Koronavirüs salgınının, ekonomik etkileri itibariyle sözleşmesel ilişkiler açısından ele alınması, söz konusu salgının bir mücbir sebep olarak kabul edilip edilmeyeceği ve salgın nedeniyle tarafların sözleşmesel yükümlülüklerine riayet edemedikleri durumların neticeleri gibi konuların üzerinde durulması elzem hale gelmiştir.

Mücbir sebep; sorumlu veya borçlunun, faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun ya da borcun ihlâline, mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olaydır[1]. Yargıtay’ın tanımlaması ise “borcun ifasına engel olan ve herhangi bir kimse tarafından alınacak tedbirlere rağmen önüne geçilmesine imkân olmayan beklenmedik, harici ve borçlunun iradesi dışında meydana gelen bir olay, seçilemeyen ve karşı konulamayan bir hadise” şeklindedir[2].

Türk Hukuku’nda, ifa engellerinin yeknesak bir biçimde düzenlenmemesi, mücbir sebebin sürekli yahut geçici olarak ifa imkansızlığına neden olmasına göre uygulanacak hukuki kurumların ayrı ayrı incelenmesini zorunlu kılmaktadır. Bu sebeple koronavirüs salgınının sözleşmelere etkisi kapsamında önem arz eden hukuki kurumları, ortaya çıkabilecek ihtimaller dahilinde açıklamakta yarar vardır.

1. TBK M. 136 KAPSAMINDA EDİMİN İFA İMKANSIZLIĞI

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (“TBK”) 136. maddesi uyarınca, edimin yerine getirilmesi borçlunun sorumlu tutulamayacağı bir sebeple imkansız hale gelmiş ise borç sona erer. Bu durumda borçlu, ifanın imkansızlaştığını gecikmeksizin alacaklıya bildirmek ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.

Yargıtay bir içtihadında; yükün konşimento üzerinde gösterilen alıcısı tarafından teslim alınmadığı, konşimentodaki ihbar yerine bildirilmesine rağmen teslim alınmayan konteynerlerin liman sahasında beklediği yetmiş günlük süre için tahakkuk eden demuraj ücretinin ise toplam 1.095,00 USD olduğu, ayrıca konşimentoda konteynerlerin iade edilmemesi halinde demuraj ücreti ile birlikte konteyner bedeli tutarında tazminat ödeneceği ve üç konteyner için toplam 10.500,00 USD alacağın oluştuğunu belirterek, toplam 11.595,00 USD alacağın talep edildiği davada, 15.02.2011 tarihinde savaş başlamış olduğundan ve bu husus mücbir sebep olarak kabul edildiğinden, bu tarihten sonraki dönem için davalının sorumlu tutulmasının doğru olmadığı yönünde karar vermiştir[3].

Yargıtay’ın bir diğer kararında; ekonomik kriz nedeniyle yaşanan kaynak temini sorunu, basiretli bir tacir olması gereken yüklenicinin kusuru olarak değerlendirilmiş ve mücbir sebep kapsamında değerlendirilmemiştir[4].

Edimin yerine getirilememesinin borçlunun sorumlu tutulamaması sonucunu doğurması yanında, zararın artmaması için gerekli önlemlerin alınması da büyük önem arz etmektedir. Öyle ki, Alman Federal Mahkemesi bir kararında; petrol tedarik etmekte sorun yaşayan bir petrol tedarikçisinin uğradığı kayıplarda kusurlu olduğuna hükmetmiştir. Mahkeme kararına göre; tedarikçi, kriz kendini göstermeye başladığında rezerv biriktirmek için daha fazla miktarda satın alma gibi önleyici tedbirlere başvurmayı ihmal etmiştir. Karar, potansiyel değişiklik ile ilgisi olan tarafın önleyici tedbirleri almakla yükümlü olduğunun altını çizmiştir.

COVID-19’un yarattığı etkilerin, TBK m. 136 kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunu ele aldığımızda, “edimin yerine getirilmesinin imkânsız hale gelmesi” kriterinin önem arz ettiği görülmektedir. Örneğin, yüklenicinin tedarik ettiği malzemelerin üretim ve sevkiyatının COVID-19 nedeni ile durdurulmasından kaynaklı olarak edimini ifa edemeyecek olması, TBK m. 136 kapsamında olup borcun sona ermesine sebebiyet vermektedir. Bu durumda, sorumlu tutulamayacağı sebeplerle edimini ifa edemeyecek olan borçlu, borcundan kurtulur. Ancak edimin ifa edilmesi imkânsız hale gelmemiş, sözleşmenin yapıldığı sırada olduğundan daha güç hale gelmiş ise ifa imkansızlığı uygulama alanı bulmayacaktır.

