Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, sosyal medyanın, internetin, tüketim kültürünün gençlere kul olduklarını unutturduğuna inanıyormuş! Müftülere, gençlere kul olduklarını hatırlatmak için sosyal medyayı etkin olarak kullanmalarını da önermiş!

Bir yetersizlik itirafı mı, Şeyhülislam fantezisi mi, internet kullanımına getirilecek kısıtlamalara zemin hazırlama çabaları mı; her ne olursa olsun önemli bir açıklama yaptığı.

Kul olmak, önemli bir mesele. Osmanlının Şeyhülislamları da padişahın talimatlarını dinsel bir dile çevirmekten (fetva) öte güçleri olmayan padişah kullarıydılar. Şimdikinin geçmiştekilerden tek bir farkı var. Geçmişte taht babadan oğula geçtiği için hiçbirinin bir gün padişah olma umudu yoktu. Şimdikinin öyle bir fantezisi de olabilir ve bu fantezisini bile Cumhuriyete borçlu olduğunu da biliyordur.

Mesele milyonluk makam aracında milyarlara hükmeden bir memurun fantezisi değil. Memur haklı olabilir mi sorusu önemli.

***


Aşı karşıtlarının cılız mitinginde “benim bedenim benim kararım” pankartı taşıyan “kara çarşaflı” kadın fotoğrafı, memurun endişesinde haklı olabileceğinin işareti olabilir mi? Kadın özgürlüğü hareketlerinin en temel sloganının çarşaflı bir kadının elinde pankartlaşması ilk bakışta oksimoron gibi duruyor olabilir. Ama o kadın, bedenini kapatma kararının sadece kendisinin verebileceği bir karar olduğunu savunursa ne diyeceğiz? Bu kararım inandığım din/tanrı ile benim aramda, tümüyle özgür irademle kapanmayı seçtim derse? Pankartı taşıyan kadın, Diyanet’in yarım ağızla da olsa aşı olun buyruğuna karşı gelen bir mitingde ön saflarda yer alıyor. Diyanetin fetvalarına uymuyor. Peki aynı kadın Taliban’ın kadınlara yönelik uygulamaları hakkında ne düşünüyordur? Örneğin, RTE’nin Taliban ile aynı zihniyete sahip oldukları açıklamasını duyduğunda ne tepki vermiş olabilir? RTE ya da Taliban ile aynı fikirde olsa bu mitinge katılmaması gerektiğini biliyor olmalı.

Zurnanın zırt diyeceği yer tam da burası.

***

Siyasal İslamcılar, yolun sonuna geldiklerinin farkındalar. Dün 41 yaşına giren 12 Eylül faşizminin öz evladı olan siyasal İslamcılar 20 yıldır yönettikleri devleti içinden kendi başlarına çıkmaları mümkün görünmeyen bir çöküşe sürüklediler. Çöküş toplumda değil devlet denilen yapıda oldu. Kurdukları yağma düzeninin de sonu gelmiş durumda. Ellerindeki tek siyasal araç din, daha da din, daha da din o kadar.

Yirmi yılı bulan somut iktidarlarında eğitimi dincileştirmek için ellerinden geleni yapmalarına, neredeyse imam hatiplere zorla kayıt yapmalarına rağmen hala bekledikleri gençlik bir türlü yetişmedi! 1990’lı yıllarda doğmuş olanları da alırsak bugün Türkiye’de 30 yaş altı kuşak sadece ve sadece siyasal İslamcıların iktidarında yaşadı. 15-30 yaş grubunun hayat tarzına, kişilerarası ilişkilerine, sosyal medya kullanımına, tüketim alışkanlıklarına bir bakın bakalım biçimsel görünüm dışında “dincileştiklerini” gösteren ne gibi kanıtlar bulabileceksiniz. Acemice, patavatsızca da olsa, kimi zaman yanlış anlayarak da olsa elde ettiklerini düşündükleri bireysel özgürlüklerinden gönüllüce vazgeçip Reis ve memuruna kulluk edecek gibi duruyorlar mı?

***

Kadınlara (topluma) din üzerinden özgürlük vaat ediyorlardı; şimdi aynı kadınlara (topluma) yine din üzerinden kulluk çağrısı yapmaktan başka çareleri kalmadı. Evet, tabiki sahte bir özgürlük vaadiydi çağrıları ama özgürlük öyle güçlü bir histir ki onu soluyanda neden olduğu değişim kolay kolay geri döndürülemez. Kadına yönelik şiddetin siyasal İslamcıların düzeninde katlanarak artması, kadınların elde ettikleri özgürlüklerinden ödün vermemeleriyle bağlantılı değil mi?

En az yirmi yıldır başını kapatırsan özgürleşeceksin dedikleri kadınların, Taliban’la aynı zihniyetteyiz diyenlere verecekleri yanıt, yakın geleceğimizi belirleyebilir. Özgürlük mü kulluk mu seçimini kadınlar yapacak.