Durmak: En iyi durmak; s/özünde durmak...
Tartışmak: Dostlarınızla tartışmayın. Hele yabancılarla hiç... Değilse pişmanlık kalıyor geriye.
Etli sütlü: Etliye sütlüye karışmayan; hayata karışmış olur mu?!
Seçim: Siz, dünya elimden çıkmasın diyorsanız; seçtikleriniz ahiret peşinde olamaz!
Futbol: Gazeteler sadece futbol yazsın o zaman! Bu ne kadar futbol haberi... Futbolla mı kalkınıyor ülkeler... Aşırı, ifrat, fazla, israf, abartma, şişirme olmuyor mu bu kadarı!
Hatıralar: Paslanan yanlarımıza bir fırtına olur. Kâh kar olur yağar kâh coşkun sular gibi önünde ne var ne yok yalayıp yutup... evet, evet... hatıralar; hatırlatır da hatırlatır. Ne kadar arkadaş canlısıdırlar!
Olmazsa olmaz: Beka ve lika... İlla...
Yabancılık: Birbirimize ve dahası kendimize çok uzak ve çok yabancıyız.
Hürriyet: Ah, ah! Hürriyet! Çok nazlı çok pahalısın... Namık Kemal aradı; bulamadı. Ne efsunkâr imişsin, dedi. Said Nursî, hürriyetsiz yaşayamam, dedi. Orhan Veli de gördü; esaretin kara yüzünü. Kelle fiyatına hürriyet; /Esirlik bedava... dedi. Gün yüzü görmedi; azıcık düşünenler. Ahmet Haşim, bu işlere pek bulaşmadı. Melâli anlamayanları tanımazdı. Hep kaçmak istedi insanlardan. Yahya Kemal, rüzgârların hürriyetine imrendi. Esaret varsa bir yerde; insan~lık nerede diye diye gittiler.
Yaşamak: Her nefesin ilk ve son olduğunu bilmek...
Hatırlamak: Unuttuğun şehir olsun; Gam değil; Kendini hatırlarsın!
Arayış: Hangi partiyi mi tutuyorum?!... Amma da soru, ha! Ben bir bütünüm; parti; parça bölük demek... Kim kimi tutsun?! Soru mu bu! Bir de hangi grup, hangi cemaat? Hangi dernek, hangi tarikat?!... Bunlar da soru değil; Hakikat arıyorum; hakikat...
Türkçe: Birinci meselemiz “dil” diyorum; gülüp geçiyorlar. Önce Türkçe, işte! Yoksa insanları “tane” diye saymaya kalkarsın... yârelersin bizi. Ve kim saysın sizi!
*
Manşet karası: Unuttuğumuzda yaşamayı; Manşetler kararıyor; Biraz hatırlamak; lütfen!
*
Acele: Acele etme;
Yolu kaçıracaksın!
Geç kalacaksın!
“Koşmana gerek yok ki..
Hayat yolu zaten kısa..”
*
Eylül: Eylül hem ölüme benziyor, Hem ayrılığa... Hem de seviyoruz gelince.
Kelime: Edebiyatta söz sanatları vardır; ve kelimeler kâh aynadır kâh perde... İlk anlam, yan/ındaki anlam, can/ındaki/mecaz anlam... Peşin hükümler; çok zaman vadeli de müşteri bulmuyor. Daha bir teennî... Kavvasiyet...
Uyku: Sızdık kaldık mı yüz yıldır, iki hattâ beş yüz yıldır?
Veda: Ben Eylülü tanırım; Bir gurbet akşamına benzer! Odalara düşen veda kokusu...
Unutuş: Acılar o kadar üst üste ki... Ekmeğin kokusu nasıldı?!...
Eylül yakınlığı: Eylül... Yakama yapışık gibi... Sokuluyor incecik yanlarıma; Bana âşık gibi!
Üslûp: Üslûbumuz “üslup” olana kadar konuşmasak kim küser!
Almak vermek: Kendiniz gibi birinden bir şey alırken ağırlaşıyor; verirken hafifliyorsunuz!
Bir şehir fotoğrafı: Selâm verecek kimseniz yoksa; Şehirler çok tenha...
Slogan: Düşüncenin olmadığı her yer slogandır.
Gece: Gece; ooh! Sükûnet sığmıyor dünyaya!
Hişt: Bunca gürültü ortasında; Yaşamayı unutur insan; Susssss!
Edebiyat: Edebiyat... Estetik hallerin... En ince dillerin... Mevsimlerin selâmının kapısına bırakır bizi.