Şalgam suyu içerek milli olunmaz

Kemal Üçüncü yazdı...

Şalgam suyu içerek milli olunmaz

Sayın Cumhurbaşkanımız Yardımcı Doçentlik Kurumu ile ilgili görüşlerinin ardından YÖK konu ile ilgili bir düzenlemeyi gündeme getirdi.

İçinde yaşadığımız sürecin nezaketi yüzünden sendikalar, bağımsız aydınlar, üniversiteler konu ile ilgili görüşlerini dile getirmekten çekiniyorlar.

Gazeteciler yine en cevval kesim, her konuda olduğu gibi burada da parlak fikirleri var. CNN’de kendi aralarında bu konuyu tartışmadan nasıl sabredebildiler şaşırdım.

HERKES SUSKUN

Sayın Cumhurbaşkanımız daha önce yaptıkları bir konuşmada eğitim ve kültür alanında ülkemizin başarılı olmadığını açıkça ifade etmişlerdir. Bunu irdelemek ve sorgulamak akademinin görevidir. “Oh ne güzel oldu” korosuyla bunu yapamayız.

Biz o korodan değiliz çok şükür.

Eğitim ve hukuk söz konusu olduğunda hep yaptığımız bir yanlış var. Tanzimat’tan beri yukarıdan aşağıya veya normların transfer edilmesi ile sorunları aşabileceğimizi sanıyoruz. Muhteva, nitelik, sorun ve işlev üzerine asla odaklanamıyoruz. Sorunlaştıramıyoruz, nazariye kuramıyoruz. Kültürel üst yapı kurumlarının ait olunan kültürel, tarihsel ve sosyal bağlamını dikkate almıyoruz. Herkes suskun.

“Yağmur çiseliyor.

Serez çarşısı dilsiz,

Serez çarşısı kör.

Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü

Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.”

Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın YÖK Başkanım;

Hiçbir önemi olmasa da, dikkate almasanız da tarihe not düşmek adına bu hususları dikkatinize sunmak durumundayım, zira bu fakir halkın vergilerinden maaş alan onların sağladığı imkânlarla eğitimini tamamlayan kasaba kökenli bir akademisyen olma mesuliyeti bu vatana karşı olan hissiyatım gereği ahlaken mecburum.

SUSAMAZDIM…

Çekiniyorum ama söylemek mecburiyetindeyim.

Şahsi konforum yerinde. Pek çok meslektaşım gibi bu konuyu ıhlamur içerken, güvenli sıcak bürolarda konuşabilirdim. Bu mürailiğin yerine sorunu, görüşlerimi apaçık ortaya koymak mecburiyetindeyim. Bugüne kadar ki okumalarım, araştırmalarım, gördüğüm ülkelerdeki uygulamalar karşısında susamazdım.

Bizim Üniversite modelimiz 50 yıl öncesinin kıta Avrupa’sı geleneğini yansıtıyor.

Henüz 200 civarında bilimsel disiplinin ülkemizde adı dahi yok.

Matematik var matematik felsefesi yok, Biyoloji var, felsefesi yok…

Siyasi iktidarımızın ve muhibbanının, yazıcılarının retorik olarak pek sevdiği “medeniyet inşası, noktasında, tasavvur” kelimeleri bunlar olmadan olmaz.

"Scientific diciplines" (Bilimsel disiplinler) diye arama motorlarına yazıp kontrol edelim ve ürperelim. Gülümseyen, bıyıklı rektör beylerimiz bir tetkik etsinler.

Konuşmamız gereken temel sorun bu.

Bardağın dolu tarafına bakalım her şeye rağmen dünya yayın sıralamasında 18. sıradayız. Patent üretiminde, bilgi ve teknoloji transferinde çok geriyiz. 50/60 yıllık teknolojileri bile adapte edip uygulamaktan uzağız. Yarıştığımız dünya ile aramızdaki farkı kapatmak mecburiyetindeyiz.

Bilgi, güç ve iktidar… Toplam fert başına eğitimi 1 puan arttırdığımızda milli gelirimize en az on puanlık bir artış yansıtmış oluyoruz. Çin ekonomik mucizesine paralel üniversite ve Ar-Ge sistemindeki şahlanıştan bunu somut olarak takip edebiliyoruz. 50 bin doktora 43.168 patent üretti geçen yıl.

Gerçek bekâ sorunu budur.

KÜTÜPHANELERİN HALİ İÇLER ACISI

Bilim felsefesi, bilimsel bilginin neliği, bilim politikası ve eleştirel düşünce konusunda ciddi eksikliklerimiz var.

Dünyanın ilk yüz kütüphanesi arasına girebilecek bir kütüphanemiz yok. Taşra üniversitelerinin kütüphanelerinin hali içler acısı. Bütün üniversitelerimizdeki kitap sayısı bir Chicago Üniversitesi kadar değil. Bunun için de soran olursa, sorun olarak gören olursa, çözüm olacak tekliflerimiz var.

14. yüzyıl öncesinde Buhara ve Merv’de 150.000 eserlik kütüphaneler varken Vatikan ve Sorbonne’de 2000/2500 el yazması vardı [Bilim tarihçisi Toby E. Huff, Modern Bilimin Doğuşu, Epos Yay. S.119]. O sayede 100 yılda Çin’den Akdeniz’e inebildik, Harezm Akademisi ile başardık bunu, Kamacı Akademisi ile başaramayız.

Harezm Akademisi bizde pek bilinmez. Çok mühimdir!

Üniversitelerimiz, araştırma açısından kaynak sıkıntısı çekiyor. TÜBİTAK yaklaşımı ile bilim falan üretilmez, kimse kendini aldatmasın.

Lisansüstü çalışmalara daha fazla kaynak ayrılmalıdır. Taşrada pek çok doktora programında ihtisas dalları ayrımı yok, genel bir adla yapılıyor, bu çok yanlıştır. Tarih doktorası olmaz, Ortaçağ tarihi doktorası olur. 2017 yılında bu abuk sabukluğu hala tartışıyor olmak yeterince ıstırap vericidir. Bizim sistem hem daldan hem kabaktan aparıyor, hem de hiç sıkılmıyoruz ben dahil. Akademik toplantılarda o kadar dile getirdim kimse tınmıyor. Tez yazım kılavuzu, lisansüstü akademik ders dağılımı meselesini bile çözümleyemeyen bir akademi, hangi bilimsel problemi çözebileceğini iddia edebilir? Yeterince gülünç değil mi? Emekliliğim geldi hala bu garip kuralların hikmetini anlayamadım, anlamadan emekli olmayı düşünüyorum.

3 saat ders ücreti ile doktora yaptır muhabbetinin geldiği nokta görülmelidir.

Lisansüstü eğitimi çok daha nitelikli hale getirip kaynak ayırmalıyız. Teşvik edici tedbirler almalıyız.

Üniversitelerde projeler bilimsel disiplinlerde planlanarak yukarıya çıkmalıdır. Kaynaklar adil bir biçimde ehem, mühim sırasına göre tahsis edilmelidir. Mevcut durumda işler keyfe göre yürüyor.

Üniversitelerin büyük ekseriyeti, bölgesinin kültürel ve sosyal yapısının araştırılmasına gereken önemi göstermiyorlar, oysa kuruluş yasalarında hepsine bunu emreder.

ÜNİVERSİTE NASIL OLUR

Ücretler, bizimle aynı gelişim düzeyindeki ülkelere göre çok çok düşük. Kafasında ay sonu aritmetiği yapan adam ne bilimi üretecekmiş? Özellikle kültür bilimleri alanında yayın bile takip edemez.

Kaynak verip, “Ağademük teşvik programındaki gibi değil yalnız” ciddi ölçütler koyup hesap soran bir üniversite modeline geçmemiz lazım.

