18 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kenan Evren’in hayaleti

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

12 Eylül darbesi sonrasında cunta tarafından yeni bir anayasa hazırlamakla görevlendirilen Danışma Meclisi bazı kuruluşların görüşlerine başvurmuştu. Darbenin lideri Kenan Evren, başkan olmak istiyordu. O günlerin sıcak tartışmalarından biri de 1982 anayasası ile başkanlık ya da yarı başkanlık sistemlerine geçişin mümkün olup olmadığı idi.

Anayasa Mahkemesi, üniversiteler ve barolar başta olmak üzere bu konuda görüş bildiren kurumların hepsi parlamenter rejimin korunmasından yana tavır aldılar. Rejim değişikliğine iki noktadan itiraz edilmişti. Birincisi, böyle bir değişikliğin Cumhuriyet geleneğimize aykırı düşeceği, ikincisi ise başkanlık veya yarı başkanlığın kolaylıkla diktatörlüğe dönüşebileceğiydi.[1]

AKP’nin “cumhurbaşkanlığı” adı altında dayattığı başkanlık sistemine o zamanlar yöneltilen itirazların üzerinden aşağı yukarı otuz altı yıl geçti. Gelinen noktada birinci itiraz açısından AKP’nin bir kaygısı olmadığı söylenebilir. AKP’nin iç çekirdeğini milli görüş kökenli kadrolar oluşturuyor. Parti siyasetlerini etkileyecek konumda olmamak şartıyla partide merkez sağdan ve soldan isimlere de yer verildi. Ama stratejik yönelime karar veren kadroların hepsi istisnasız biçimde siyasal İslamcı kökenden gelen kimseler oldu.

Başkanlık sisteminin Cumhuriyet geleneğimize aykırı oluşu siyasal İslamcıların cumhuriyeti yıkma hedefi ile örtüşüyor. Erdoğan’ın başkanlığı kendi deyimleriyle “90 yıllık parantezi” kapatmanın rejim düzeyindeki adımı olacak. Bu açıdan yukarıda anılan birinci itiraza karşı duyarlı değiller.

Kenan Evren’in özlemlerine otuz altı yıl önce kamu kurumlarından yöneltilen, başkanlığın kolaylıkla diktatörlüğe dönüşebileceği şeklindeki itiraz açısından ise günümüzde çarpıcı bir durum sözkonusu. Çünkü muhafazakâr İslamcı kimliğiyle AKP, ülkeyi tek başına yönettiği arkada kalan on beş yılda siyasal İslam’ın iflasını Türkiye özelinde bir kez daha sergilemekten başka bir şey yapmadı.

Fransız gazeteci Oliver Roy, Siyasal İslamın İflası adlı kitabında İslamcıların iktidar olabildikleri ülkelerin hiçbirinde vaatlerini yerine getirmek adına ciddi bir başarı kazanamadıklarını göstermişti. Gerçekten de, ekonomi, terör, dış politika ve diğer konu başlıklarında yaşanan başarısızlıklar bir tarafa, AKP iktidarında Türkiye daha geniş kesimlerin yönetime katılabildiği, demokratikleşmiş bir ülke olmadı.

Bugün AKP’nin gündeme getirdiği başkanlık sistemi tartışmaları, parlamenter rejimin karar alma ve etkinlik düzeyinin geçersizliği iddiasına dayanıyor. Bir başka deyişle, başkanlık sistemine geçişi meşru göstermek için bu sistemin hızlı ve etkin karar alma işlevi öne çıkarılıyor.

Oysa “Türk tipi” denilerek ucubeliği gizlenmek istenen bu sistem başka ülkelerdeki başkanlık sistemlerine benzemiyor. Fark şurada ki, parlamenter ya da başkanlık sistemlerine ilişkin tartışmanın esası hangi sistemin demokrasiyi daha etkili bir şekilde hayata geçirebildiğidir. Oysa AKP’nin getirmek istediği sistem özünde bir başkanlık sistemi falan değil. Yürütmenin yasama ve yargı yetkilerini gasp ettiği ve eylemlerinin herhangi bir devlet gücü tarafından denetlenemediği mutlakıyet sistemi. Demokrasinin olmazsa olmaz şartlarından biri olan hesap verilebilirlik ortadan kaldırılmak isteniyor.

Aslında İslamcı muhafazakârların demokrasiyle ilişkileri hep sorunlu olmuştu. Örneğin Necip Fazıl’ın Türkiye için hayalini kurduğu siyasal sistem başyücelik adını verdiği bir diktatörlüktü. İslamcılar kitlelerin yönetim süreçlerine katılmalarının yarardan çok zarar getireceğine inandılar ve bu yüzden hep elitist ve vesayetçi oldular. Öğrencinin okulda, çalışanın işyerinde, kadının hayatın her alanında yönetime katılması gelenekçi muhafazakârlar açısından derhal uyanılması gereken bir kâbus oldu.

AKP’nin on beş yılın sonunda daha fazla demokrasi, vesayet rejimine karşı özgürlükçülük ve sivilleşme söylemleri eşliğinde sürdürdüğü “demokrasi” yolculuğunda vardığı yer demokrasinin inkârı oldu. Yıkmak istediği parlamenter rejimin üzerine koyabileceği tek şey devlet kurumlarının ve halkın denetiminden uzak, kişiselleşmiş bir iktidardan ibaret. 12 Eylül darbesinden onlarca yıl sonra, Kenan Evren’in hayaleti Meclis koridorlarında dolaşıyor.

[1] Serap Yazıcı, Başkanlık ve Yarı-Başkanlık Sistemleri, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., İst., 2002, s.160