İslam dünyasında aydınlanmanın ilk adımı olarak görülen, felsefe ve bilim ocağı Beyt-ül Hikme’nin kurucusu Memun (Abbasi Halifesi) şöyle der:
“Hüccetle galip gelmeyi, kudretle galip gelmeye tercih ederim. Kudretle galip gelme ölümlüdür; hüccetle galip gelmenin ise zevali (yok olma durumu) yoktur.”
Güç/iktidar, hüccete yani akılla ve bilimle ortaya konulan delillere nüfuz ederek, toplum hayatında hayatiyet arz eden adalet, hak-hukuk gibi değerleri heba ederse, kendi yok oluşuna davetiye çıkarmış olur. Zira hukuk devleti, amacı hukukun üstünlüğünü sağlamak olan devlet demektir. Hukukun üstünlüğü ise iki ana fikir üzerine kurulmuştur:
- Devletin sahip olduğu iktidar, hukuktan gelir ve ona uygun kullanılır.
- Hukuk, insan kişiliğine saygıya dayanır.”
Hukukun esaslı amacı önlemedir. Önleme amacı, geleceğe dönüktür. Ortada bir yanlışlık veya suç varsa, bu fiil düzeltilmeli ya da cezalandırılmalıdır ki tekerrür etmesin. Böylece hukuk, toplumu ve bireyi uslandırır. Cezanın kanunda bulunması ve gerektiğinde uygulanması toplumun hukuk düzenine güveninin muhafazasını temin eder. Bu, pozitif bir genel önlemedir.
Özetle, toplum kanuna uyulmadığını görürse, toplumun ve bireyin hukuka olan saygısı azalır. Yasama yetkisi gibi kanunu uygulama yetkisi de devletin tekelindedir. Bu devletin asli görevlerindendir ve meşruiyet kaynağıdır. Ancak, kanun, toplum kadar hükümeti de bağlar. Hükümet, kendi devletinin kanunlarını çıkarları doğrultusunda uygulayamaz; uyguladığı takdirde devlet toplumdan uzaklaşır. Toplumdan uzaklaşan devlet, kendi kurucu unsurundan uzaklaşmış sayılır. Bu hal Türk Devlet geleneğine de aykırılık teşkil eder.

YASALARA UYMAMAK

J.J. Rousseau, ölümsüz eseri “Toplum Sözleşmesi”nin “Hükümetin Kötüye Kullanılması ve Bozulmaya Yüz Tutması” bölümünde, devletin dağılmasının sebebini şöyle açıklar:
“Dağılma, önce hükümetin devleti yasalara göre yönetmemeye başlaması ve devlet gücünü zorla ele geçirmesi ile olur. O zaman önemli bir değişiklik meydana gelir: Hükümet değil, devletin kendisi sıkışıp daralır: Yani büyük devlet eriyip gider ve onun içinde, yalnız hükümet üyelerinin kurduğu bir başka devlet ortaya çıkar demek istiyorum. Bu da halkın geri kalanı için efendiden, bir zorbadan başka bir şey değildir artık. Öyle ki hükümet egemenliği zorla ele geçirir geçirmez, toplum sözleşmesi bozulur ve hukukça doğal özgürlüklerine yeniden kavuşan yurttaşlar boyun eğmeye zorlanırlarsa da boyun eğmek zorunda değildirler.”
Bu alıntıyı referandum sonrası yaşananları dikkate alarak yaptım. Zira referandumun üzerinden bir hafta geçmesine rağmen YSK’nın itirazlara verdiği karar, içeride ve dışarda tartışılmaya devam ediyor. Zedelenen güven duygusu, bir hukuk devletinde olmaması gereken durumlar, kamu vicdanını sızlattığı gibi, toplumda büyük kopuşlara neden oluyor.

OSMANLI ADALETİ

Cihan Padişahı Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul’un fethinden on yıl sonra Rum asıllı Mimar Atik Sinan’a, kubbesi Ayasofya’dan daha büyük bir cami yapması için emreder. Atik Sinan her ne kadar bu işe “Emrin başım üstüne” diyerek başlasa da yaptığı cami Fatih’in istediği ölçüde heybetli olmaz.
Fatih, yeni yapılan camiyi görünce “Kubbesi Ayasofya’dan daha büyük olsun...” emrine neden uyulmadığını sorar.
Mimar; büyük bir depremde caminin yıkılacağından korktuğu için kubbesini Ayasofya’dan daha küçük yapmak zorunda kaldığını ve bu yüzden sütunları kestirdiğini söyler.
Fatih, mimarın hem Ayasofya’yı özellikle kayırdığını düşündüğü için, hem de kendinden izin alınmadan böyle bir işe kalkıştığı için “Mermer sütunları kesen ellerin kesilmesi” emrini verir...
Kolu kesilen mimar Osmanlı Adaleti’ne güvenir ve “İstanbul’u fetheden, fatihler fatihi, Padişah Fatih Sultan Mehmet”i mahkemeye verip hakkını aramak
için Kadı Hızır Bey’e şikâyet eder.
Bizzat Fatih Sultan Mehmet tarafından atanmış, Osmanlı adaletini simgeleyen Kadı Hızır Bey, mimarı dinleyip dava açılması için haklı sebep olduğuna kanaat getirir ve Fatih Sultan Mehmet’in mahkeme edilmesine karar verir...
Fatih, mahkemeye gelir ve duruşma başlar. Fatih Sultan Mehmet mahkeme olmadan kendi cezasını verdiği için suçlu bulunur ve kadı kararını açıklar: “Padişahın mühür vurduğu sağ eli kesilecek.”
Fatih Sultan Mehmet, karara tepkisiz kalır bir tek cümlesine bile karşı gelmez. Bunu duyan Mimar Atik Sinan kulaklarına inanamaz ve kadıya yalvararak şikâyetini geri çeker. Kadı, bunu göz önünde bulundurarak, cezayı maddi tazminata çevirir ve mimara yüklü bir miktarda para verilmesine karar verir...
Mimar Atik Sinan huzurdan çekilince, Fatih “Eğer ki benim padişahlığıma aldanıp farklı bir karar verseydin kafanı kılıcımla koparırdım” der.
Kadı Hızır Bey, Fatih Sultan Mehmet’e dönerek “Eğer padişahlığına güvenip de benim verdiğim karara karşı gelseydin şu gördüğün topuzla senin kafanı ezer seni oracıkta öldürürdüm” der...
Ezcümle Osmanlı torunu olacaksanız önce Osmanlı’nın adaletine öyküneceksiniz...