“Üniversite nasıl olur”un kriterleri evrensel ölçekte belirlenmiş. Neyi arıyoruz? Misalen Üniversiteler için bir temel metin olan UNESCO Lima bildirgesine bakmayalım mı? Nerede olduğumuzu böylece daha net anlarız.

Erasmus sistemine entegre olmaya çalışırken her kasabaya göre doçent ve profesör olma kriterlerini tavsatmak fevkalade tehlikeli olur.

Tarla ve yol kenarında siyasi sebeplerle son 30 yılda açılan üniversiteler meselesi ciddi şekilde gözden geçirilmeli, üniversite olması mümkün olmayanlar başkaca bir misyona, üretim birimine dönüştürülmelidir.

Biz dönüştürmezsek piyasa mekanizması bunu yapacak.

Üniversite 4 tabak teneke 300 briketle inşa edilemez. Her ilçede fakülte MYO olmaz. Bir bölüm 30 yılda kuruluyor, tekamül ediyor. Kütüphane meselesi çok ciddi bir sorun.

Ankara ve İstanbul’a büyük kütüphanelere araştırma için gidecek Anadolu’daki akademisyenlere katkı sağlanmalıdır.

İSRAFTAN ÖTE DEĞİL

Eldeki öğretim üyesi ve adaylarının portföyünün niteliğini artırmak için projeler geliştirilmelidir. 12 Eylül öncesi olduğu gibi, her öğretim üyesinin kendi araştırma alanı ile ilgili bir yurtdışı üniversitede deneyim edinmesi sağlanmalıdır. İnşaat yapmak yerine öncelikler ve kaynaklar bu konuya tahsis edilmelidir.

Avrupa Kıtası’nın tamamından fazla Ziraat ve Tıp fakültesine sahibiz, köyden köye İktisadi Bilimler ve Fen Edebiyat fakülteleri israftan öte bir anlam ifade etmez.

Mesleki ve teknik eğitim ciddi biçimde, üretim ve deneyime dayalı olarak reforma tabi tutulmalıdır. Pek çok bölüme öğrenci gelmiyor, bunlar birleştirilerek Ar-Ge merkezlerine dönüştürülmelidir.

İkinci öğretim süratle tasfiye edilmelidir.

Akademik hiyerarşi, çıraklıktan ustalığa doğru giden meşakkatli bir yoldur. Bunun aşamaları, kuralları dünya ölçeğinde bellidir. Üniversiteyi biz kurmadık, kurulduğundan 700 sene sonra “biz de aldık”, dünya tecrübesine bakmayalım mı?

Doçentlik ataması için dünyanın hiçbir ciddi akademiyasında dil barajı yoktur. Aslolan üründür; eserdir, patenttir, çalışmadır. Bunu uygularsak kasaba kurnazlıklarına gerek kalmaz, elek ortaya konulur, delikler herkes için aynı olur, geçemeyen bekler.

Yabancı dil, yurtdışı bilgi ve görgü bizim eğitim sistemimizin en önemli çıkmazıdır. Atla deve değil, 1 milyar dolar bütçeyle bütün akademiya nitelikli olarak yurtdışı tecrübe ve dil eğitimi alır. Bunun için bir fon oluşturulmalı, aday da bu fona katkı yapmalı çalışma hayatı boyunca. Türkiye için bu çok kolaylıkla yapılabilecek bir şey, yeter ki bu Gasset’in “Gocuklu akademiyasının” etkisinden kurtulalım.

Ne olur sorunların üstüne şal atmadan bunlarla yüzleşelim Yekta Saraç Hocam.

ŞALGAM SUYU İÇEREK MİLLİ OLUNMAZ

Adı üniversal/üniversitas olan bir yerde yerelleşmek çok ciddi bir sorundur. Üniversitenin milli perspektifi olsa olsa yerel soru ve sıkınıtılarınızı sorunsallaştırarak, teorileştirerek bilimlik düzlemde evrensel cevaba ve çözüme kavuşturmaktır. Kendi kültürünüze göre “anlam evreni” bir bilimsel perspektif ve bilim politikası çerçevesinde çalışmak olur.

