YAZARLAR

Kumandanı öldürmek!

Murakami, evrensel kültüre verdiği referanslarla dünyanın bütün edebiyat severlerini kendine bağlayan, kitapları kaç sayfa olursa olsun okutan bir anlatım büyücüsü. Yeni kitabı Kumandanı Öldürmek de adını Mozart’ın Don Giovanni operasından alıyor ve müzik, resim hakkında pek çok ilginç bilgi ve tartışma içeriyor.

Haruki Murakami günümüz edebiyatının en ilginç yazarlarından biri. Hem uluslararası bir ‘çok satan’, hem adı her yıl Nobel için geçen saygın bir edebiyatçı. Hem ‘evrensel’ kabul edilen Batı kültürünün içinde hem de merak edilen Japon kültürünün ve modern yaşam tarzının bir anlatıcısı. Romanları hem sanat, kültür ve tarih hakkında bilgilendirici hem de gerçeküstü ögelere yaslanan düşsel metinler...

Murakami’nin bütün bu özellikleri birleşip onu adeta bir anlatım büyücüsüne dönüştürüyor. Öylesine ki kendisini iyi bilen okuyucuların pek aşina oldukları formülünü her defasında tekrar etse bile elinize aldığınız her romanına bağlanıp kalmanızı, kaç sayfa olursa olsun bitirmeden rahat edemez hale gelmenizi sağlıyor. İster onu ilk kez okuyun isterseniz müptelası olun, fark etmiyor…

Her kitabında müzik, resim, edebiyat ama herkesin iyi bildiği yazarlar ve sanatçıların isimleri, işleri yer alır mutlaka. Bu özelliğiyle Murakami, evrensel referans noktaları sayesinde dünyanın bütün edebiyatseverlerine hitap eder, yani herkes için yazar. Toplumun yalnız bireylerinden seçtiği kahramanları, modern hayatın hüküm sürdüğü dünyanın bütün kentlerindeki gibi yaşarlar. Ofiste fazla mesaiye kalır, kariyerleri için endişelenir, aileleriyle zayıf bir ilişki sürer, küçük evlerinde kendi işlerini kendileri hallederler. Ama bütün bunlar belirgin biçimde Japonya’da olur. Tokyo’nun semtleri, otobanları, metro hatları ya da ülkenin taşrası ve farklı bölgeleri isim isim yer alır kitaplarda. Kahramanlarımız Japon yemekleri hazırlar, evinde ayakkabılarını çıkartarak gezer… Bizi Japon gündelik hayatının içine buyur ederler…

Mutlaka cinsellik vardır her romanında. Genç ya da orta yaşın eşiğindeki yalnız bireylerin iyi kötü bir cinsel hayatı olur mutlaka. Kadın ya da erkek kahramanları belirli aralıklarla sevgilileriyle birlikte olur ya da günübirlik maceralara girerler. Erotizmin sınırlarını asla aşmayan bu bölümler okurunun arzularını harekete geçirecek kadardır. Yazar bunu metninde öylesine kullanır ki tipik bir Murakami romanında olan pek çok başka şey gibi, cinsellik de aslında ‘olmasa da olur’ gibidir… Ama işte, merak eder, ilgiyle okuruz… Bu da Murakami’nin kıskıvrak yakaladığı kentli, modern okurunu metne bağlayan unsurlardan birine dönüşür.

En yeni kitabı Kumandanı Öldürmek (Çeviren: Ali Volkan Erdemir), bu sözünü ettiğimiz unsurların tümünün yer aldığı bir roman. 848 sayfa olmasına rağmen kapılıp gidiyor, merakla karakterlerin hayatını, duygularını ve garip olayların gelişimini okuyoruz. Burada şunu da eklemek gerekir ki, Murakami’yi büyük romancı kılan şeylerden biri de sadece olayların değil, karakterlerin de muazzam bir gelişim ve değişim sergilemesidir. Karakterin kişiliği ve hatta hikayesi yavaş yavaş açılır ve o garip olaylar onu değiştirir, farklı biri yapar.

Murakami’nin her romanında kendini gösteren Batı sanatı bu romanda neredeyse her türüyle bolca yer alıyor. Her şeyden önce baş karakterimiz bir ressam. Sıradan portreler çizerek yaşamını sürdüren roman kahramanı, karısının kendini terk etmesiyle birlikte yön değiştiren hayatını yeniden düzenlemeye ve ressam olarak kendi tarzını bulmaya çalışıyor. Bütün bu süreç ise bir sanatçının ilhamını araması, bir resmin tasarlanıp ortaya çıkması, resim sanatının incelikleri, farklı tarz ve üsluplar ile resme bakmak hakkında pek çok bilgi ve fikir içeriyor. İyi bir portrenin ressamın kendisinden de bir şeyler taşıması gerektiği, model ile sanatçının girdiği alış veriş çok güzel anlatılıyor. Picasso, Leger gibi ünlü sanatçıların adı geçiyor ama çok da fazla üstünde durulmuyor. Van Gogh’un ünlü resim serisi ‘Postacı Joseph Roulin’in Portresi’nden ise nedense ‘adsız postacı’ olarak söz ediliyor. Geleneksel Japon resminin batılılaşmacı Meiji döneminde nasıl ortaya çıktığını, panoları süsleyen zanaatın böylece sanata dönüştüğünü, onu överek aktarıyor Murakami. Yazarın tüm karakterlerinin Batılı modernler olduğunu söylemiştik. Romandaki geleneksel resimleri yapan Tomohiko Amada bile öyle; Viyana’da okumuş bir opera meraklısı... Bu sayede kitap, opera ve klasik müzikle epey haşır neşir oluyor. Hatta romana adını da veren ‘Kumandanı Öldürmek’ adlı hayali tablo, ilhamını Mozart’ın Don Giovanni operasındaki Il Commemdatore bölümünden alıyor… Tomahiko Amada’nın evinde bütün kahramanlar büyük bir zevkle onun mükemmel plak koleksiyonunu dinliyor. Gözde plakları Richard Strauss’un Güllü Şövalye’sinin Şef George Solti yönetimindeki Viyana Filarmoni Orkestrası kaydı. Fitzgeraldvari karakter Menşiki, en çok bu plağı seviyor. Diğer favorileri ise Schubert; ‘Yaylı sazlar dörtlüsü için no 15.’ Ve bunların yanı sıra neredeyse bütün klasik müzik bestecilerinin adları geçiyor. Ve bazı rock şarkıcılarının. Mesela kahramanımız sonunda kendi kişisel dünyasına dönüyor ve bir Bruce Springsteen plağı alıp dinliyor…

