18 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kent ve engelliler

Bülent İnce

Bülent İnce

Eski Yazar

A+ A-

Yaklaşan yerel seçim, engellilerin kentsel yaşamdaki durumunu yeniden gündeme getirmesi ve bu olguyla siyasetçilerimizin yeniden yüzleşmesi açısından çok önemlidir. Kent, barındırdığı insan topluluklarının sosyal hayata katılması açısından sayısız fırsatlar sunar. Öte yandan, planlamada engelliler ihmal edildiğinde kent bu kez onların bu fırsatlara erişiminin önüne sayısız engeller koyar. Rant uğruna liyakatsiz şirketlere peşkeş çekilen sözüm ona planlama faaliyetleri sayesinde cangıla dönüştürülen kentlerde, bir engellinin kentin bir noktasından diğer bir noktasına gitmesi onun hayatla imtihanı gibidir. Dolayısıyla kendini eve hapsedip, bu hayatı kader bilerek yaşayıp giderken farklı bir hayatın mümkün olmadığına kendini inandırmıştır.
Kader inancı, bizimki gibi kentsel bilinci çok eski olmayan, kentle köy arasında sıkışmış geleneksel toplumlarda sorunu derinleştiren bir boyut. Oysa, kentin çok kültürlü kozmopolit yapısının bu türden bir kaderci ve teslimiyetçi anlayışı tersyüz etme gücü var. Taşradan gelip kentin ücra bir köşesine sığışmış insanlar az da olsa modern kentin nimetlerinden faydalanma şansı bulup başka hayatların, kültürlerin varlığını fark edince bir çeşit aydınlanmayla kendi hayatlarını sorgulamaya başlar. Tarihten, bu türden sorgulamaların küçük büyük toplumsal depremlere yol açtığını biliyoruz. Engelliler açışından aydınlanma, engelinin aslında bir hastalık olmadığı, bedenindeki noksan uzuvların eksikliğini aslında farklı bir çevresel düzenleme olsa hissetmeyebileceği bilinciyle başlıyor. Öyle ya, kaldırım rampası olmayınca bacaklarının eksikliğini, her gün yürüdüğü yolda birden reklam panosuna toslayınca kör olduğunu hissediyor. Bunlar olmasa, tekerlekli sandalyelerin ya da bastonların yollarını bulabilecekleri bir çevre düzenlemesi olsa, niye evde otursun ki?
Bazılarımız her koşulda evde oturmamayı tercih etti, ediyor. Engelini bir hastalık ya da sorunu önlenemez bir kader olarak değil, insan hakları meselesi olarak görüp, kentlilik bilinci ve donanımıyla, fark edilmek adına her türlü etkinliğe katılıyor, günlerce parlamentonun kapısını aşındırıyor, gazete-dergi çıkarıyor, milletvekili oluyor, yerel yönetimlerde meclis üyelikleri yapıyor. Yani hakkını arıyor. İlerleme ve gelişme bu sayede olur. Yani hakkın verilmesini beklemeyip, hakkı almanın yollarını aramak... (Aynen, hak verilmez alınır!).
TALEP ZAMANI
Örneğin, 2005 tarihli engelliler hakkındaki kanun engellilerin yoğun talepleri sayesinde çıktı ve bu sayede hak arama mücadelesi yeni bir aşamaya, çıkan yasaların uygulanmasını zorlama mücadelesine dönüştü. 5378 sayılı bu kanunun amacı 1. Madde’sinde şöyle tanımlanıyor: “Engellilerin temel hak ve özgürlüklerden faydalanmasını teşvik ve temin ederek ve doğuştan sahip oldukları onura saygıyı güçlendirerek toplumsal hayata diğer bireylerle eşit koşullarda tam ve etkin katılımlarının sağlanması ve engelliliği önleyici tedbirlerin alınması için gerekli düzenlemelerin yapılmasını sağlar.” Harika değil mi? Engellilerin bundan başka bir talepleri yok. Ancak ne yazık ki bu şekilde yasal bir zemin üzerine oturtulan engelli hakları, uygulama alanındaki ihmallerin ve vurdumduymazlıkların kurbanı oluyor. Ramazan Tiyek’in diğer iki akademisyen arkadaşıyla birlikte yayınladıkları bir çalışma(1) İstanbul Zeytinburnu ilçesindeki bu türden uygulama aksaklıklarını deşifre ediyor. Yazarların engelliler açısından erişim sorununun önemine vurgu yaptıkları ve saha çalışmalarıyla destekledikleri bu çalışmayı çok değerli buluyor ve bu türden akademik çalışmaların artmasını diliyorum. Makalenin özetinde şöyle deniyor: “Erişebilirlik sosyal hayata katılabilme açısından engelliler için son derece önemli bir konudur. Toplumsal yaşamın her alanında engellilerin de yer alması, tedavi eğitim ve rehabilitasyon hizmetlerinden faydalanması, üretime katılması, sosyal kültürel ve sportif faaliyetlere katılması mekânların ve ulaşım sistemlerinin erişilebilir ve kullanışlı olarak düzenlenmesi ile doğrudan ilgilidir. Bu nedenle fiziksel çevre ve ulaşım sistemleri; planlama ve tasarım aşamasından itibaren, engellilerin kullanım ve erişebilirlik gereksinimlerini karşılayabilecek biçimde düzenlenmelidir.”
Şimdi seçim, yani talep zamanı... Bu dönemler sesimizin daha gür çıktığı ve haklı taleplerimizin bütün platformlarda söylendiği dönemler olmalı. Bıkmadan, usanmadan, çekinmeden, belediye başkan adaylarına onların engellilere ve kent sorunlarına bakış açısını anlamaya yönelik sorular sormalı, erişim sorununun engelliler açısından en büyük sorun olduğunu ve buna yönelik çözümler üretmenin yerel yönetimlerin başta gelen görevleri arasında bulunduğunu hatırlatmalı...
(1) “Engellilerin Erişilebilirlik Sorunu ve TSE Standartları Çerçevesinde Bir Araştırma”, Kastamonu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Nisan 2016, Ramazan Tiyek, Burak Hamza Eryiğit, Emrah Baş.

İLETİN YAYIMLAYALIM

Tüm engellilerin, engelli yakınlarının, engellilerin sorunlarına çözüm arayan kişi ve kurumların katkısını bekliyoruz.

halklailiskiler@aydinlikgazete.com

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları