Komprador

Malum, İslamcı hareketimizin modern tarihi devletin kucağında ve Komünizmle Mücadele Derneklerinin yamacında başlar. İslamcımız, üzerinize afiyet, biraz İngilizci, Amerikancı ve hatta Almancıdır. 19. yüzyılın sonundaki Osmanlı-Rus harbinden bu yana asıl düşmanı “Moskof” olarak belirlemiştir. Çar’ın alaşağı edildiğine, yeni bir dünya kurulduğuna, sosyalizmin geldiğine aldırmaz, kafa yormaz. Moskof Moskof'tur.

12 Eylül öncesinde toplaşıp yürürlerdi. Yine böyle şalvarlı, takkeli, çok sakallı ve az bıyıklıydılar. Gözde sloganları şuydu: “Tip tip tipsizler, Allahsız Komünistler, Amerika gitsin Rusya mı gelsin? Şeriaat şeriaat!” Öyle ya, Amerika giderse Rusya gelmez mi? O halde? En iyisi Amerikancılık… Kaldı ki cihatçılık da, ümmetçilik de nihayetinde Müslümanları İngilizlere ve Ruslara karşı kışkırtmak üzere yapılmış bir Alman icadı değil mi?

Güvendikleri Batılı merkezlerde kendilerine karşı hava değişeli beri tuhaflaştılar biraz yalnız. Bazen kıbleyi Moskova’ya bile çeviriyorlar. Dediklerine bakılırsa artık yerli ve milli olmuşlar… Ama fıtrat müsait değil.  Komünizmle Mücadele Derneğinden, Kanlı Pazar’dan yerli ve milli ne çıkar? Hiç. Bu yazı o hiç üzerinedir.

***

1990’lı yıllarda Ortadoğu’nun en laik ülkesinde bir “İslamcı iktidar” döneminin kapısının aralandığını herkes görüyordu. Nasıl olacaksa, “Modern, laik bir Müslüman ülke” planı yürürlükteydi. O sırada Sovyetler Birliği çözülmekte, arka bahçesinde yeni devletçikler türemekteydi. Çoğu Türk ve Müslüman kökenliydi. Türkiye’de laikliği biraz törpüleyip biraz İslam ilave ettin mi bu yeni devletçilikler için mükemmel bir model ortaya çıkmış olacaktı. Bir taşla birkaç kuş! MİT’in kıyısında TİKA kuruldu ve Türki Cumhuriyetlerin üzerine salındı. Irak’la başlayan sürece bakılırsa Ortadoğu haritası da değişecekti. Türkiye için biçilen rolü Özal dillendirmişti; Türkiye bu süreçte alması gerekeni almalıydı. Bunun biricik yolu da Amerikancı çizgide ısrardı.

Arada kısa Demirel molası ve Tansu Çiller, Mesut Yılmaz yol kazası yaşandı. Bu çapsızların planı ileri taşıyamayacağı belliydi. Tek yol hızla yükselen RP üzerinden yürümekti. AKP için yolun düzlenişini anlatıyoruz…

Nasuhi Güngör AKP’ye çok yakın bir gazeteci. Şimdi havuzda mukim pek çok gazetede vaktiyle çalıştı, yazdı. Yakın zamana kadar TRT Haber Dairesinin başındaydı. İstifa etti, ayrıldı. İstifasının nedeni Ahmet Davutoğlu ile ilgili sözleri ve kurumdaki akıl almaz cemaat kadrolaşması. Kişisel tarihiyle ilgili değiliz. Güngör’ün artık bulunamayan çok önemli bir kitabı var: “Yenilikçi Hareket” adını taşıyor. Konusu Milli Görüş’ün parçalanması ve parçalardan birinin AKP’ye dönüşümüdür. Esası ise yeni partinin doğumuna yol açan ABD ve İsrail müdahaleleri. Gazetecinin sözünü etmemiz de o nedenle. Özetle aktarayım:

