Geçen hafta gerçekleşen Brüksel seferi öncesinde yandaş basın-yayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir “dünya lideri” olduğunu sürekli vurgulamaktaydı.
Son gelişmeler bir kez daha kanıtlıyor ki, bırakın dünya liderliğini, Erdoğan yönetimindeki Türkiye’nin küresel sularda ABD halatına sıkı sıkıya sarılmadan yüzme olanağı da bulunmuyor.

ABD DÖNDÜ!

ABD Başkanı Biden, 10-16 Haziran’da, başkan olarak Avrupa’ya ilk gelişini, “ABD döndü” diye nitelendirdi. Bu sözlerin ne anlama geldiği Biden’in yaptığı açıklamalarla ve özellikle de NATO toplantısından sonra açıklık kazandı.

Küresel ilişkilerde çok önemli bir “yeni dönem” anlamına gelen ve bu nedenle de tarihsel sayılması gereken açıklamasıyla NATO, bundan sonra, Çin’i “küresel güvenlik için tehdit” sayacağını vurguladı. Böylece, 1949’da kurulan, Türkiye’nin 1952’de üye olduğu Soğuk Savaş’ın Sovyetler Birliği’ne karşı kurulan askeri gücü NATO, Çin’e karşı başlatılacak “Yeni Soğuk Savaş” sırasında savaş gücü olarak yeni bir “kutsal görev” üstlenecektir.

Çin, kendine özgü bir yaklaşımla, siyasette komünizm ile ekonomide kapitalizmi birleştirmeyi ya da “büyük çelişkiyi” çözmeyi, başarmış bulunuyor. Teknolojideki baş döndürücü ilerlemesini ekonomide üretim gücüne çevirmeyi başaran Çin’in dünya egemeni olarak ABD’nin önüne geçmekte oluşunun engellenmesi için, içinde ABD’den sonra en fazla askeri silah altında tutan Türkiye’nin de bulunduğu NATO görevlendiriliyor.

Rusya ise ABD için özellikle seçim sonuçlarına etki eden “siber saldırı” konusunda bir “büyük dert”. Biden-Putin görüşmesi sonunda iki ülke de bulundukları yeri korudu. Biden insan hakları vurgusu yaparken Putin “siz kendi ülkenize bakın” duruşunu sergiledi. Ancak soğuk savaşın bu iki egemeni, aralarında yeniden bir soğuk savaş istemediklerini; aralarında “öngörülebilirliğin” sağlanması vurgusuyla yetindiler.

TÜRKİYE İÇİN PİR DÖNDÜ

Avrupa Birliği-AB ile olan ilişkilerini tam üyelik görüşmelerinin askıya alınmasına neden olacak noktaya getiren; AİHM kararlarının birçoğunu tanımayan, ülkeyi, pek çok Avrupa kurumunun dışına taşıyan AKP Türkiye’si, NATO üyeliğinden ayrılmamakla birlikte Rusya’dan 2,5 milyar dolara S-400 savunma sistemi satın alarak, “bağımsız bir dış politika” izleyeceği izlenimini “onurlu yalnızlık” süslemesiyle veriyordu.

Erdoğan’ın Brüksel çıkarmasıyla, o sözüm ona bağımsız dış politika çok geride kaldı. ABD Avrupa’ya dönünce Türkiye de ABD’yle “tam bağımlılık” ilişkisine döndü.

Biden’in, Erdoğan ile görüşmesinden sonra “iyi şeyler hissediyorum” demesi, iki ülke arasındaki çok sayıdaki önemli sorunların çözüme kavuştuğu anlamına gelmiyor.

Yanına “özel tercümanını” alarak Biden ile baş başa görüşen Erdoğan, ne S-400’ler, ne Suriye, ne 1,25 milyarı ödenmiş olan F-35 uçağı alımı, ne de PYD- YPG’ye ABD desteği konularında olumlu bir sonuç alabildi. O kadar ki Avrupa’ya hareket ederken Erdoğan, görüşmelerinde, Biden’in 24 Nisan’da yaptığı “1915 açıklamasının hesabını soracağından” söz etmişti. Görüşme sonrasında ise gülümseyerek “hamdolsun gündeme gelmedi” demesi, tam teslimiyetin kanıtı değilse, nedir?

Erdoğan-Biden görüşmesi, yalnızca tek bir konuda somut bir “sonuç” verdi. Türkiye, ABD’den gelecek “diplomatik, lojistik ve mali destek” karşılığında tamamına yakını Taliban’ın elinde olan Afganistan bataklığına sürüklendi. ABD bu ülkeden askerlerini tümünü çekerken ve Taliban varılan anlaşmaya göre ülkesinde yabancı asker bulunamayacağını kesin bir dille açıklamışken Kabil Havalimanını savunma görevi Mehmetçiğe verildi. Soğuk savaşın başlarında, 1950’de başlayan Kore Savaşı kanıtlamıştı ki, Mehmetçiğin kanı çok daha ucuzdu. ABD bunu istedi ve aldı.

Bir kez daha kanıtlandı ki, “dünya lideri” olmanın ve küresel denizde bağımsız yüzmenin ve buna dayalı dış politikanın ilk koşulu, gücünü her gün ilerleyen teknolojiden alan “güçlü bir ekonomidir”. Bunun gerçekleşmesi için de, bağımsız “kurumlar”, özgür, güçlü “bilim” ve çağdaş eğitim almış “nitelikli insan gücü” üçlüsünün bir bütünlük içinde işlediği, yüzerken “ileriye bakan” bir devlet yapısı gerekir.