Kız kardeşler

Sinemayı çok severim. Çocukluğumun en eski anılarının çoğu, seyrettiğim siyah-beyaz filmler üzerinedir.

Fırsat buldukça hâlâ, eşimle birlikte sinemaya gidiyoruz. Doğaldır ki , bunca yıllık sinema seyircisi olmanın verdiği cesaretle(!) hem izlediğim filmleri titizlikle seçiyor, hem de eleştirmek hakkını kendimde görüyorum.

Geçen hafta bir Türk filmine gittik. Yönetmenliğini Emin Alper'in yaptığı, "Kız Kardeşler" isimli filme.

Türk sinemasını hiç küçümsemem. Tam aksine, o vurdulu-kırdılı, öksüz çocuklu, zengin kız-fakir oğlan ya da tam tersi, zengin oğlan-fakir kız şablonlu, "n'ayır"1ı, "n'olamaz"lı filmlerin, Anadolu'nun gariban halkının -neredeyse- tek eğlencesi, tek "görgü artırıcı" görsellik olduğuna inanırım.

Yılmaz Güney'den Ertem Eğilmez'e uzanan bir çizgide insanlarımız hem sefaleti ve öfkeyi, hem de iyimserliği ve eğlenceyi bir arada sindirmişlerdir.

"Kız Kardeşler" filmine, doğrusu yüksek beklentiler ile gittim. Aslında konu ve mekan günümüz yaşamından bir hayli geride idi. Artık örneği pek kalmayan, "dökülen" bir köyde geçiyor film. Üç kızını kente "besleme" olarak göndermeye çalışan, onların sırtından geçinen bir "baba"; onun kızları ile ilişkileri; kızların birbirleri ile ilişkileri ana temayı oluşturuyor.

Ancak ne var ki biz bunları filmde "göremedik". Konuşmalardan anladık. Çünkü film baştan sona kapkaraydı. Hâttâ ben bir ara, "yeni katarakt ameliyatı olduğum gözlerimden şüphelendim. "Aman Allahım, lensler mi attı, kör mü oldum?" diye düşündüm. Ama eşimin söylenip durması, gözlerimde bir kusur olmadığına beni inandırdı.

Film bittiğinde Eser (eşim), hiç bir şey görmediğinden, oyuncuların yüzlerini bile seçemediğinden şikayet etmeye başladı. Haklıydı; filmde gündüz sahneleri "karanlık", gece sahneleri ise "zifiri karanlık"tı.

Ben gene de ona itiraz ettim. "Bak..." dedim, "...bu film son derece gerçekçi bir film. Dünyanın hangi milletinden bir seyirciye seyrettirsen, bu filmin Türkiye'de geçtiğini hemen anlar. Bir kere oyuncuların bazısı İç Anadolu şivesi ile konuşurken bazısı Ege şivesi ile konuşuyordu.  Bu ülkemizin "kozmopolit" yapısına işaret eder.

"Filmde bir kar yağdı, köyün yolu kapandı; kar küreme aracı bir türlü gelmedi. Sorumlu muhtar işe yaramaz bir ayyaş çıktı". İki saate yakın, yüzlerini bir türlü göremediğimiz oyuncular, tıpkı bizim siyasetçiler gibi, kâh birbirlerine yağ çektiler kâh kavga ettiler".

"Filmde işsizlik yüzünden bir intihar oldu. Bir "damat" dayak yedi. Kim olduğunu, kadın mı erkek mi olduğunu bile anlamadığımız bir zat, karların üstünde takla atıp  durdu".

"Ve en önemlisi bu memleketin üzerine hiç güneş doğmadı!",

bundan daha gerçekçi bir Türk filmi olabilir mi?"

Eşim sustu kaldı.

Önceki ve Sonraki Yazılar