2. TBK M. 138 KAPSAMINDA SÖZLEŞMENİN DEĞİŞEN KOŞULLARA UYARLANMASI

Taraflar, sözleşme ile bağlılık ilkesi uyarınca sözleşmeden kaynaklanan edimini sözleşmeyi ayakta tutmak adına yerine getirmekle yükümlüdür. Diğer yandan, sözleşme kurulduktan sonra hal ve şartların değişmesi mümkün olup, bu hal ve şartların değişmesi nedeniyle borçlunun borcunu yerine getirmesi aşırı derece zorlaşabilir yahut ek mali yükümlülükler getirebilir. Bu noktada sözleşme ile bağlı kalmak borçlu açısından çekilmez bir hal alabilir. Böylesine bir durumda borçludan borcunu yerine getirmesi beklemek, dürüstlük kuralına aykırılık teşkil etmektedir.

Sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olan koşulların, sonradan öngörülemez bir şekilde değişmesi neticesinde, sözleşmenin kurulduğu sırada mevcut şartlar ile sonradan ortaya çıkan şartların birbiriyle örtüşmemesi ve bu durum sonucunda borçlu için üzerine düşen edimi yerine getirmenin aşırı bir fedakârlığa yol açması hali, hukukumuzda aşırı ifa güçlüğü olarak tanımlanmaktadır. Aşırı ifa güçlüğünün, mevzuat kapsamında ele alındığı madde, TBK m. 138 olup, madde metni şu şekildedir:

III. Aşırı ifa güçlüğü

MADDE 138- Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.

Madde hükmünde de yer aldığı üzere, şartları mevcut ise aşırı ifa güçlüğü içerisinde bulunan taraf, yargı yoluna başvurarak hakimden sözleşmeye müdahale etmesini ve değişen koşullara sözleşmenin uyarlanmasını talep edebileceği gibi, bunun mümkün olmaması halinde sözleşmeyi sona erdirme hakkına da sahiptir.

Asıl mesele, mevcut durum ve şartların, TBK m. 138 kapsamında değerlendirilebilip değerlen-dirilemeyeceği noktasındadır. Bu kapsamda TBK m. 138’de belirtilen şartlar şu şekilde özetlenebilir:

1. Sözleşmenin yapıldığı sırada, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum ortaya çıkmış olmalı,

2. Durum borçludan kaynaklanmamış olmalı,

3. Anılan durum, sözleşmenin yapıldığı döneme nazaran, borçludan ifanın istenmeye devam edilmesinin dürüstlük kurallarına aykırılık oluşturacak derecede borçlu aleyhine değişmiş olmalı,

4. Borçlu, borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalıdır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 07.05.2003 Tarih, 2003/13-332 E. ve 2003/ 340 sayılı kararında, bu hususta şu ifadelere yer verilmiştir:

Sözleşme kurulduktan sonra ifası sırasında ortaya çıkan olaylar olağanüstü ve objektif nitelikte olmalıdır. Yine değişen hal ve şartlar nedeni ile tarafların yüklendikleri edimler arasındaki denge aşırı ölçüde ve açık biçimde bozulmuş olması şarttır. Uyarlama isteyen davacı fevkalade hal ve şartların çıkmasına kendi kusuru ile sebebiyet vermemelidir. Değişen hal ve şartlar taraflar bakımından önceden öngörülebilir; beklenebilir; olağan ve hesaba katılabilen nitelikte olmamalı veya olaylar, öngörülebilir olmakla beraber bunların sözleşmeye etkileri kapsam ve biçim bakımından bu derece tahmin edilmelidir.

COVID-19’un yarattığı etkilerin TBK m. 138 kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunu ele aldığımızda; sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen, öngörülmesi de beklenemeyen COVID-19 etkilerinin, taraflardan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıktığı ve ekonomiyi son derece olumsuz yönde etkilediği anlaşılmaktadır. Bu itibarla, borçludan sözleşmenin yapıldığı sıradaki hal ve şartlara göre edimini ifa etmesini beklemenin dürüstlük kuralına aykırılık teşkil edeceği şeklinde bir yorumda bulunmak, yanlış olmayacaktır. Örneğin; tüketicilerin kalabalıklardan uzaklaşması nedeni ile cadde veya AVM’lerde bulunan perakende işletmecilerinin ciddi ciro kayıplarına sebep olması söz konusudur. Kiracı, kira sözleşmesi akdederken COVID-19 riskini bilebilecek durumda olmadığından ve bu risk kiracıdan kaynaklanmadığından, somut olayda TBK m. 138’in uygulama alanı bulması mümkündür. Kiracı, kira bedelini ifa etmeden veya ihtirazi kayıtla ifa ederek uyarlama davası ikame edebilecektir. Kira bedelinin ödenmemesi, tahliye riskini de beraberinde getirdiğinden kira bedelinin ihtirazi kayıtla ödenmesi ve eş zamanda uyarlama davası ikame edilmesi tahliye riskini ortadan kaldıracaktır.

3. TBK M. 331 KAPSAMINDA KİRA SÖZLEŞMESİNİN OLAĞANÜSTÜ SEBEPLERLE FESHİ

TBK’nın 331. maddesi uyarınca; taraflardan her biri, kira ilişkisinin devamını kendisi için çekilmez hâle getiren önemli sebeplerin varlığı durumunda, sözleşmeyi yasal fesih bildirim süresine uyarak her zaman feshedebilir.

Kira sözleşmesinin önemli sebeplerle olağanüstü feshi, işlem temelinin çökmesi halinin uygulama hallerinden biridir. Olağanüstü fesih; taraflardan birinin, belirli ve belirsiz süreli borç ilişkilerini, bazı sebeplerin ortaya çıkması halinde tek taraflı irade beyanıyla sona erdirebilmesi imkânını ifade eder. Olağanüstü fesih için sürekli borç ilişkisinin ifası esnasında, önceden öngörülemeyen bazı sebeplerin ortaya çıkması ve bu nedenle borç ilişkisinin temelinin çökmüş ya da artık devamının taraflardan beklenemeyecek ölçüde değişikliğe uğramış olması gerekmektedir.

COVID-19’un yarattığı etkilerin TBK m. 331 kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunu ele aldığımızda; COVID-19’un kira ilişkisini çekilmez kılacak seviyede önemli sebep teşkil edip etmediği meselesi değerlendirilmelidir. COVID-19 nedeni ile taraflardan birinin ciddi ölçüde zarar etmesi mümkün olduğundan, önceden öngörülemeyen bu sebebin önemli sebep teşkil etmesi somut olaya göre mümkün olabilecektir.

4. KMK M. 20 KAPSAMINDA ORTAK GİDERLERE KATILMA BORCU

634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu (“KMK”) uyarınca ortak giderlerin ödenmesi, anagayrimenkulde faaliyetin devamlı olması niteliği uyarınca zorunludur.

KMK’nın 20.maddesinin c bendi uyarınca; kat malikleri ortak yer veya tesisler üzerindeki kullanma hakkından vazgeçmek veya kendi bağımsız bölümünün durumu dolayısıyla bunlardan faydalanmaya lüzum ve ihtiyaç bulunmadığını ileri sürmek suretiyle bu gider ve avans payını ödemekten kaçınmasının mümkün olamayacağı düzenlenmiştir.

Görüldüğü üzere kat malikleri ve bağımsız bölümlerden devamlı surette yararlananların, bazı ortak yer ve tesisleri kullanmadıkları gerekçesiyle ortak gider kalemlerini ödemekten imtina edemeyeceği düzenlenmişken, resmi bir merci kararı olmaksızın işletmeler tarafından mağazaların kapatılması nedeniyle anagayrimenkulün ortak gider kalemlerinin ödenmemesine imkân verecek bir definin ileri sürülmesi de güncel durumda olanaklı değildir. Ancak bu durumda imkânsızlık ve aşırı ifa güçlüğü durumları söz konusu olmakta, bunun sonucu olarak da ortak gider bedelinin indirilmesi söz konusu olabilmektedir. Bu bilgiler ışığında TBK m. 138 kapsamında ortak gider kalemlerinin ödenmemesi veya indirim yapılmasına yönelik uyarlama talebi ile dava açılması mümkündür.

Av. Hale Gündüz

------------------------------------------

[1] EREN, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2017, s.582.

[2] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 18.4.1984 T., 1984/139 E., ve 1984/426 K.

[3] Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 05.03.2014 T., 2013/12326 E., 2014/4189 K.

[4] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 6.12.2017 T., 2017/2821 E., 2017/1552 K.