Sokağa çıkmadan geçireceğimiz bir hafta sonundayız. Henüz son alınan önlemlerin sonuçlarını görebilmiş değiliz. Tersine, bazı illerde vaka sayılarında yüzde yüzlük artışlar gözleniyor.

Bu günler de geçecek ve insanlık koronavirüsle olan mücadelesini geride bırakarak ilerleyecek. Ne pahasına ve ardında nasıl bir tortu bırakarak?

Daha önceki bütün pandemiler gibi, bu da bizi “geçmişten kopmaya ve yeni bir dünya düzenlemeye” zorlayacaksa, o yeni dünya nasıl bir yer olacak?

Buna bağlı önemli bir soru da, bir siyasal aktör ve özne olarak yeni bir dünya düzenleyecek olan “biz”in kim olacağı!

Pandeminin açtığı kapıdan, bir ütopya peşinde giderek daha dayanışmacı ve paylaşımcı, daha şeffaf ve özgürlükçü bir toplum için harekete geçenler mi, yoksa pandemiyi alt etmek adına şeffaflıktan ve demokratik değerlerden uzaklaşarak olağanüstü halleri kalıcılaştırma niyetinde olanlar mı?

Bilimsel bir yaklaşımla önlemler geliştirmeye çalışanların ve hemen her birimizin talep ettiği, rıza gösterdiği sokağa çıkma yasakları ve kapanmaların, bir tür OHAL’lerin, küreselleşerek kalıcılaşma riskiyle de karşı karşıyayız.

Bugüne kadar, kendisine demokrasi diyen çok sayıda ülkede pandemiyle mücadele adına özgürlükleri sınırlayıcı, hatta seçimleri erteleyen uygulamalar görüldü. Zaten demokrasi denilemeyen ülkelerde otoriterleşme eğilimleri güçlendi. Neyin neden yapıldığına ve yapılma nedenlerine dair veriler kamuoyundan, hatta uzman kuruluşlardan gizlenerek, güya etkin yönetim adına, korona ile mücadelenin başına ordu komutanının getirildiği ülkeler de oldu.

Oysa, böylesi büyük bir tehdit karşısında bütün toplumsal birikim ve enerjinin koordineli bir şekilde seferber edilmesi, çözümün parçası olabilecekleri artırabilmek adına da sorunu tüm boyutları ve çıplaklığı ile herkesle paylaşmak gerekirdi.

Türkiye bunun tersi bir yol izledi. Pandemiyle mücadelenin en önemli paydaşı olabilecek Türk Tabipleri Birliği (TTB) düşmanlaştırılarak süreçten dışlandı. Bilim insanları gerçek verilere ulaşamadı. Gelinen noktada, çizilen pembe tablolara ve çok ağızdan anlatılan başarı masallarına karşın, sağlık sistemi artık yaşayarak duymaya başladığımız bir yüksek sesle alarm veriyor!

Bugün birçok ülke halkı, bir yandan korona karşısında “can derdine” düşmüşken ve kuşkusuz o derdi aşmaya dönük önlemleri talep ederken, “yeni normal”in bir tür OHAL’e dönüşerek kalıcılaşma tehdidiyle yüz yüze.

Buna karşı çıkarken, öncelikle şeffaflık talep etmek gerekiyor! Şeffaflık olmadan ve gerçekte neyle karşı karşıya olduğumuza dair doğru verilere, doğru bilgiye sahip olmadan ne korona ile etkin mücadele ne de “yeni normal”in bir tür kalıcı OHAL’e dönüşmesini engellemek mümkün olabilir.

Korona ile mücadelede en başarılı ve en başarısız olan ülkelere bakıldığında, şeffaflığın ve demokratik değerlere sarılmanın başarıya engel olmadığı, tersine başarının garantisi olduğu görülür. Bu ülkeler arasında, ilk andan itibaren şeffaflığa ve demokratik değerlerine sarılan Yeni Zelanda öne çıkarken, ABD de gittikçe kötüleşen şeffaflık ve demokrasi karnesiyle koronaya karşı da en başarısız ülkeler arasında.

Virüse karşı “etkin önlemler” alınırken, o önlemlerin hangi veriler temelinde alındığına dair gerçek verileri talep etmek ve aynı zamanda “rızamızla oluşan OHAL”’in kalıcılaşmasına izin vermeyecek bir bilinç ve mücadeleyi yükseltmek zorundayız. Aslında, her zor durumu aşmanın reçetesi korona ile mücadele için de geçerli: Pandemiye karşı mücadelede başarı, demokrasiye rağmen değil, ancak demokrasi ile gelecek!