türk Talibanları coşturmuş halde. Müslüman dünyada da biricik örnek olan Türkiye'nin kazandığı hakları korumalıyız. Bu, bizim tarihe ve gelecek nesillere karşı borcumuzdur.