Şu dünyaya imtihan için gelen insanın en büyük özelliği, kendisinin âcizliği ve zayıflığıdır.
Şu halini görmemezlikten ve bilmemezlikten geldiği anlarda da hastalıklara, belâ ve musîbetlerle muhatap olmasıdır.
İnsanlık hayatında daima zor ve sıkıntılı dönemler olmuştur. Şimdi hepsi gerilerde, mazi kıt’asında. Elemleri, üzüntüleri, sıkıntıları gitmiş, yok. Sadece sevinçleri, ferahlıkları ve müjdeleri kalmış.
Demek ki insan bir belâya, musîbete, hastalığa muhatap olduğunda, giriftar olduğunda; bunların ebedî olarak devam edeceğini, geçmeyeceğini, kurtuluşun olmayacağını düşünse hem Allah’ı itham eder, hem de nefsine zulmeder.
Ne güzel bir cümleyle büyüklerimiz özetlemişler: “Bu da geçer, yâ huu!”
İmtihan olduğunu düşünmek insanı Yaratanına her şeyini, her halini bilip ona göre verenine götürür ve imtihan-ı kalbe sevk eder. Bu cihette bu belâ ve musîbetlerin, hastalıkların neticesinde huzur bulur, rahatlar ve teslimiyetin mükâfatına erer.
Sonra akıllı geçinen insanın aklına; bu başına gelen musîbetlerin ve hastalıkların daha zorunun, daha kötüsünün, kaldıramayacağı olanlarının olduğu gelir. Eğer ders almışsa ne âlâ! Huzur bulur, rahatlar. Eğer feryad ü figânla şikâyetçi ise; ne oldu da bunlar başıma geldi diye sabırsız ve akılsızca şikâyet ediyor, kendisine sıhhat ve afiyet zamanlarını ihsan edeni, ikram edeni, vereni unuttuğunu gösteren fiil ve davranışlarda, kelâmlarda bulunuyorsa vâ esefâ. Yazık ki ne yazık ona!
İnsan zor dönemde de, rahat dönemde de daima şunu hiç unutmamalıdır. Her halükârda, her halinde Allah onunla beraberdir. Yeterki hikmet-i Hüdayı tecrübe etmeye, imtihan etmeye. Kendi kendine boyunu aşan lâflar etmeye kalkışmasın.
“O’ndan geldik, O’na gideceğiz” deyip rahatla Cennet-i âlâya gideceği günlerini beklesin! Bu dünya hadisatıyla kendisini telef etmesin!