Çekyatta yanlayıp şalgam suyu içerek “yerlü” ve “millüğ” olunmaz. Onun için merak edenler için ayrı bir ders yaparız.

Bilimin mabedi kürsü /anabilim dalıdır. Bizim akademide anabilim dalının hiçbir hükmü yok.

Yerlü ve millünün dersini, kusura kalmasınlar bizden, bu milletin milliyetçilerinden öğrenmek gerekir.

Türk milliyetçiliği hapis yatmayı, zindanı Namık Kemal'den öğrendi. 150 senesi var. Magosa, Yıldız Sarayı, Bekirağa Bölüğü, Sibirya, Mamak, Apşeron adası, daha pek çok. Sürgünü Jön Türkler, Cemiloğlu, Togan, Gökalp ile tecrübe etti. Devrimci enerjisi dopdoludur.

Şalgamcı, yancı, oraletçi milliyetçilik bizim sokağımızdan bile geçemez derken, yancının haklarına dokunmadan geçemezdik:

Türkiye siyasal sistemi, her türden iktidar biçemi çevresini bir yancılar ve oraletçiler tipolojisine dönüştürme tehlikesi taşıyor diye belirtelim.

Ben mandalinacıyım, özü özüne mandalina soyarım, bir oralet için 2 saat oyuncuyu tarifleyemem!

****

ÜNİVERSİTE MANTIĞININ SUÇUDUR

Büyük İspanyol filozof Ortega Y. Gasset’in Üniversitenin Misyonu konusundaki sarsıcı tespitlerine bir göz atalım:

Çağdaş üniversite, bilim ve teknolojiye dayalı mesleki eğitimi temel amaç haline dönüştürdü; buna bir de araştırma işlevini ilave etti; böylece kültürün öğretimini hemen hemen tamamen geri dönmemek üzere bir yana bıraktı. Gasset'e göre, Avrupa, bugün bu anlayışın kaçınılmaz sonucuyla karşı karşıya: "...Şu anda Avrupa'da hüküm süren spazmın sebebi ortalama İngiliz'in, Fransız'ın ve Alman'ın kültürsüzlüğü, bu ortalama insan yeni barbardır; çağdaş medeniyetin gerisinde bir tembel, zalim, amansız ve modern, ancak sorunlarıyla karşılaştırıldığında kadim ve ilkeldir. Bu yeni barbar, her şeyden önce hiçbir zaman görülmediği kadar bilgili, fakat aynı zamanda daha kültürsüz bir meslek adamıdır. (mühendis, doktor, avukat, bilim adamı vs.) Bu umulmadık barbarlık, bu feci ve köklü tarihi hatanın sebebi, herkesten evvel 19. yüzyıldan itibaren oluşan üniversite mantığının suçudur."

Bugünde ülkemizde de kent bedeviliği olarak tecessüm eden duruma buradan gelindi.

“Üniversitelerde her türden bilim adamlarına dünya hakkında elde edilen bilgilerin anlamını kavratmadan bilgi deposu haline getirmek çözüm olamaz. Gasset'e göre mesela, “Fizik bilimiyle ilgili olarak onun doğurduğu hayati fikirler dünyasından, tarihin ve biyolojinin meydana getirdiği tasavvurdan, spekülatif felsefe sisteminden habersiz bir insan, eğitim görmüş bir insan değildir”. Bundan dolayı ne itibarını kaybeder, ne de suçlanır. Ama bilimle uğraşıp, yıllarca eğitim alıp, bunun sonucunda dünya ve insanlık hakkında aşkın bir tasavvura sahip olamamış ise suçlamak gerekir.

Gasset’in tarif ettiği pencereden akademimize baktığımızda durum hiç de iç açıcı değildir. Üniversitelerimiz ağzına kadar teknisyenlerle doludur. Büyük ölçüde bilimsel bilginin ne olduğu, ne işe yaradığı, epistemesi, evren, varlık, estetik, etik mebde ve mead sorunları hakkında, temel seviyede bile bir fikirleri yoktur.

“TORNAVİDA UZMANLARI”DAN KÜLTÜR BEKLEYEMEYİZ

Gasset, üniversitenin temel fonksiyonu olarak, bilimden çok kültür kavramını öne çıkarıyor. Bilim, gereklidir ama yeterli değildir. Sadece bilim ve araştırma fonksiyonunu benimsemiş bir üniversitenin eksik bir üniversite olacağını düşünüyor. Ona göre, bunlardan daha önemlisi, üniversitenin temel işlevi büyük kültürel disiplinleri öğretmektir. Yani ismine uygun olarak “universel”, bir bilgi ve kültür sistemi oluşturulmasına katkı yapmaktır. İspanyol filozof, bunları beş temel bilim disiplinine bağlı olarak, beş başlık altında toplamaktadır. Üniversite öncelikle bireylere şunları öğretmelidir:

1- Dünyanın fiziki taslağını (Fizik)

2- Canlı yaşamının temel konularını (Biyoloji)

3- İnsan türünün tarihi sürecini (Tarih)

4- Sosyal hayatın yapısı ve fonksiyonunu (Sosyoloji)

5- Evrenin taslağını (Felsefe) (Peki üniversite bunlarla yetinebilir mi? Tabii ki hayır. Kültürlü bireyler yetiştirmesi gereken üniversite, aynı zamanda diğer nitelikleri kazandırmakla da yükümlüdür.)

İşi ütopikleştirmeden, gerçekçi bir tavırla ele almak gerekir. Herkes bilim adamı, herkes bilim araştırmacısı olmayacağına; ama herkesin de üniversite eğitimi görmek hakkı olduğuna göre, bu amaçlar da şöyle sıralanabilir:

- Üniversite en kesin anlamda, sıradan insana kültürlü bir şahsiyet ve mesleğinin ideal bir üyesi olmayı öğreten kurum demektir.

- Üniversite programında hiçbir sahte tavra müsamaha etmeden, öğrenciden ne isteyebiliyorsa onu istemelidir.

- Bu yüzden sıradan öğrencinin bilim adamı olacakmış gibi yaparak zamanını israf etmekten kaçınmalıdır.

- Kültürel disiplinler ve mesleki dersler en iyi pedagojinin üzerine bina edilmiş rasyonel bir tarzda sunulmalıdır. [i]

Gasset “tornavida uzmanları” tarafından yönetilen bir akademiden kültür bekleyemeyiz demek istiyor, pek haklı olarak…

Üniversite Nedir? İn çağdaş dünyadaki çerçevesini anlamak üzere kamuoyunun dikkatine sunuyorum:

YÜKSEK ÖĞRETİM KURUMLARININ ÖZERKLİĞİ VE AKADEMİK ÖZGÜRLÜK ÜZERİNE LİMA BİLDİRGESİ

BAŞLANGIÇ

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 40. yıldönümünde 6-10 Eylül tarihleri arasında Lima'da toplanan Dünya Üniversiteler Servisi (WUS) Altmış sekizinci Genel Kurulu, insan hakları alanında, başta insan Hakları Evrensel Beyannamesi, Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Antlaşması, Uluslararası Temel ve Politik Haklar Antlaşması ve Eğitimde Ayrımcılığa Karşı UNESCO Antlaşması olmak üzere Birleşmiş Milletler'in ve diğer evrensel ve bölgesel örgütlerin oluşturdukları geniş kapsamlı uluslararası standartları gözeterek,

Üniversite ve akademik kuruluşların, insanların ekonomik, sosyal, kültürel, temel ve politik haklarını yaşama geçirilmesini takip etmekle yükümlü olduklarına inanarak,

Tüm diğer insan haklarından yararlanılmasında ve insanca kişilerin ve bireylerin yetişmesinde eğitim hakkının önemini vurgulayarak,

