Kötü siyaset iyisini kovar

13 Temmuz 2018 Cuma

İktidarda olmak veya muhalefette bulunmak fark etmez, demokratik hukuk devletlerinde her türlü eylemin, icraatın veya tutumun hukuki, siyasi ve ahlaki sonuçları olacağı varsayılır. Yetki ve tercih kullanma imkânı, sorumluluğunu yüklenmeyi ve elbette bu sorumluluğun bedelini de ödemeyi gerektirir. Demokratik olduğu iddiasındaki bütün sistemler çok sayıda istisna ve yaygın aksi uygulamalara rağmen, bu soyutlamaya dayanarak meşruiyet yaratır, otoriteye rıza talep edebilir. Bir süredir böyle bir pratiğin içinde yaşamadığımız gibi, bunun bir eksiklik olarak da sorgulanamadığı bir zemin var.
Siyasi kararla bir tren olmaması gerektiği kadar hızlandırılıyor, devrilip birçok insan ölüyor; madenlerin denetimi keyfi düzenlemelerle değişiyor, büyük bir felaket yaşanıyor; ihale sistemi saçmalığı ile iş savsaklanıyor yine tren devriliyor yine insanlar ölüyor; madenler özelleşiyor yine iş cinayetlerinde canlar yanmaya devam ediyor. Sonra, tamamen keyfi işleyen bir yargı sistemi sayesinde sorumlulular kimseyi ikna etmeyecek cezalarla sıyırıyor. Yetmiyor, idari ve siyasi sorumlular özel bir koruma ile tamamen konunun dışına çıkarılıyor.
Peki, siyasi sorumluluk ve bedel konusunda durum başka türlü mü? Bu sorunun cevabı da hayır. Madende ölmüş insanların yakınlarını bizzat yumruklayan, bazılarının tekmelenmesine rıza gösterenler siyasi bir bedel ödemiyor. Aldığı oyla hukuki ve siyasi sorumluluktan kurtulduğunu iddia edenler, aldıkları oyla milletvekili seçilenlerin hapisten çıkmasına izin vermiyor. Verilen keyfi demeçlerle bütün göstergeler oynatılıyor ama kriz riski yine başkalarına taşıtılıyor. Taciz yasasını engelleyenler, olmayan idamı vaat ederek oy alabiliyor.
Şimdi yeni sistem diye Türkiye’nin önüne konulan yönetim biçimi, sorumsuz yetkileri yasal kılıfa kavuşturuyor. Fiilen iki dudağın arasındaki kararlar kitabına uyduruluyor veya belki de zaten uygulanmayan “kitap” tamamen ortadan kalkıyor. Elde edilenlerle yapılabileceklerin sınırı genişleyecek, hukuki sorumluluk karşılığı ise zayıflayacak. Yapılabileceklerle, bunların yapılmasının bedeli arasındaki ilişki yeniden kurulamazsa bilinen sonuçlara şaşırma hali yine devam edecek. “Niye bir şey değişmiyor” sorusu yerinde kalacak.
Türkiye’de belki olduğundan da özel hissetttiğimiz bu durum, dünyada giderek yayılmaya başlayan bir eğilimin parçası aslında. Kamuoyu, medya baskısının merkezi sayılabilecek ABD, Trump gibi bir örnekle baş etmeye çalışıyor, baş edemiyor. Avrupa kendi kriterlerini zorlayan otoriterlik, ırkçılık rüzgârı altında. “Yeni siyasetin” parlak aktörü Macron, yeni yetkiler peşinde. Çoğu lider, fütursuz ve keyfi yetki kullanan otokratlara gıpta ediyor. Çılgın projeleri olmasa bile, “Adamlar yapıyor, bir şey de olmuyor” hali çok kıskanılıyor.
Türkiye’de demokrasi yandaşlarının yalnız hissetmesinde hem hazırlayıcı, hem seyirci olarak pay sahibi olan yerleşik demokrasiler siyaset krizi yaşıyor. Ekonomik tercihleri itiraz görmesin diye önce emek örgütlenmesini, sonra kamuoyunu ve sonuç olarak tüm siyaseti imha ettikleri için, ayrılıkçı, ırkçı, kontrolsüz kalabalıkların desteklediği dalgalarla sürükleniyor. Rahat kontrol etmek için çıktıkları yolda, kontrolü adım adım kaybedişlerini görüyor ama çaresizlikten aynı yolu zorlamaktan vazgeçemiyorlar.
Karşısına çok güçlü bir muhalefet çıkmasa da sürdürülmesi zor bir durum bu. Fakat, Türkiye’de olduğu gibi “tren kazasını politik mesele yapmayacağız” diyen veya “bir çiviyle nal, bir yiğitle ülke kurtarmak” isteyen muhalefet tarzı, bu sorunlu yaklaşımın ömrünü uzatıyor. Oysa, yapılan her şeyin siyasi alana taşındığı, yapabilme sınırının bedelle çizilebildiği bir durum ancak, bütün meselelerin siyasileştirilmesiyle mümkün. Dış politikayı, ekonomiyi ve hatta felaketlere yol açan yanlışları siyaset dışına taşımak “yapıcılıkla” açıklanamaz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eyvallah 10 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları