Nitekim özellikle geçen haftadan itibaren ülkemizde de önemli yeni düzenlemeler getirildi. Daha önce paylaştığımız makaleler ile sizleri Korona Virüsü’nün iş hukukuna ve sözleşmelere etkisi konusunda bilgilendirmiştik. Bu makalemizde ise sizlerle, 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanun’unun 330’uncu maddesinin yürürlüğe konulmasına ilişkin 2279 Sayılı Cumhurbaşkanı Karar’ını (“Karar”) ve bu Karar’ın hem uygulanması hem de sonuçları ile ilgili hukuki değerlendirmelerimizi paylaşacağız.

A. İCRANIN VE İFLAS TAKİPLERİNİN DURDURULMASININ ETKİLERİ

22 Mart 2020 tarihli ve 31076 sayılı Resmi Gazete’ de yayımlayarak yürürlüğe giren 2279 Sayılı Cumhurbaşkanı kararı ile Korona virüs salgını nedeniyle 30.04.2020 tarihine kadar 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanun’unun 330. Maddesi yürürlüğe konulmuştur. Kararın özellikleri ve uygulama alanını aşağıda izah edilecektir.

1. Karar’ın Yasal Dayanağı

2279 Sayılı Cumhurbaşkanı Kararı şöyledir;

‘’ Madde 1-COVID-19 salgın hastalığının ülkemizde yayılmasını önlemek amacıyla alınan tedbirler kapsamında; bu Kararın yürürlüğe girdiği tarihten 30.04.2020 tarihine kadar, nafaka alacaklarına ilişkin icra takipleri hariç olmak üzere, yurt genelinde yürütülmekte olan tüm icra ve iflas takiplerinin durdurulmasına bu çerçevede taraf ve takip işlemlerinin yapılmamasına, yeni icra ve iflas takiplerinin alınmamasına ve ihtiyati haciz kararlarının icra ve infaz edilmemesine karar verilmiştir.’’

Karar’ın 2’inci maddesi gereği kararın yayımlandığı gün yürürlüğe gireceğine karar verilmiştir. Ayrıca bu kararın 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanun’unun 330’uncu maddesi gereğince verildiği belirtilmiştir.

2004 Sayılı İcra ve İflas Kanun’unun 330’uncu maddesinde ise;

‘’Salgın hastalık, umumi bir musibet veya harb halinde İcra Vekilleri Heyetinin karariyle memleketin bir kısmında veya bazı iktisadi zümreler lehine muayyen bir müddet için icra takipleri durdurulabilir.’’

denilmiştir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, 2004 Sayılı Kanun’un 330’uncu maddesi ülkemizde ilk defa uygulama alanı bulmaktadır. İlgili maddenin amacı maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere ortaya çıkacak doğal afet ve salgın hastalık gibi hallerde sosyal devlet anlayışı gereği vatandaşları koruma gereğidir. Bu sebeple maddenin yorumlanmasında özellikle kanun koyucunun sosyal devlet anlayışı gereği borçluları koruma isteği göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca, söz konusu düzenlemenin sadece 2004 Sayılı Kanun kapsamında yapılan işlemleri kapsadığı, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun uyarınca yapılan işlemleri kapsamadığını gözden kaçırılmamalıdır.

2. Karar’ın Uygulanması Açısından Bölge Sınırlaması Ve Süre Sınırlaması

Karar’da açık bir şekilde “yurt genelinde yürütülen’’ işlemlerin ve takiplerin durmasına karar verilmiştir. Yine kararın yayımlandığı ve yürürlüğe girdiği tarih olan 20 Mart 2020 tarihinden itibaren 30 Nisan 2020 tarihine kadar 2004 Sayılı Kanun’un 330’uncu maddesinin yürürlüğe girmesine karar verilmiştir.

2004 Sayılı Kanun’un 330’uncu maddesinde yalnızca ‘’icra takipleri’’ durur denilmesine rağmen, Karar’da konu hakkında ayrıntılı düzenleme yapılarak icra takipleri dışında iflas işlemleri ve ihtiyati haciz kararları dâhil edilmiş, Karar ile (i) İcra Takipleri ve İflas Takipleri, (ii)Taraf Takip İşlemleri, (iii) Yeni icra ve iflas takiplerinin alınmamasına, (iv) İhtiyati haciz kararlarının icra ve infaz edilmemesine, karar verilmiştir.

i. Yeni İcra Takipleri ve İflas Takipleri

Karar’da açık şekilde belirtildiği üzere 22.03.2020 ile 30.04.2020 tarihleri arasına icra ve iflas müdürlüklerince yeni icra ve iflas takibi alınması yasal olarak mümkün değildir. Yani hiçbir gerçek veya tüzel kişi başka bir gerçek veya tüzel kişiye icra ve iflas takibi açamayacaktır.

ii. Taraf ve Takip İşlemleri

İcra hukukunda yapılan işlemlerin, icra veya taraf takip işlemi olup olmadığının tespiti önemlidir. Zira kanun koyucu, icra takip işlemine farklı sonuçlar bağlamıştır. Bu sonuçlardan ilki, icra takip işlemi ile zamanaşımının kesilmesidir; ikinci sonuç ise, tatil-tâlik hallerinde kural olarak, icra takip işlemi yapılamamasıdır. Bu nedenle takip talebi gibi, icra takip işlemi niteliğini taşımayan işlemler tatil-tâlik hallerinde de yapılabilir.[1] Bu sebeple 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanun’unun ‘’Fevkalade Hallerde Tatil’’ başlıklı 330. Maddesi’nin uygulanması açısından icra takip işlemlerinin belirlenmesi önem arz edecektir.

İcra takip işleminin unsurları ise,

- İcra organı tarafından yapılma,

- Borçluya karşı yapılma

- Cebri icranın ilerlemesini sağlama

olarak üç başlık altında değerlendirilmektedir.

“Maddi hukuktan kaynaklanan hakkın yerine getirilmesini sağlayan bu çerçevede zor kullanma yetkisi de olan ve yetkileri kanun tarafından belirlenmiş organlar” cebri icra organı olarak tanımlanmaktadır.[2] İcra organları, asıl ve yardımcı icra organları olarak ikiye ayrılmaktadır. Yalnızca icra işleri için kurulmuş organlar, asıl icra organlarıdır. Bunlar icra dairesi, icra mahkemesi ve Yargıtay’ın icra-iflâs işleri ile görevli hukuk daireleridir. Asıl görevleri dışında icra işlerine de bakan organlar ise, yardımcı icra organlardır.

Bir işlemin icra takip işlemi olarak kabul edilebilmesi için icra dairesi, icra mahkemesi veya genel mahkemeler tarafından yapılması gerekir. Bu nedenle alacaklı, borçlu veya 3. kişilerin icra takibe yönelik işlemleri, “icra takip işlemi” olarak değerlendirilemez.

Takip işleminin icra takip işlemi olarak nitelendirilebilmesi için “borçlu” ya karşı yapılması gerekir. İcra organlarının alacaklıya veya 3. kişilere karşı yaptıkları işlemler icra takip işlemi değildir. Buna ek olarak, icra organlarının iç işleyişine yönelik işlemler de icra takip işlemi olarak adlandırılamaz. Cebri icrayı başlatan ve talebini elde etmek isteyen kişi alacaklı, diğer taraf ise borçludur. Borçlu, alacaklıya bağlı bir kavramdır. Alacaklının takip talebinde “borçlu” olarak gösterdiği kişi, borçlu sıfatını kazanmakta ve takibe ilişkin işlemler bu borçluya karşı yürütülmektedir. Bu anlamda icra hukukunda şeklî taraf ilkesi geçerlidir; alacaklının takip talebinde belirttiği kişi taraf olarak kabul edilmektedir.

İcra takibinde alacaklı ve borçlu dışında 3. kişiler de yer alabilir veya takip sırasında 3. kişilerin menfaatleri ihlal edilebilir. (Örneğin; 3. kişi, takip konusu alacak için rehin hakkı tesis etmiş olabilir (m. 146/I, 149/I, 149b/I) veya 3. kişilerin mal ve hakları borçluya ait olduğu düşüncesiyle haczedilebilir (m. 89, 94, 96-99, 228).) 3. kişiler, icra takibi veya takibin sonucu ile doğrudan ilgili olmasalar da, icra takibinde aktif bir rol oynamaktadır. Ancak bu durum, 3. kişilerin icra takibinin taraflarından biri olması sonucunu doğurmaz. 3. kişiler sadece, kendilerine ilişkin şikâyet ve davalarda taraf durumundadır. Bu nedenle 3. kişilere karşı yapılmış işlemler, “borçluya karşı yapılma” şartını yerine getirmediğinden icra takip işlemi olarak nitelendirilemez.