Eğitim haklarından yalnızca, akademik özgürlüğün var olduğu ve yüksek öğretim kurumlarının özerk oldukları bir ortamda tam anlamıyla yararlanılabileceğini göz önüne alarak,

Ve eğitime ilişkin şu ilkeleri kabul ederek,

a) Her insan eğitim hakkına sahiptir.

b) Eğitim insan kişiliğinin ve onurunun tam gelişimini sağlamaya yöneliktir ve insan haklarına, temel özgürlüklere ve barışa duyulan saygıyı pekiştirir. Eğitim tüm insanların özgür ve eşitlikçi bir toplumun kurulmasına etkin biçimde katılmalarını sağlar ve tüm uluslar, tüm dini ve etnik gruplar ile tüm ırklar arasında anlayışı, hoşgörüyü ve dostluğu geliştirir. Eğitim kadınlarla erkekler arasında karşılıklı anlayışı, saygıyı ve eşitliği geliştirir. Eğitim, toplumsal eşitlik, barış, tüm ulusların eşit gelişimi ve çevrenin korunması gibi çağdaş toplumların ana hedeflerinin kavranmasında ve bunlara ulaşılmasında bir araçtır.

c) Her devlet, her tür ırk, renk, cinsiyet, dil, din, politik ya da başka görüş, milliyet veya toplumsal köken, ekonomik durum ya da başka bir statüye ilişkin olarak herhangi bir ayrımcılık yapmadan eğitim hakkını güvence altına almalıdır. Her devlet, ulusal gelirinin uygun bir miktarını eğitim hakkından tam anlamıyla yararlanılabilmesini sağlamak amacıyla ayırmalıdır.

d) Eğitim olumlu bir toplumsal değişimin aracıdır. Dolayısıyla, eğitim her ülkenin toplumsal, ekonomik, politik ve kültürel durumundan kopuk olmamalı, bütün hak ve özgürlüklerin tam olarak edinilmesine yönelik bir biçimde statükonun değiştirilmesine katkıda bulunmalı ve daimi biçimde değerlendirilmeye açık tutulmalıdır.

Bu bildiriyi kamuoyuna açıklar.

TANIMLAR

1. Bu Bildirgede kullanıldığı biçimiyle:

a) "Akademik özgürlük", akademik bir çevre üyelerinin tek tek ya da toplu halde bilgiyi araştırma, inceleme, tartışma, belgeleme, üretme, yaratma, öğretme, anlatma veya yazma yoluyla edinmelerinde, geliştirmelerinde ve iletmelerindeki özgürlükleri anlamına gelir.

b) "Akademik çevre", bir yüksek öğretim kurumunda öğretim, araştırma, inceleme yapan ve çalışan herkesi kapsar;

c) "Özerklik" yüksek öğretim kurumlarının iç işleyişlerine, mali işlerine ve yönetimlerine ilişkin kararlar almada ve eğitim, araştırma, dışa yönelik çatışmalar ve diğer ilgili faaliyetlerde kendi politikalarını oluşturmada devlet ve toplumun tüm diğer güçleri karşısındaki bağımsızlıkları anlamına gelir;

d) "Yüksek öğretim kurumları" üniversitelerden, orta öğretim sonrası eğitim veren diğer kuruluşlardan ve bunlarla ilgili araştırma ve kültür merkezlerinden oluşur.

2. Yukarıdaki tanımlar, akademik özgürlüğün ve özerkliğin bu bildirgede getirilen kısıtlamalara tabi olmadıkları anlamına gelmez.

AKADEMİK ÖZGÜRLÜK

3. Akademik özgürlük, üniversitelerin ve diğer yüksek öğretim kurumlarının üstlendikleri eğitim, araştırma, yönetim ve hizmet işlevleri için vazgeçilmez bir ön koşuldur. Akademik çevrenin tüm üyeleri herhangi bir ayrım yapılmaksızın ve devletten ya da herhangi bir başka kaynaktan gelebilecek müdahale veya baskı endişesini taşımadan işlevlerini yerine getirme hakkına sahiptir.

4. Devletler akademik çevrenin tüm üyeleri için İnsan Hakları Konusunda Birleşmiş Milletler Anlaşmalarında tanınan temel, politik, ekonomik, sosyal ve kültürel hakları sağlamak ve bunlara saygı göstermekle yükümlüdür. Akademik çevrenin her üyesi, başta düşünce vicdan, din, ifade, toplanma ve örgütlenme özgürlükleri olmak üzere kişinin özgürlüğü ve dokunulmazlığı ile seyahat özgürlüğünden yararlanır.

5. Akademik çevreye girme olanağı toplumun tüm üyeleri için hiç bir engelleme olmaksızın eşit olacaktır. Herkes, yetenekleri temelinde hiçbir ayrım yapılmaksızın öğrenci, öğretmen, araştırmacı, işçi ya da yönetici olarak akademik çevre içinde yer alma hakkına sahiptir. Akademik çevrenin fırsat eşitliğine sahip olmamış üyeleri için eşitliğin sağlanmasını fiilen hızlandırmaya yönelik geçici önlemler, fırsat ve muamele eşitliği sağlama amaçlarına ulaşıldığında sona erdirilmek koşuluyla ayrımcı girişimler olarak değerlendirilmez. Tüm devletler ve yüksek öğrenim kurumları öğretim üyeleri ve araştırmacılar için istikrarlı ve güvenceli bir istihdam sistemini temin ederler. Akademik çevrenin hiçbir üyesi, akademik çevrenin demokratik yollarla seçilmiş bir organı önünde adil bir savunma yapılmadan görevinden alınamaz.

6. Akademik çevrenin araştırma işlevi ile ilgili tüm üyeleri, bilimsel araştırmanın evrensel ilke ve yöntemlerine tabi olarak, herhangi bir müdahaleye maruz kalmaksızın araştırma çalışmalarını sürdürme hakkına sahiptir. Bu kişiler aynı zamanda araştırmalarının sonuçlarını başkalarına özgürce iletme ve sansürsüz yayımlama hakkına da sahiptir.

7. Akademik çevrenin öğretimle ilgili tüm üyeleri, öğretimin kabul edilmiş ilkelerine, standartlarına ve yöntemlerine tabi olarak, herhangi bir müdahaleye maruz kalmaksızın öğretme hakkına sahiptir.

8. Akademik çevrenin tüm üyeleri, dünyanın herhangi bir yerindeki meslektaşları ile temas halinde olma özgürlüğü kadar eğitim kapasitelerini geliştirme özgürlüğünden de yararlanırlar.

9. Tüm yüksek öğretim öğrencileri mevcut müfredat içinde istediği branşı seçme hakkı ve edindiği bilgi ve deneyimin resmi olarak tanınması hakkı da dahil olmak üzere, öğrenim özgürlüğünden yararlanırlar. Yüksek öğretim kurumları öğrencilerin mesleki ihtiyaçlarını ve beklentilerini karşılamayı amaçlamalıdır. Devletler, eğitimlerini sürdürebilmek için yardıma ihtiyacı olan öğrencilere gerekli kaynakları sağlamalıdır.

10. Tüm yüksek öğretim kurumları öğrencilerin, kurumun idari organlarında yer almalarını temin ederler. Tüm devletler ve yüksek öğretim kurumları öğrencilerin herhangi bir ulusal ya da uluslararası sorunla ilgili görüşlerini tek tek ya da toplu halde ifade etmek haklarına saygı gösterirler.

11. Devletler, tüm orta öğretim mezunları veya yüksek öğretim düzeyinde öğrenimlerini sürdürebileceklerini ispat edebilecek diğer kişiler için ücretsiz bir yüksek öğretim sistemi tasarlamak, düzenlemek ve yaşama geçirmek için tüm gerekli önlemleri almalıdırlar.

