“Kenârın dilberi nâzenîn olmaz”: Kültür, devamlılık ister

A -
A +
Prof. Dr. Suat Ungan
Trabzon Üniversitesi
ungan@trabzon.edu.tr
 
Kültürlü ortam oluşturma ve kültürlü nesil yetiştirme uzun soluklu bir mücadeleyi gerekli kıldığı için bazı toplumlar doğrudan taklit yolunu tercih etmekte, sonuç amaçlı yol izlemeye başlamaktadırlar. Böyle bir durum, toplumlarda uyuşmazlıkları ve çekişmeleri beraberinde getirmektedir.
 
Kültür unsurları kara gün dostudur. Kendi kültürünü yaşayan milletler, bir gün hürriyetlerini kaybetseler bile, hâkim unsurun kültürel kodları altında kaybolmaktan kurtulurlar.
 
Kültür için “genetik veraset” tanımı kullanmaya başlanmıştır.
 
 
 
Şair Nâbî, “Bilen hâk-i Sitanbuldurrüsûm-ı şîve-i nâzı/Kenârın dilberi nâzik de olsa nâzenîn olmaz” beytinde nazı ve edayı usulünce bilenlerin, İstanbul toprağında yetişenler olduğunu, İstanbul dışında yetişen güzellerin, nazik görünseler bile nazenin (nazlı yetiştirilmiş) olamayacaklarını dile getirirken kültürün sürekliliği hakkında çok güzel temsilî ifade kullanmıştır. İstanbul’un sanatın ve edebiyatın merkezi olması, her alanda bütün sanatlara öncülük etmesi şairi bu düşünceye itmiştir. Bu durum, kültürü coğrafyadan bağımsız düşünemeyeceğimizi, kültürü oluşturan unsurun onun ortamı olduğu gerçeğini dile getirmektedir.
Üretilen unsurların aynı zamanda öğretilmesi, kültürün devamlılığını kaçınılmaz kılmıştır. Zihinsel çaba ürünlerini, soyundan gelenlere biyolojik olarak aktarma şansı olmayan fertler, bu dünyadan göçtüklerinde bilgi ve becerileri de gitmektedir. Bu durumda her çocuk, içinde doğduğu toplumun eğitime verdiği önem oranında kendisini eğitim öğretim ve kültür ortamlarında bulmakta, hayat boyu öğrenme sorumluluğunu almaya başlamaktadır.
Öğretilen bilgilerin kültüre dönüşmesi için ferdin bilgiyi içselleştirmesi ve yaşantısı ile uyumlu hâle getirmesi gerekir. Bilginin hayata intikal etmesine ve davranışa dönüşmesine kültürlenme denilmektedir. Bilgi, beceri, tutum ve davranış uyumuna eğitim denilmektedir.
 
KÜLTÜRDE BASAMAK ATLAMA OLMAZ
 
Kültürden hemen sonuç almayı beklemek insanoğlunun en büyük yanılgısını oluşturmuştur. Kültürün geçmişle olan bağlantısı, onun en önemli özelliğini oluşturmaktadır. Kültürde basamak atlama olmaz; her safhanın doya doya yaşanması, her nefesin sindirilerek alınması gerekmektedir. İnsanlar kendilerinin üretmediği ya da kendilerine benzeştirmeden aldığı her kültürün sahibi değil kiracısı gibidirler. İnsanların yeni bir kültüre geçme çabalarına karşılık olarak bir bedel ödeme mecburiyetleri vardır.
Kültürün damıtılarak yavaş yavaş bir toplumun hücrelerine sinmesi ve orada hayat tarzına dönüşmesi onun en önemli özelliklerinden birini oluşturmaktadır. Aytunç Altındal, kültürü hiç kimsenin arşınla, kiloyla satın alamayacağını, dünyanın en zengin adamı olsa bile insanın kültürü sabırla, ağır ve yorucu fikir ve beden işçiliği yaparak ve kesinlikle karşılık beklenmeksizin elde edebileceğini dile getirmiş, kültürün bir toplum veya bireyle iç içe geçmesi gerektiğini, aniden elde edilen unsurların insanlarda emaneten durduğunu işaret etmiştir. Sonradan müdahale ile yamalandırılmış arızi güzellikler, doğuştan gelen zati güzellikler gibi kişide tam durmamakta, bu arızi güzellikler her an sorun çıkartabilecek bir tehlikeyi de bünyesinde barındırmaktadır.
Bir topluma dışarıdan getirilen tüm yenilikler arızi yenilikler olup toplumların onu kendilerinden bir parçaya dönüştürmesi için birkaç neslin bunlarla bir arada yaşayıp içselleştirmesi gerekmektedir. Atalarımızın “ata da soy gerek ite de” dedikleri fikir, bu durumu karşılamaktadır. Bir kişide iyi ya da kötü bir alışkanlık hemen oluşmamakta, bunun karaktere sirayet etmesi için birçok yaşanmışlıkların olması gerekmektedir.
 
