Medyadaki “tekel”leşme bir korku havası meydana getiriyor. Tek tabancalı medyadan demokrasi ve hürriyet havası beklenir mi?
Kaç sefer yazmak istiyordum, nasip bu güne imiş. Gerçeğe yakın bazı filmler vardır ki, adeta belgesel tadında ve bir o kadar da ürkütücüdür.
“Volhynia” filmi de bunlardan biri. Polonyalı ve Ukraynalıların birlikte yaşadığı köyde genç bir kız, Polonyalı dul ve zengin biriyle evlenmeye zorlanır.
Dikkati çeken nokta, filmin bir aşk hikâyesi olmadığıdır. Tam tersi, korkunç etnik bir trajediyi dillendirir.
*
Özellikle bazı ayrıntılar var ki, insanoğlunun milliyetçilik ve mezhep adı altında nasıl vahşileşebileceklerini gösterir.
Filmin ilk sahnelerinde sergilenen düğünde gerek Polonyalılar, gerekse Ukraynalıların ortak danslarıyla, yüzyıllardır birbiriyle barış içinde görebiliyoruz.
Filmin ilerleyen dakikalarında insan kanını donduran sahnelere şahit oluyorsunuz. Yıllardır birbiriyle gelin alıp veren, komşuluk ilişkileri ve arkadaşlıkları olan insanların birbirini nasıl boğazladıklarına şahit oluyorsunuz.
Etnik yapılanmanın insan duygusuna nasıl hakim olduğunu ve vahşileşebildiklerini ve karanlık yüzünün neler yapabileceğini görebiliyorsunuz bu filmde… Hatta izledikten sonra tek teselliniz, bu görüntülerin birer film karelerinden ibaret olduğu gerçeği.
Film, kuşku yok ki, savaşın kötü yönlerini çaresizliğini bütün çıplaklığı ile gösteriyor.
*
Elbette ki, yeryüzünde şu an film sahnelerini aratmayan öylesine çok olaylar var ki… İslâm coğrafyasında yaşananların aslında 100 tane “Volhynia” filmi çıkarabilirsiniz.
İsrail’in, Filistin’lilere uyguladığı zulüm, Suriye’de yaşanan katliâm, Yemen olayları… Mısır, Somali… Hangi birisini sayalım ki?
“YA BENDENSİN, YA DÜŞMAN” DOKTRİNİ
Geçenlerde eski bir yazar dostumla bir araya geldim. Geçmiş günlerden bahsettik. O kadar geçmiş değil hani, 28 Şubat dönemini filan konuştuk.
Bu sohbeti ederken, aslında biz gazeteciler olarak, basın toplantılarına katıldığımızda her türlü medya mensubuyla çok rahat problemlerimizi konuşup, dertleşebildiğimizi hatırladım.
Hele, dindar medya grubunun dili “bir”di. 28 Şubat döneminde el birliği ile post/modern darbeye birlikte göğüs germiştik.
Öyle ki, “kartel medyası” dediğimiz gazetelerin muhabir veya yazarları ile birbirimizi ötelemeden medyanın meselelerini çok rahat biçimde konuşuyor, tartışıyorduk.
Ama ya şimdi?
“Kartel medyası” tarih oldu. Dindar medya kalmadı.
Onun yerine “yandaş medya” türedi. “Ya bendensin, ya düşman” doktrini ile hareket ederek, güç ve iktidarın sözcüsü durumuna düşen kalemşörler boy gösterdi.
Medyadaki “tekel”leşme bir korku havası meydana getiriyor. Tek tabancalı medyadan demokrasi ve hürriyet havası beklenir mi?
Görünen o ki, satılık kalemler tarafından “Volhynia” durumu yaşıyoruz. Dün kardeş bildiğimiz medya grupları, bu gün müthiş kin ve adavet duygusuyla Yeni Asya’yı yok etme planları güdüyor.
Bu tahammülsüzlük niye?
İnsanların kalem sahibi olduklarında ne kadar karanlık yönü varsa, ortaya çıkıyor. Bastırılmış duygularını Yeni Asya düşmanlığı üzerinden açığa çıkarıyorlar. Ne kadar vahşi ve barbar yönleri varsa kalemlerinden damlayan salyalardan görmek mümkün.
İftira atanlar, yarın iftiraya maruz kalır.
Çamur atanlar, çamur içinde boğulur gider.
Edep, insaf ve yazık diyorum.
Son sözüm: Edipler edepli olmalı!
Hem de, edebî İslâmiye ile müteeddip olmalı. Ve onların sözleri, kalb-i umum-i müşterek-i milletten bitarafane çıkmalı. Ve matbuat nizamnamesini, vicdanınızdaki hiss-i diyanet ve niyet-i halise tanzim etmeli.
Yok başka yol!