12. Akademik çevrenin tüm üyeleri, çıkarlarını korumak amacıyla sendikalar kurma ya da sendikalara katılma hakkı da dahil olmak üzere başkalarıyla birlikte örgütlenme özgürlüğü hakkına sahiptir. Akademik çevrenin tüm kesimlerinin sendikaları, kendi alanlarına tekabül eden mesleki standartların oluşturulmasına katılmalıdırlar.

13. Yukarıda sıralanan hakların kullanılması bazı özel görev ve sorumlulukları da birlikte getirir ve başkalarının haklarının korunması için gerekli olan bazı kısıtlamalara tabi tutulabilir. Öğretim ve araştırmalar mesleki standartlara tümüyle uyularak sürdürülmeli ve toplumun karşı karşıya bulunduğu çağdaş sorunlara yanıt verir nitelikte olmalıdır.

Yüksek Öğrenim Kurumlarının Özerkliği

14. Tüm yüksek öğretim kurumları, kişilerin ekonomik, sosyal, kültürel, temel ve politik haklarının gerçekleşmesini gözetir ve bilim ve teknolojinin bu hakları zedeleyecek biçimde kötüye kullanılmasını önlemek için çaba gösterir.

15. Tüm yüksek öğretim kurumları ilgilerini toplumun karşı karşıya bulunduğu çağdaş sorunlara yöneltirler. Bu amaçla, bu kurumların müfredatları ve faaliyetleri bir bütün olarak toplumun ihtiyaçlarına yanıt verir. Yüksek öğretim kurumları, kendi toplumlarında politik baskıları ve insan hakları ihlallerini kınamalıdırlar.

16. Tüm yüksek öğretim kurumları diğer benzeri kurumlar ve kendi akademik çevreleri içindeki bireylerle, baskıya maruz kaldıkları zaman dayanışma içinde olmalıdırlar. Bu dayanışma maddi ya da manevi olabilir ve baskı kurbanlarına sığınma, iş ya da eğitim olanakları sağlamayı içermelidir.

17. Tüm yüksek öğretim kurumları, bilimsel ve teknolojik bağımlılığı önlemek ve bilginin edinilmesi ve kullanılmasından dünyadaki tüm akademik çevrelerin eşit konuma sahip olmalarını sağlamak için çaba göstermelidirler. Bu kurumlar bölgesel, politik ya da benzeri diğer engelleri aşan uluslararası bir akademik işbirliğini teşvik etmelidirler.

18. Akademik özgürlükten gerektiği gibi yararlanmak ve yukarıdaki maddelerde sözü geçen yükümlülüklere uymak, yüksek öğretim kurumlarının üst düzeyde özerkliğe sahip olmasını gerektirir. Devletler, yüksek öğretim kurumlarının özerkliğine müdahale etmemekle ve toplumdaki diğer güçlerin müdahalelerini de önlemekle yükümlüdürler.

19. Yüksek öğretim kurumlarının özerkliği, ilgili akademik çevrenin tüm üyelerinin aktif katılımını içeren demokratik bir özyönetimle gerçekleşir. Akademik çevrenin tüm üyeleri, herhangi bir ayırım yapılmaksızın akademik ve idari işlerin yürütülmesinde yer alma hakkına ve olanağına sahiptirler. Yüksek öğretim kurumlarının tüm yönetim organları özgürce seçilir ve akademik çevrenin değişik kesimlerinden temsilcileri içerir. Özerklik, eğitim, araştırma, dışa yönelik çalışmalar, kaynakların kullanımı ve diğer ilgili faaliyetlerle ilgili politikaların belirlenmesine ve yürütülmesine ilişkin kararları kapsamalıdır.

Şarkısı Bile Var *

Ben de sevdim demeye biraz geç kalmadık mı?

Kemal Üçüncü

Odatv.com

[i] Osman Özkul http://turkoloji.cu.edu.tr/GENEL/osman_ozkul_universite_bilim_kultur.pdf

* Ben de sevdim demeye biraz geç kalmadık mı?

Kemal Üçüncü odatv arşiv