Kumandanı Öldürmek, hakkında yazılan pek çok güzel yazıda da belirtildiği gibi Scott Fitzgerald ve Lewis Carroll’a belirgin referanslar taşıyor. Tüm hayatını ve servetini kızı olduğunu düşündüğü çocuğu gözleyeceği bir düzene harcayan gizemli karakter Menşiki, tam bir Muhteşem Gatsby. Romanın sonlarında Uzun Surat’ın açtığı kapaktan rüya/kabus gibi bir dünyaya geçilmesi ise Alice Harikalar Diyarında... Buna rağmen kitap, evrensel edebiyattan fazlaca söz etmiyor. Şoko Akikava’nın uzun uzun okuduğu kalın kitabın ne olduğunu bile öğrenemiyoruz mesela. Ama klasik bir Japon yazarı, 18. Yüzyılda hayalet hikayeleri yazan Akinari Ueda’yı tanıtıyor bize. Hatta kitabın önemli gelişmelerinden biri, ilhamını Ueda’nın 100 yıl boyunca mezarda davul çalan keşiş mumyası hikâyesinden alıyor.

Kitaplarında gündelik hayatın detayları önemlidir Murakami’nin. Ama özellikle bu kitabında otomobil markaları ve kılık kıyafetlerin üstünde duruyor. Bu biraz Menşiki’nin temsil ettiği Fitzgeraldvari dünyanın inşasına hizmet ediyor, ama daha çok karakterlerin sınıfsal durumlarını ve kişiliklerini destekliyor. Mesela Menşiki’nin ikisi Jaguar ikisi Range Rover dört otomobili var. Jaguar’lardan biri son model V60 kabriyo, diğeri ise 1960 model Road Star. Kahramanımız ise kitabın hemen başında külüstür bir Peugeot 205’le haftalarca yollarda dolaşıp onu hurdaya çeviriyor. Sonra roman boyunca hep toz içinde kalacak bir eski Toyota ediniyor. Yakın arkadaşı Amada, akılcı ve ortalama kişiliğine uygun kutu gibi siyah bir Volvo’ya, Şoko Akikava adlı zengin abisinin kızına bakmayı kendine görev edinmiş güzel kadın ise ‘elektrik süpürgesi gibi’ bir Toyota Prius’a biniyor. Arabalar o kadar önemli ki, romanda kötülüğü ve karanlığı simgeleyen resmin adı ‘Beyaz Subaru Forester’lı Adam’. Bulundukları sahnede otomobillerin markaları mutlaka anılıyor, motor ve kapı sesleri bile betimleniyor. Hatta Menşiki ve Şoko Akikava otomobiller üstüne sohbete dalarak flört ediyor ve sevgili oluyorlar… Bu iki zengin ve güzel insanın yer aldığı her sahne onların defilelerine dönüşüyor. Onların şıklığı ve güzelliği karşısında kahramanımız olan ressamın sadeliği ve hatta boya lekeli kazakları, pantolonları hem kendisini onlardan nasıl farklı gördüğünü anlatıyor, hem de o tasarlanmış şıklık içinde yaratıcı derbederliğine değer vermemizi talep ediyor. Ama kılık kıyafet anlatımlarında bir ironi değil tersine dozunda bir hayranlık olduğunu hissediyoruz ki bu, Murakami’nin de sözünü ettiği güzelliğe meylini gösteriyor sanki.

Romanda tarih ve siyaset de kritik bir yere sahip. Geleneksel ressam Tomohiko Amada’nın 30’lar Viyanası’ndan taşıdığı sır, bizi o dönemin Almanya ve Japonyası’ndaki faşizme götürüyor. Amada Naziler’den kaçıyor. Ama kardeşini Japon militarizminin vahşetine kurban veriyor. Murakami, Japon tarihinin kara sayfalarından biri olan, Çin’deki Nanking Katliamı’nı anlatıyor. Japon askerlerinin işlediği insanlık suçlarını anlatan bu sayfalar, roman kendi ülkesinde yayımlandığında epey tartışma yarattı. Murakami ise sadece dünyadaki milyonlarca okurunu romanlarına bağlayan bir edebiyat büyücüsü olmakla kalmayıp, kendi toplumunu tarihle yüzleşmeye çağıran bir yazar olarak tepki gösterenlere şu cevabı verdi: “Tarih, kolektif hafızamızdır. Bu yüzden de tarihi unutmak ya da yeniden yazmaya kalkmak vahim bir hata olur. Tarihimizi, hepimizin bir sorumluluk hissiyle miras alması gerektiğine inanıyorum.”