Türkiye siyasetinde üç vakte kadar neler olabileceğini tahmin etmek isteyenler ellerine kalemi kâğıdı almış, anketlerden çıkan sonuçları ve yeni partilerin müstakbel oylarını analiz ediyor. İktidar bloku da muhalefet cenahı da aritmetik hesapların peşinde, bir yandan da yaptıkları hamlelerin nasıl sonuç verdiğini gözlemleme telaşındalar. Bundan daha ‘doğal’ ne olabilir diye sorabilirsiniz. Ancak siyaset salt niceliksel toplamlarla sonuç doğuran bir faaliyet değildir. Toplumsal köklerinden kopartıldıkça, lider diplomasisine ve polemik düzeyine indirgendikçe dönüştürücü gücünü kaybeder. Ya seyirlik bir performans halini alır ya da bürokratik-teknik bir faaliyet… Bu kısır döngü, toplumsal muhalefetin etkin demokratik müdahalesi olmazsa yaşamın tüm alanlarına sirayet eder. 7’nci yıldönümünde Haziran direnişlerine bakarken akılda tutulması gereken en önemli unsur, toplumsal muhalefetin direniş pratiğini kurucu bir siyasete dönüştürme potansiyeline en çok yaklaştığı zaman dilimi olmasıdır. Yazının sonunda bu noktaya geri döneceğim.

AKP-MHP bloku Türkiye’nin sağcılaştırılması projesinin uç kanadı olarak kullanabileceği söylem mühimmatının hepsini kullandı. Menderes’ten Ayasofya’ya sağın heybesinde olan ne varsa ortaya döktü. Ancak bunların hiçbiri iktidardan uzaklaşan seçmeni geri getirmiyor. Yalnızca nefretin ve saldırganlığın toplumun bir bölümünde canlı tutulmasına hizmet ediyor. İktidarın evde zor tuttuğunu ileri sürebileceği bir yüzde 50 yok; onun yerine mafya babası gibi tehdit saçan, troll besleyip dijital şiddet uygulayan kadrolu bir azınlık var. Tek işlevleri çok ses çıkararak muhalif kamuyu meşgul etmek, örgütlü yalan ve iftirayla onu parçalamaya çalışmak.

Düzen muhalefeti zamanının büyük bir kısmını iktidar sözcülerine ve yandaşlara laf yetiştirmeye ve yüzde hesaplarına harcıyor. Muhalif kamunun iç irtibatlandırma sağlamlaştırmak yerine, yeni kurulan partilerin çeşitlendirdiği politik kombinasyonlara odaklanıyor. Olası bir seçimde AKP’den çıkan partiler Millet İttifakı ile mi hareket edecek, yoksa yeni bir sağ ittifak mı kurulacak soruları kafaları kurcalıyor. Bilhassa son 15 gündür liberal muhalif kanatta Babacan’ı popüler kılmak için hummalı bir çaba var. Eskiden ana akımda köşe sahibi olup şimdilerde muhalif mecralara sığınanlar Deva’nın yıldızını parlatmakla meşguller. Babacan’ın ve Davutoğlu’nun AKP’deki günlerini, bugüne gelinmesindeki sorumluluklarını umursamaz görünüyorlar.

Millet İttifakı, pragmatik nedenlerle yeni partilere sıcak davranıyor. Onlara alan açmayı iktidar blokunu geriletme stratejisinin bir parçası olarak düşünüyorlar. Düzen muhalefetinin rejim krizini sonlandırmak adına en geniş halkayla iletişim halinde olmak siyaseten anlaşılabilir. Ancak bu tercih, henüz özeleştirisini dâhi yapmamış özneleri ‘demokrasi havarisi’ gibi sunma tavrına dönüşmemeli. ‘Ilımlı sağcılık’ bir reçete olarak yıllardır Siyasal İslam ve neoliberalizmin kıskacında zar zor nefes almaya çalışan milyonlara dayatılmamalı. Halkı yüzdelere endekslenmiş bir siyasete mahkûm etmek AKP’ye karşı verilen mücadelenin birikimini yok saymak; Ali İsmaillerii, Berkinleri ve nicesini unutmak demek.

Haziran direnişleri, aritmetik hesapların yapılmadığı, kolektif eyleme dahil olanların en geniş koalisyon adına siyasi duruşlarından feragat etmedikleri, kendileri gibi olup kendilerince eyledikleri bir süreçti. Tam da bu nedenle aslında muhalif kamunun en dinamik ve en etkin birliğini sergiledi. Sıradan insanların kendilerini içinde hissetmeleri, halkın parkları, meydanları büyük birer meclise dönüştürmeleri kurucu siyasete dair ortak bir yönelimi gösteriyordu. Aradan geçen zaman diliminde bu kolektif eyleme iradesi yok olmadı hatta kendini 16 Nisan referandumu ya da Adalet Yürüyüşü gibi kritik dönemeçlerde yeniden gösterdi. Gezi’deki haliyle muhalif kamu, tabandan gelen bir ivmeyle gündemi belirleme sürekliliğine kavuşamasa da mayalanmaya devam ediyor, başka bir siyasetin imkânını düşlüyor.

Bugün Türkiye’nin ihtiyacı olan şey siyasi mühendisliklere sabitlenmiş bir politik üşengeçlik ya da konformizm değil. Anlık cesaret gösterilerine ya da saman alevi gibi parlayan sonra rutine dönen siyasi profillere de artık bel bağlanamaz. Seçim gecesi kaçan tren canlı yayında yakalanamaz. İktidar temsilcilerinin siyaseti ‘troll faaliyetine’ indirgediği şu konjonktürde, asıl gereksinim duyduğumuz şey, kurucu siyasetin imkânlarını muhalif kamuyu yeniden dinamik ve bütünleşik kılacak şekilde somutlayabilmektir. İttifak siyasetinin ötesine geçerek, toplumda kendini yalnız hisseden milyonlarca yurttaşı sahici bir siyasi platforma bıkmadan usanmadan davet edebilmektir. Korku ya da yılgınlık eşiğini aşacak olan gündelik yaşamda filizlenip büyüyen örgütlü deneyimdir. Sol değerler böylesine bir davetin ve deneyimin yüreğine, diline, sözüne içkindir.