GENETİK VERASET: KÜLTÜR
 
Mendel’in genetik ile ilgili çalışmalarından sonra insanlar aynı kavramı kültür üzerinde de düşünmeye başlamış, irsî özelliklerin genler vasıtasıyla nesillere aktarıldığı gibi, bazı kültürel ve fikrî unsurların da genler gibi nesilden nesle aktarıldığını iddia etmeye başlamışlardır. Bu nedenle kültür için “genetik veraset” tanımı kullanmaya başlanmıştır. Ziya Selçuk, “Memler ve Eğitimdeki Yeri” adlı makalesinde “mem” kavramının “mimik” kelimesinden türediğini ve “mem”lerin taklit yoluyla kuşaktan kuşağa aktarıldığını belirtmektedir. Nesilden nesle aktarılan davranış ve düşünceler yeni nesilde gelişip genişleyerek kültür ortamına dönüşmekte, bu da o toplumda belirli davranış ve düşüncelerin bir mirasa, geleneğe tekamülüne zemin oluşturmaktadır.
Kişilerin bazı hastalıkları atasından soy olarak değil huy olarak da alabileceği gerçeğini ihmal etmememiz gerekmektedir. Böbrek yetmezliği hastalığı yaşayan bir babanın çocuklarında da aynı sıkıntının görülmesinde soy genlerinin etkisi kadar, babanın tuzlu yemek, az su içmek gibi damak zevkine de aileyi alıştırma ihtimali, aynı hastalığın çocuklarında görülme ihtimalini yükseltmektedir. Bu durum yaşanmışlıkların insan hayatında ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Victor Hugo’nun “Bir kız çocuğunu eğitmek istiyorsanız önce o kızın anneannesini eğitmeniz gerekmektedir” sözü de kültürün sürekliliğini ve önemini belirtmektedir.
 