Nasuhi Güngör’e göre ABD daha 1990’lı yılların başında Necmettin Erbakan’ın partisine “daha genç” bir lider arayışına girişmişti. Hatta Türkiye’deki temaslarında açıkça Tayyip Erdoğan’ın adını zikrediyorlardı. Çünkü Amerikan muhibbi Turgut Özal, ABD’lilere Türkiye’ye çeki düzen verilmesi için yapılması gerekenleri etraflıca anlatmıştı. Erbakan’ın partisi istikbal vaat ediyordu ama bazı eksiklikleri vardı. Başındaki kişi çok yaşlıydı, genç biri bulunmalıydı mesela. Partinin İsrail’e ve Yahudilere karşı tavrı sertti, yumuşatılmalıydı. Ayrıca Erbakan’ı fazla zeki ya da bir başka deyişle az kullanışlı buluyorlardı Amerikalılar. Yenilik şarttı. Yenilenme Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’le olacaktı…

Yaklaşmakta olan fırtınayı sezen Erbakan kaçamak oynuyor, Rusya’ya, hatta İran’a yanaşmaya yelteniyordu. 1996’daki İran gezisi ve orada imzalanan doğalgaz anlaşması sonu için başlangıç sayıldı. Erbakan’ı her yönden sıkıştırdılar, kuşattılar. 1997’deki ABD ziyareti bu kararı değiştiremedi. İşaretler, RP içinde bir “yenilikçi hareket” ortaya çıkarsa ABD’den destek görmesinin yüksek ihtimal olduğu anlamına geliyordu. ABD’den yanlış anlamalar için aman dilendi, Yahudi kuruluşları ile sıcak temaslar sağlandı. Sonra İsrail Dışişleri Bakanı David Levy Türkiye’yi ziyaret etti. Nihayet Erbakan’ın direnci kırılmıştı. Kıranlar ABD, İsrail, ADL (Anti Defamation League), Genelkurmay ve Abdullah Gül’dü. 28 Şubat fırtınası tam o anda patladı. O müdahale ile Erbakan kapatıldı ve Tayyip Erdoğan için yol açıldı. AKP’nin 28 Şubat ürünü olduğu AKP’ye yakın gazeteci Nasuhi Güngör’ün tezidir.

O tarihteki tartışmalara ve siyasi kırılmalara bir de böyle bakmayı öneriyorum. ABD Türkiye’ye yeni bir rol biçmişti. Ortadoğu, “Büyük Ortadoğu” olacaktı. Bunun için orada sıkı bir “İsrail-Türkiye işbirliği” gerekliydi. Ama iktidarın en önemli adayı Milli Görüş ayak sürümekte ısrar ediyordu. Daha ısrarsız ve daha uyumlu yeni aktör arayışının arkasında böyle bir ihtiyaç vardı.

Ortamı hazırlama görevi Orgeneral Çevik Bir’deydi. O da bunu ABD’deki Yahudi Lobisi, özellikle de JİNSA üzerinden yürütüyordu. RP’ye rağmen İsrail ile ilişkileri sıkılaştırdı ve Erbakan’ı bu ilişkileri onaylamaya zorladı. Erbakan olup bitenleri ve oldubittileri eli kolu bağlı izledi. Önüne getirilen anlaşmaları imzaladı ama bunu kerhen yaptığını hiç saklamadı. Washington Enstitüsü’nden Alan Makovsky o tarihte durumu şöyle özetlemişti: “Türkiye müttefiktir, Erbakan ise dost değildir.” Öyleyse Türkiye liderini (Erbakan) ordunun kontrolünde tutmalıydı.

***

Ne hoş; sadece İslamcılarımız değil, bir bütün olarak sağcılarımız Amerikan refleksleri konusunda pek hissiyatlıdır. ABD’nin arzularını sezerler, hemen ona göre hiza alırlar. ABD’nin RP üzerinde operasyon yaptığı o yıllarda RP’ye katılmış sağcılar bu hassasiyetin delili. Mesela Cemil Çiçek, Ali Çoşkun, Abdülkadir Aksu, Aydın Menderes, Melih Gökçek, Nazlı Ilıcak o yıllarda RP’ye katılmış. Hatta Melih Gökçek’in yenilikçiliği Abdullah Gül tarafından engellenince o da adamı Erhan Göksel aracılığıyla doğrudan ABD’lilerin kapısını çalmış, “yeni hareketinizin liderliğine adayım” falan demiş…

Anlatılan kısa AKP tarihidir. Nasuhi Güngör’ün deyişiyle sağın eskileri bir kez daha kırpılıp yenilikçi yapılmış, AKP yola öyle koyulmuştur.

***

Fakat yenilikçilere yolu açmak için “küçük, tatlı dokunuşlar” gerekliydi. Onu da her zaman olduğu gibi yine askerler yaptı. İslam şarttı ama “laik Müslüman ülke” planına uygun makul bir yorum yapılmalıydı. Yaşar Nuri Öztürk’ün ve Süleyman Ateş’in de içinde olduğu bir grup ilahiyatçıyı topladılar. “Gerçek İslam”ı bulup ortaya çıkarmalarını istediler. Gerçek İslam, Türk İslam’ı veya Anadolu İslam’ı olmalı, üzerine sinmiş Arap kokusu mümkün olduğu kadar silinmeliydi. Askerler, İslamcı hareketi ancak İslamcılıkla zapturapt altına alacaklarına inanıyorlardı. 28 Şubat müdahalesidir.

Hem yenilikçi harekette, hem de 28 Şubat’ta açık bir ABD-İsrail parmağı vardır. O yıllarda zikredilenleri aktarayım: “Kravatlı ve çağdaş görünümlü Erdoğan’ı, Erbakan’a tercih ederim”… Kim demiş? Morton Abromowitz. “Yenilikçi hareket, Türkiye’deki İslamcıların öncüleridir.” Kim demiş? Graham Fuller.

Tayyip Erdoğan'ı ilkiyle tanıştırmışlar. Abromowitz, o tanışmada Tayyip Erdoğan’a “Türkiye’nin geleceği için çok önemlisiniz” demiş. O sözden sonra Erbakan’ın veliahtlığından “geleceğin lider adaylığı”na terfi etmiş. Kitaptan aktarıyorum.

Abromowitz-Erdoğan buluşmasına aracılık edenlerden biri gazeteci Ruşen Çakır. Sonra malum, İslamcı hareket uzmanı oldu arkadaş. Bir de Özal’ın avukatı Münci İnci ve Mehmet Metiner’in adı geçiyor ki pek manidar bir fotoğraftır. Sonra, Münci İnci’nin evinde ABD yetkilileri ile Tayyip Erdoğan’ı buluşturan bir “brunch” düzenlemişler. Katılan isimlerden bazılarını sayalım: Yalım Erez, Bülent Akarcalı, Nazlı Ilıcak, Tuğrul Türkeş, Tezcan Yaramancı, Erol Mütercimler… Arkasından TÜSİAD’ın kapısı çalınmış. Cüneyd Zapsu ile o toplantılarda tanışılmış, harekete davet edilmiş. Büyük resme bakma meraklılarına notumuz olsun.

Nasuhi Güngör’ün aktardığına göre Tayyip Erdoğan’la Fethullah Gülen arasındaki ilk görüşme de 2000 yılında ABD’de gerçekleşmiş. O görüşmeden sonra Yenilikçi Hareket, Gülen hareketinin gözdesi olmuş. Siz “ittifak kuruldu” diye anlayın.

***

Hızlı yükseldiler ve çabuk düştüler. Çıkaranlar indirmeye hazırlanıyordu. Cüneyd Zapsu koştu gitti, yıl 2006. Washington’da American Enterprise Institute’de muktedirlere yalvardı: “Delikten aşağı süpürmeyin, kullanın!” dedi. Zapsu’nun gerekçeleri şuydu: Müslüman dünyada kendi inançları nedeni ile çok itibarı vardı. Aynı zamanda Batı tipi demokrasiye, seçimlere inanıyordu.

Peki, şimdi Müslüman dünyada itibarı var mı? Yok. Demokrasiye ve seçimlere inanıyor mu? Haşa. Kral ilan etti kendini. Ama o arada kullanma süresi doldu, tek başına öyle kalakaldı. OHAL ilan etti, millete sopa sallayarak ayakta durabiliyor. Kontrolden çıkmış hırsı ve hiddetinin tek nedeni de arkasından desteğin çekilmekte olduğunu görmesi.

İslamcımız, üzerinize afiyet, biraz Amerikan muhibbidir. Allahtan çok ona güvenir. Bir dediğini iki etmez. Emir kuludur. Teslim eder vatanın her karış toprağını.

Nitekim az zamanda ülkeyi parsel parsel sattılar. Ne kaldı elde? O emperyalist merkezden bu emperyalist merkeze koşup, “süpürmeyin” diye yalvarmak.

“Yerli ve milli” falan diye lafı uzatmaya gerek yok. Biz onlara kısaca komprador diyoruz!