Borçlular arasında ihtiyarî takip arkadaşlığı varsa, icra organlarınca yapılan işlemin icra takip işlemi olarak nitelendirilebilmesi için borçluların tamamına karşı yapılması gerekmez. İşlemin sadece ilgili borçluya karşı yapılması, icra takip işlemi nitelendirmesi için yeterlidir. Zira ihtiyarî takip arkadaşlığında takip arkadaşları birbirinden bağımsız hareket edebilir.

İcra takip işlemi, cebri icranın ilerlemesini sağlayıcı nitelikte olmalıdır. Bu işlemler, alacaklıyı hedefine yaklaştıran işlemlerdir. İcra takip işlemi, alacaklının alacağını tahsili amacına yöneliktir. Ödeme emri, ödeme emrinin tebliği, itirazın kaldırılması, haciz işlemleri borçluya süre verilmesi icra takip işlemine örnek gösterilebilir. Ancak, paraların paylaştırılması (m. 138 vd.), icra takip işlemi değildir.

Karar’da belirtildiği üzere sadece ’taraf takip işlemleri’’ durdurulmuştur. Kararda teknik anlamda kullanılmayan taraf takip işlemi nitelendirilmesinin 2004 Sayılı İcra İflas Kanun’u gereği ‘’icra takip işlemleri’’ olarak kabul edilmesi gerektiğini kanaatindeyiz. Bu sebeple icra takip işlemi olmayan icra işlemlerinin devam etmesinin herhangi bir sakıncası olmadığı kanaatindeyiz.

iii. İhtiyati Haciz icra ve infaz edilmemesi

Öğretide uzun süre ihtiyati haciz işleminin niteliği hususunda tartışmalar olmuştur. Nitekim Hukuk Genel Kurulu’nun 23.1.2008 tarihli 2008/12-25 Esas 2008/3 Karar Sayılı[3] kararında;

‘’Bu nedenledir ki, ihtiyati haciz bir icra takip işlemi olmayıp, asıl icra takip işlemine yardımcı olan, güvence sağlayan, koruyucu nitelikte bir kurum ve bizzat icra takip işlemine dönüşmeye elverişli, yapılacak icra takibinden veya açılacak davadan önce uygulanan bir nevi tedbir işlemidir. İhtiyati haczin icra takip işlemi olmadığı hususu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun “İhtiyati haczin İİK. 289. maddesinde öngörülen takip yasağından sayılmayacağına ilişkin” 16.02.2000 gün ve 2000/12-49 Esas ve 2000/94 Karar sayılı; yine “ihtiyati haczin Türk Ticaret Kanunu’nun 662. maddesinde zamanaşımını kesen sebepler arasında sayılan takip talebi niteliğinin bulunmadığına ilişkin” 22.06.1968 gün ve 1967/805 Esas, 1968/475 Karar sayılı, ilamlarında da açıkça ifade edilmiştir.”

denilerek ihtiyati haczin icra takip işlemi olmadığı belirtilmiştir. Bu sebeple olsa gerek 2279 Sayılı kararda taraf takip işlemlerinin yanında ihtiyati haciz işlemlerinin durdurduğu açık biçimde belirtilmiştir. Ayrıca şunu belirtmek isteriz ki bu süreçte ihtiyati haciz kararı talep edilebilir ve ihtiyati haciz kararı verilebilir. Fakat ihtiyati haciz kararının icrası mümkün değildir.

3. 2279 Sayılı Kararın İstisnaları

Karar’da durdurulan takip ve işlemlerden, nafaka alacaklarına ilişkin icra takipleri istisna tutulmuştur. Bu sebeple nafaka alacaklarına ilişkin her türlü işleme devam edilebilecektir. Nitekim icranın durdurulma kararının amacı düşünüldüğünde nafaka takiplerinin istisna tutulması bu karar ile örtüştüğü kanaatindeyiz.

4. İflas Takiplerinin Ve Konkordato Taleplerinin Durumu

2004 Sayılı Kanun’un 330’uncu maddesinde iflas takiplerine ilişkin hüküm içermemesine karşın Karar’da açık şekilde icra takiplerinin yanına iflas takipleri de etkilenmiştir. Bu sebeple 30.04.2020 tarihine kadar takipli iflas yoluna gidilemez. Bu sebeple mevcut iflas ve tasfiyelerinin duracağının kabulü gerekir. Buna karşılık doğrudan iflas talepleri acil olması sebebiyle ve çekişmesiz yargı işi olduğundan fevkalade mühletin bu taleplerin ileri sürülmesine engel oluşturmayacağı kanaatindeyiz.

Karar’da borçlunun icranın durdurulması kararının yürürlükte olduğu süre içinde konkordato talebinde bulunmasına engel teşkil edecek düzenleme bulunmamaktadır. Fakat bu dönemde takip yapılamayacak olması sebebiyle borçlunun böyle bir talepte bulunmasında hukuken korunan bir yararı olmadığı kanaatindeyiz. Buna karşılık konkordato süreci bakımında yapılacak işlemlerin de fevkalade mühlet içinde durması ve sürelerin işlememesi gerekir. Nitekim alacaklıların toplanması, oy kullanması bu süreç içinde yapılmaması gereken işlemler olup, konkordatoda da süreler işlememelidir. Böylelikle kanundaki süreler 20 Mart -30 Nisan 2020 tarihleri arasında işlemeyecek bir başka ifade ile konkordato mühleti bu şekilde fiilen uzamış olacaktır.[4]

5. Uygulamada Ortaya Çıkacak Sorunlar

Karar’da tatil yanında, 30.04.2020 tarihine kadar taraf ve takip işlemleri yapılmayacağı belirtilmiş, taraf ve icra takip işlemi arasında ayrım yapmamıştır. Yukarıda ayrıntılı izah ettiğimiz üzere icra hukukunda “takip işleminin” teknik bir anlamı vardır. Bu teknik anlamın Karar’da kullanımının net olmaması sebebiyle uygulamada birçok sorun ortaya çıkabilecektir.

Uygulamada çıkacak sorunların önüne geçmek adına Adalet Bakanlığı İcra İşleri Dairesi Başkanlığı tarafından 24.03.2020 tarihinde 86420598-296/2543 Sayılı yazısında uygulamaya yönelik bazı hususların çözümlerini belirtmiştir.

i. Haciz İhbarnamelerine İlişkin Durum

Takip işlemleri yukarıda ayrıntılı izah edildiği üzere, taraf ve icra takip işlemleri olarak ikiye ayrılarak incelenir. İcra takip işlemleri icra organlarınca borçluya karşı yapılan, cebri icranın ilerlemesinin sağlayan işlemlerdir. Örneğin ödeme emri gönderilmesi, haciz, satış gibi. Taraf takip işlemleri ise genel anlamıyla takip alacaklısı ve borçlu tarafından yapılan işlemlerdir. İcra ve iflâs dairelerinin takip işlemleri, 30.04.2020 tarihine kadar yapılamayacaktır. Yani, tatil süresi içinde haciz ihbarnamesi (maaş haczi veya 89/1 haciz ihbarnamesi) gönderilemeyecektir.

Karar’dan önce gönderilmiş olan haciz ihbarnamesi için doktrinde yer alan bir görüşe göre, maaş haczi işleminin lafzi bir değerlendirme ile ilgili karardaki “taraf ve takip işlemi” kapsamında değil, bir muhafazaişlemi olması sebebiyle maaş haczine ilişkin kesintilerin devam etmesi gerektiği belirtilmiş; diğer bir görüş kapsamında ise kararın dayanağı olan İcra İflas Kanunu’nun 330’uncu maddesinin asıl amacının borçluyu koruyan sosyal bir hüküm olması sebebiyle maaş haciz kesintilerine icra takiplerinin durması ile birlikte devam edilmemesi gerektiği savunulmuştur.

Ve ne yazık ki, uygulama yeni olduğu için ileride doğacak olası bir davada Yargıtay’ın hangi görüşü benimseyeceği de belirsizdir.

Bu çerçevede Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2015/21790 E. 2015/30722 K. sayılı ilamı kapsamında da maaş haczi bir muhafaza işlemi olarak kabul edilmişse ve ilgili karar kapsamında yalnızca “taraf ve takip işlemlerinin durdurulacağı” belirtilmişse de, doktrinde savunulan ikinci görüş gibi biz de bu düzenlemenin ticari hayatta borçluyu koruma kastıyla yapıldığını, icra takiplerinin durması ile birlikte maaş haczine ilişkin kesintilerin de durması gerektiğini, bununla birlikte hâlihazırda UYAP sistemi üzerinden icra dosyalarına evrak gönderme seçeneğinin de kaldırılması ile maaş haczine cevap dilekçesi dahi sunulamıyorken, maaş hacizlerine ilişkin kesintilerin devam etmesinin doğru olmayacağını düşünmekteyiz.

Ne var ki bu konuda müvekkillerimize önerimizi sunarken, savunduğumuz görüşten ziyade, konuyu müvekkilimiz açısından olası sonuçları ve riskleri açısından değerlendirmek ve en az riskli olan görüşü önerme gereği duymaktayız. Zira önümüzdeki günlerde, Korona Virüsü sebebi ile ekonomik sıkıntılar yaşayan birçok şirketin geçerli nedenle işçi çıkaracağını, dolayısı bu görüş ayrılığı çerçevesinde maaş haczi ile birlikte esasen kıdem ve ihbar tazminatlarının nereye ödeneceği sorununun gündeme geleceğini, ödeme tutarları yüksek olacağı için de, öneride bulunmadan önce, her iki görüş açısından da ayrı ayrı ilgili görüşü benimsemenin sonuçlarının değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Bu çerçevede, doktrindeki ilk görüşe uygun şekilde hareket edilmesi halinde, maaş haczi uygulaması devam edecek ve işveren işçi ücretinden kesinti yaparak icra dosyasına tatil süresi boyunca ödeme yapacaktır. Bu durumda, işçi ücretinin haksız şekilde kesildiği iddiası ile sözleşmesini feshedebilir. Bu halde ortaya çıkacak olası bir davada, Yargıtay eğer ilk görüşü benimserse, işçi tarafından yapılan feshi haklı bulacak ve işçiye kıdem tazminatının ödenmesine karar verecektir. Dolayısı ile bu ihtimalde işveren açısından mevcut risk, işçinin kıdem tazminatı olarak görünmektedir.

Diğer yandan doktrindeki ikinci görüşe uygun şekilde hareket edilmesi halinde, maaş haczi uygulaması durdurulacak ve tatil süresi boyunca, işveren işçi ücretinden kesinti yapmayacak, icra dosyasına herhangi bir tutar ödemeyecektir. Bu durumda bilindiği üzere, maaş haczi yazısını tebliğ almasına rağmen dosyaya ödeme yapmayan işveren, ödeme yapmadığı süre ve tutarla sınırlı olmak üzere, dosyanın alacaklısına karşı sorumlu hale gelir. Bu çerçevede dosya alacaklısı, ikinci görüşü benimseyen ve dosyaya ödeme yapmayan işverenden, ödenmeyen kesinti tutarlarını isteyebilecektir. Dolayısı ile işveren işçiye zaten ödemiş olduğu maaş kesinti tutarını, bir de dosya alacaklısına ödemek zorunda kalacaktır. Bununla birlikte, eğer icranın durdurulduğu süre içerisinde, işçiye kıdem tazminatı ödenirse (ki yukarda belirttiğimiz üzere, önümdeki günlerde çok fazla sayıda fesih işlemi yapılacağını düşünerek, bu ihtimalin oldukça sık görüleceğini düşünmekteyiz.) dosya alacaklısı bu tutarın da icra dosyasına ödenmesi gerektiğinden bahisle, bu tutarı da işverenden isteyecektir. Dolayısıyla bu ihtimalde mevcut risk, dosya alacaklısına yeniden ödenmek üzere icra dosyasına ödenmeyen maaş kesintileri ve kıdem (ve ihbar) tazminatı olarak görünmektedir. Bununla birlikte elbette işverenin rücu davası ile işçiden dosya alacaklısına ödediği tutarı iade almak için dava açma hakkı bulunacaktır, ancak yargılamanın uzunluğu ve tahsil zorluğu gibi nedenler bu riskin tamamen ortadan kalktığını söylemeyi zorlaştırmaktadır.

Tüm bu açıklamalar çerçevesinde biz, konu ile ilgili doktrinde görüş ayrılığı olması ve konunun yeni olması sebebi ile henüz bir Yargıtay içtihadı da bulunmaması sebebi ile, her ne kadar doktrindeki ikinci görüşe katılıyor olsak da, olası riskleri açısından yaptığımız değerlendirme sonucunda, ilk görüşe uygun hareket etmenin daha az riskli olduğu gerekçesi ile, icra dosyalarına ödeme yapılmaya devam edilmesini daha uygun buluyor ve tüm müvekkillerimize bunu öneriyoruz.

ii. İhtiyati Tedbirleri Kararlarının Alınması Ve Uygulanması

İhtiyati tedbir kararının icranın durdurulduğu süresi içinde alınması ve uygulanması mümkündür. Zira Karar’da bu konu hakkında herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Bugüne kadar ise maddi hukuka göre açılacak davalar bakımından tatil uygulanmamaktadır. Keza açılmış ve görülmekte olan davaların ertelenmesine yönelik düzenleme yoktur.

iii. İcra Ve İflas Takipleri Ve Takip Hukukuna İlişkin Sürelerin Durumu

2279 Sayılı kararda icra ve iflas ve takip hukukuna ilişkin işleyecek süreler hakkında açık bir düzenleme yapılmamıştır.

Fakat Adalet Bakanlığı İcra İşleri Dairesi Başkanlığı tarafından 24.03.2020 tarihinde yayımlanan 86420598-296/2543 Sayılı yazıda ‘’ icra ve iflas takipleri ve takip hukukuna ilişkin sürelerin tatil süresince işlemeyeceği’’ belirtildiğinden 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanununun 56. Madde’sinde belirtilen talik hallerindeki sürelere ilişkin uygulamanın mevcut durumda uygulanmasının mümkün olmadığı ve icra ve iflas ve takip hukukuna sürelerin durması gerektiğini kanaatindeyiz.

iv. İcra Kasasına Alınmış Paraların Alacaklılara Ödenmesi

Borçlunun kendi inisiyatifiyle yaptığı veyahut icranın durdurulması kararından önce yapılan hacizlerin devamı niteliğinde icra dairesine yapılan ödemelerin borçlunun veya üçüncü kişilerin haklarını ihlal edip etmediği kontrol edilerek alacaklılara ödeme yapılmasında sakınca bulunmadığını kanaatindeyiz.

Nitekim, Adalet Bakanlığı İcra İşleri Dairesi Başkanlığı tarafından 24.03.2020 tarihinde yayımlanan 86420598-296/2543 Sayılı yazıda, ‘’İcra daireleri yapılan ödemeler kabul edilerek dosya kapsamında sıra cetveli yapılmasını gerektirmeyen ve borçlu veya üçüncü kişilerin haklarının ihlal edilmeyeceği anlaşılan durumlarda paranın alacaklılara ödeneceği’’ belirtilmiştir.

v. Ödeme Yapılması Halinde Haciz Ve Yakalama Şerhlerinin Durumu

2279 Sayılı kararın ve 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanun’unun 330. Madde ’sinin amacının salgın, doğal afet gibi felaketlerde borçluların menfaatlerini korumak olduğu göz önünde tutularak borçlunun ödeme yapması halinde haciz ve yakalama şerhlerinin kaldırılması borçlunun menfaatlerine aykırı olmadığından haciz ve yakalama şerhinin kaldırılmasına yönelik işlemleri yapabilmesi gerektiği kanaatindeyiz.

Zira, Adalet Bakanlığı İcra İşleri Dairesi Başkanlığı tarafından 24.03.2020 tarihinde yayımlanan 86420598-296/2543 Sayılı yazıda; ‘’dosya borcunun ödenmesi halinde veya alacaklı vekili talebi ile haciz ve yakalama şerhlerinin kaldırılabileceği, dosya kapama işlemlerinin öncelikle yapılabileceği’’ belirtilmiştir.

Av. Mehmet Murat İsen

Av. Güngör Ciğerli

Av. Ahmet İstif

Av. Merve TIĞ

------------------------------------------------

[1] http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2012-101-1197

[2] Buchi Alfred / Meier Isaak / Bosshard Urs, Grundzige des schweizerischen Schuldbetreibungsrecht, 2. Auflage, Zürich 1982, s. 37; FRITZSCHE/WALTERBOHNER, s. 128, Rn. 21. Ayrıca bkz. BGE 115 III 6 E. 5; Staehelin Adrian/Bauer Thomas/Staehelin Daniel, Kommentar zum Bundesgesetz über Schuldbetreibung und Konkurs SchKG I Art 1-82, Ettenheim 1998, s. 410, Rn. 25;

[3] (http://www.kazanci.com/kho2/ibb/ giris.htm).

[4] Pekcanıtez Hakan, 2279 Sayılı Cumhurbaşkanı Kararı Hakkında Değerlendirme