DİKEY DEĞİŞİMLERİN NETİCESİ
 
Gücünü geçmişin yaşanmışlıklarından almayan her dikey değişim fertlerin davranışlarında anormallikler oluşturmaktadır. Bir kişinin makamı, parayı kullanma şekli, onun geçmişini ele vermekte, bu durumda kişinin soyu (yaşanmışlıkları) huyunu (davranışını) belirlemektedir. “Abdal ata binince bey oldum sanır, şalgam aşa girince yağ oldum sanır” atasözü de ani statü değişiklerinin kişilerde meydana getirmiş olduğu tecrübelerden hareketle söylenmiştir. Hazreti Mevlâna’nın hamdım, piştim, yandım, dediği manevi süreci yaşamadan, ilmin kapısında kul olmadan, bir iki ezber bilgi ile kendini otorite sanan kişiler aynı travmanın örneğini oluşturmaktadırlar. Bağdatlı Rûhî, “Gör zâhidi kim sâhib-i irşâd olayım der/Dün mektebe vardı bugün üstâd olayım der” beytini hayatta hazıra konmak, basamakları çabuk atlamak isteyen kişiler için söylemiştir.
Birçok kesimde modernleşme ile çağdaşlaşma kavramları karıştırılmaktadır. İnsanlar ya da devletler Batı’dan bir yenilik aldıklarında kendilerini çağdaş hissetmektedirler. Hâlbuki getirilen her yeniliğin toplumun genlerine işlemesi yüz yılları aşan bir süreci gerekli kılmaktadır. Hilmi Yavuz, “Alafrangalığın Tarihi” adlı kitabında modernleşme ile çağdaşlaşmanın birçok kez karıştırıldığını ve bu durumun kavram karmaşasına sebep olduğunu dile getirmiş, modernizmin formel, biçimsel olduğunu; çağdaşlaşmanın özel hayatta yer etmesi, bir tür zihinsel somuta dönüşmesi, bilinçte temellük etmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Hayatında hiç spor yapmamış bir kişinin judoculara özenerek siyah kuşak giyip kendisini judocu sanması ile hiçbir emek vermeden, çalışmadan, düşünmeden dışarıdan alınan her yeniliğe sahip çıkarak kendini modern sanan kişiler arasında hiçbir fark bulunmamaktadır.
Kültürlü ortam oluşturma ve kültürlü nesil yetiştirme, uzun soluklu bir mücadeleyi gerekli kıldığı için bazı toplumlar doğrudan taklit yolunu tercih etmekte, sonuç amaçlı yol izlemeye başlamaktadırlar. Böyle bir durum, toplumlarda uyuşmazlıkları ve çekişmeleri beraberinde getirmektedir. Toplumda uyuşmazlıkların asgariye indirilmesi, toplumların geçmişte biriktirmiş oldukları değerlere ters düşmeyen ama çağın ihtiyaçlarına uygun eğitim imkânları oluşturmasını gerekli kılmaktadır.
Bilgiyi alma ile bilgiyi kabullenme arasında bir zaman farkı vardır. Zaman farkı, bilgi ile kültür arasındaki uzantıdır. Bilgi kısa süreli ve geçici bir durumu; kültür ise uzun soluklu ve kalıcı özelliği ile yaşantıyı işaret eder. Bu nedenle eğitimden hemen netice alınması beklenilmemekle birlikte, kişide davranış değişikliklerinin olması da eğitimin ana hedefleri arasında bulunmaktadır.
Milletlerin itibarını, üretmiş oldukları kültürleri belirlemekte­dir. Burada asıl olan, milletlerin geçmişte ürettiklerine takılıp kal­maları ve yarını şekillendirecek, millet ufkunu açacak yeniliklerin peşinden koşmalarını sağlamak olacaktır. Toplumun ürettiği bilgi ile bilincinin aynı hamur mayası ile yoğrulması ve yeni bir ruha bürünmesi gerekmektedir. Bilgi bilinç uyumu, bilginin öneminin anlaşılmasını ve onun sahiplenmesini kolaylaştırır.
 
KÜLTÜR KARA GÜN DOSTUDUR
 
Milletler eğitimde, sanatta, şiirde, teknolojide, mimaride, ken­di ülkülerini yansıtacak eserler ortaya koymak zorundadırlar. Kül­türlerin en üst aşaması medeniyettir. Toplumlar şu veya bu şekilde dünyadaki bu medeniyet dairesinde iz bırakacak eserleri ortaya çı­karmak ve oradan bir hisse kapmak zorundadırlar. Bu, devam eden bir sürece dönüştüğü zaman üreten bir nesil olma vasfını elde eder­ler, dünyadaki döngünün nesnesi değil öznesi olurlar. Bu alışkanlık, onların millî bilinçlerinde geçmişte atalarının yaptıkları ile öğünen nesli değil, mevcut zamanda kendi ürettikleri ile diğer milletlerin hâldeki durumlarına meydan okumayı doğurur, o zaman âleme ni­zam verme düşüncesi, fikirde değil fiilde gerçekleşme zeminini yakalar.
Kültür unsurları kara gün dostudur. Milletler esarete düştüğü zaman, halk kendi öz kültürüne tutunur, duygularını türkülerine, ninnilerine, masallarına yansıtır. Genç nesiller bunlarla beslenir, bunlarla büyürler. Kendi kültürünü yaşayan milletler, bir gün özgürlüklerini kaybetseler bile, yönetimde hâkim olan milletin kültürel kodları altında kaybolmaktan kurtulurlar. Dil ve kültür, esaret altındaki milletlerin yok olmasına, tarihten silinmesine karşı refleks geliştirerek o milleti diri tutar. Ordu bir milleti sadece savaş zamanında korur fakat dil ve kültür bir milleti hem barış hem de esaret zamanında korur ve onun tarihten silinmesine engel olur.  Bu nedenle bir millet, dil ve kültürünü canlı tutmak, onun genç nesillere sağlam şekilde aktarmakla sorumludur. Bunda da o ülke yönetiminin yürütmüş olduğu dil, kültür ve eğitim politikaları belirleyici olmaktadır…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.