Kahveciyi 1981’den beri tanırım. Vakıflara ait bir yerde kahvecilik yapar. İstanbul’un müşterisi en fazla kahvesi olduğu kanaatindeyim. Çok geniş olmasına rağmen yer bulmak için birilerinin kalkmasını beklemek gerekir. Ben de senede bir defa ona uğrar, uzunca oturur ve senelik orijinal olayları ondan dinlerim. Patron anlatıyor: “Sabahleyin işçilerden önce geldim. Mevsim güz. Sırtımı kahvenin duvarına dayadım, göğsümü güneşe verdim, çömelmiş vaziyette oturuyorum.
Her gün kahvehanenin önünden geçen 15-16 yaşlarında sakalları yeni çıkmaya başlamış, köse olduğu için sakalı da sayılabilecek durumda olan delikanlının geldiğini gördüm.
El işaretiyle onu çağırdım, geldi. ‘Oğlum, üzerimde hiç para yok bana bir ekmek parası verir misin?’ dedim. Çocuk elini şalvar tipli pantolonun cebine attı ve önce saydı, birazını cebine koydu kalanını bana verirken, ‘Kendime gidiş ve geliş için otobüs bilet parası ayırdım, geri kalan da bu’ diyerek bana verdi.
‘Oğlum, ben buranın işletmecisiyim, sağ ol, sen nereye giden her gün böyle?’ ‘-Kur’an kursuna.’ ‘Okuldaki arkadaşlarının sayısını, ayakkabı numaralarını belirle ben hepsine kışlık ayakkabı göndereceğim’ dedim ve yaptım.
1980’li yılların ünlü savcılarından biri, her gün iş çıkışı benim buraya arkadaşlarıyla gelir, masada istediklerini yerler ve içerler.
Çok ahlaksızdı. Haklı adamdan bile rüşvet alırdı. Fuhuşçuların korumasıydı ve bir gün hanımı da fuhuş malzemesi oldu.
Bir gün ikimiz baş başa ikindi üzeri otururken baktım o delikanlı evine dönüyor.
Savcıya, ‘Şu delikanlıya dikkatle bak’ dedim, o önümüzdeki yoldan geçip gidinceye kadar o çocuğa ikimiz dikkatle baktık.
‘Tamam, ne var, neden baktık?’ dedi, ben de ona çocukla aramızda geçen macerayı anlatırken gözyaşlarını tutamadı, hüngür hüngür ağladı ve ‘Keşke biz de onun gibi olabilseydik’ dedi.”
Dünyada gülü sevmeyen yoktur. Yakasına takmayan, “koklamam ben” diyen yoktur.
Dikeni bağrına basan yoktur. Şarabı ilk defa yutan ve ilk yudumda “Oh be ne lezzetliymiş” diyen de yokmuş.
Ama siyah, beyaz ve kırmızı üzümleri sevmeyen olmaz. Çalmayı, soymayı sömürerek semirmeyi tercih eden, Sevgili Peygamberimizi öldürmeye karar veren, o sebepten Medine’ye hicrete zorlayan Mekke kafirleri, kıtlık senesinde Sevgili Peygamberimizin, Mekke’de ihtiyaç sahibi fakir kafirlere dağıtılmak üzere buğday gönderdiğinde Mekke’nin yöneticileri, “Muhammed, halkımızın gönlünü çalıyor” dediklerinde aslında kendi içlerinden keşke biz de onun gibi olabilseydik temennisinin dışa vurumudur o sözleri.
Dünyanın müstehcen basınının patronu, erkekleşmiş kadınlarla, kadınlaşmış erkeklerin haberlerini, fotoğraflarını, maceralarını allandıra ballandıra dergisinde anlatır ama patron kadınsa bir erkekle, patron erkekse beraber olduğu kadınlarla yaşamaya devam eder.
Batı’nın bütün siyasileri ahlaksızlığı koruma kanunları çıkarırlar ama kendi kızı ve oğlunun ahlaksız olmasını istemezler. Kendi çocuklarında olmasını istemedikleri şeyin kanununu neden çıkarırlar?
Kendi kısır akıllarıyla koydukları kanunlar öyle bir nesil yetiştirdi ki uyuşturucuya ceza uygulansa hapishanenin büyüklüğü ülke kadar olur ve onlara gardiyanlık yapacak ayık adam bulamadıklarından, ahlaklı adam üretemediklerinden ahlaksızlığın her türü kanunla korunmuş durumda.
Ama hepsi ayık insanın, ahlaklı insanın iyi olduğunu bildiği halde ona karşı tavır alabilirler.
Demem o ki, Rabbimiz, her insanın fıtratının İslam’a göre olduğuna işaret eder: “Sen, her türlü şirke meyletmekten arınmış olarak, yüzünü dine doğrult. Allah›ın fıtratına (yaratmasına) ki, insanları onun üzerine yarattı. Allah›ın yarattığını değiştirmek yok. İşte doğru din budur. Ancak insanların birçoğu bilmezler.” Rum Suresi ayet 30/30)
Sevgili Peygamberimiz de: “Her doğan çocuk (İslâm) fıtratı üzerine doğar. Sonra anne-babası onu ya Yahudi, ya Hıristiyan veya Mecusî yapar.” buyurur. (Buhari, Sahih, cenaiz 80-92, Müslim, Sahih, Kader 25, Tirmizi, Sünen, Kader 5)
Dünyayı kendi kısır akıllarıyla şekillendirmeye çalışanların, “Bu kadar karalayıcı, yalan, yanlış propagandamıza rağmen hala neden yükselen değer İslam” sorusuna cevap bulamamalarının temelinde, bu dinin papaz dini olmadığını, dünyada yaşayan milyarlarca insanı yaratanın dini olduğunu ve hepsinin fıtratına uygun olduğunu unutmak ve halkı da unutturarak uyutmaya çalışmalarından dolayı anlamamayı tercih ediyorlar.
Bazı tarafsız araştırma yapan aklı başında olduğu için Müslüman olanlarını dinleseler iki dünyaları fıtrata uygun hale gelecek.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.