Kurosawa dünyaya soruyor: Gerçek nedir?

1980 yılından beri Columbia Üniversitesi’nde Japon edebiyatı ve sineması dersleri veren Profesör Paul Anderer, Kurosawa’nın yaşamını ve onun yaşamındaki “Raşomon etkisini” ele alan 'Kurosawa'nın Raşomon'u' Can Yayınları tarafından yayımlandı. Kitabı türsel olarak bir biyografi, bir yönetmen sineması kitabı, 20. yüzyıl Japon tarihi/kültürü kitabı yahut bir roman olarak tanımlayabiliriz. Belki de bir sanatçının gerçeklik kavramıyla olan ilişkisini ele alan bir inceleme… Net (ve gerçek) olan şu ki Kurosawa, sinema sanatının en büyük yönetmenlerinden biri.

Google Haberlere Abone ol

Bir sanatçı için eserinin, kişiliğinin önüne geçmesi yahut daha doğru ifade etmek gerekirse isminin, ulusal ya da diğer kimliklerinden önce eseriyle anılıyor olması haz veriyor olsa gerek. Akira Kurosawa’nın Raşomon’u bu duruma çok uyuyor. 1950 yılında tamamlandığında, yapımcıların gişe kaygısıyla –beş para etmeyeceğini- düşündüğü bu film, stüdyoda çalışan bir İtalyan’ın aracılığıyla Venedik Film Festivali’ne gönderilir.

Kurosawa, bir daha film yapıp yapamayacağını bilemeden, derbeder bir haldeyken -filmi Venedik’e gönderen kişi bile oraya bir film gönderdiğini unutmuştur- evine bir telgraf gelir. Merakla açar. Festivalin büyük ödülünü kazandığını öğrenir. 1981 yılında kaleme aldığı –ki arada otuz yıldır vardır- Kurbağa Yağı Satıcısı isimli otobiyografik kitabını bile, Raşomon’la kazandığı ödülle bitirir. O tarihe kadar yaşadıklarını, çektiği acıları, yenik Japonya’yı, Büyük Kanto Depremi’ni, intihar eden sinemacı abisini –abisi bir gölge gibi her filminde görünecektir- dolaysız bir şekilde anlatan Kurosawa, Raşomon’dan sonra yaşadıklarını kitabına konu etmez. Zira artık, herkes her şeyi biliyordur.

1980 yılından beri Columbia Üniversitesi’nde Japon edebiyatı ve sineması dersleri veren Profesör Paul Anderer, Kurosawa’nın yaşamını ve onun yaşamındaki “Raşomon etkisini” ele alan bir kitap yayımladı. Bir olayı, üç farklı kişi –üç farklı gerçeklik- tarafından ele alıp, felsefenin başlangıcına ulaşan Kurosawa, Uzakdoğu’nun bu yenik ülkesinden tüm dünyaya şu soruyu sorar: Gerçek nedir?

Bir sahicilik iddiasına sımsıkı sarılan, alıcıyla bir yakınlık kurmaya çalışır. Bu sebeple yönetmen, kamerasını oyuncunun göz hizasına koyar. Alıcıya tarafsız kalmasını, bütün bu süregelen hikayeyi izlerken/dinlerken üzerine düşünmesini ve günün sonunda karar vermesini söyler. Kurosawa, yaşananları (gerçeği) hiçbir zaman söylemez. Buna yanaşmaz bile. Dolaylı olarak anlatmaya da girişmez. Gerçek ve hayal, doğru ve yalan, gizli ve ortada olma meselelerini filminin odağına alan yönetmen, bu kavramları tartışmaya açar. Hikaye öznel ve nesnel gerçeklik arasında salınıp durur. Alıcı ise jenerik akarken dumura uğrar.

Kurosawa'nın Raşomon'u, Paul Anderer, Çevirmen: Selçuk Işık, 312 syf., Can Yayınları, 2020.

RAŞOMON ETKİSİ... 

Prof. Anderer, bu noktalardan yola çıkarak, bir Raşomon etkisinin varlığından söz eder. Dünyanın herhangi bir noktasında, gerçeğin var olup olmadığını sorgulamak ya da gerçek diye bir şeyin olmadığını, gerçekliğin yalnızca her kişiye ayrı olarak görünen algılardan ibaretmiş gibi olmasının –bu filmden sonra- “Raşomon etkisi” olarak adlandırılması gerektiğini söyleyen Anderer, bu filmin bir milat olduğunu iddia eder. “Benzer sanatsal ağırlığa ve karmaşıklığa sahip hiçbir film ya da roman, bir soruşturma sahnesini kuşatan kafa karışıklığını, yalnızca sanatla da sınırlı kalmayıp hayatın içinde, gerek bir kentin caddesinde, bir toplantı odasında ya da bir mahkeme salonunda, gerekse bir dernek ya da cezaevinde, yahut hack’lenmiş bir internet sitesinde yüz yüze gelinen şaşkınlığı açıklamak için bu denli sık yardıma çağrılmamıştır.” dedikten sonra, bir kahin edasıyla devam eder: Bir sanat biçimi olarak sinema yok olup gidebilir, ancak raşomon kelimesinin tınısı baki kalacaktır.

Anderer kitapta, yalnızca Raşomon ve Kurosawa ilişkisine odaklanmaz. Sanatçıyı odağa alarak 20. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Japonya’yı, bu ülkenin geçirdiği siyasal, ekonomik, sosyal, coğrafi ve kültürel değişimleri anlatır. Kurosawa’yı, onu ortaya çıkaran koşullarla birlikte ele alır. II. Dünya Savaşı sonrası paramparça olmuş bir ülkenin, ulusal utancının Raşomon’la birlikte nasıl değiştiğini, Japon sinemasının nasıl endüstrileştiğini ve Kurosawa sinemasının yankılarını da anlatır. Onun sinemasında iz bırakan, Yedi Samuray ve İkiru filmlerini de tüm yönleriyle değerlendiren yazar, Kurosawa nezdinde onuruna düşkün Japon ulusunun bir filmle birlikte nasıl yeniden şahlandığını irdeler.

Kitabı türsel olarak bir biyografi, bir yönetmen sineması kitabı, 20. yüzyıl Japon tarihi/kültürü kitabı yahut bir roman olarak tanımlayabiliriz. Belki de bir sanatçının gerçeklik kavramıyla olan ilişkisini ele alan bir inceleme… Net (ve gerçek) olan şu ki Kurosawa, sinema sanatının en büyük yönetmenlerinden biri.