YAZARLAR

Reform paketi ve süreceği görünen abluka

Reform paketi açıklandığına ve bazılarının iddia ettiği gibi önemli değişikliklerin sinyalini vermediğine göre, gerçekte olup biteceklere bakmaya devam edebiliriz. İktidar hiçbir şey yapmadan normalleşeceğine ikna olunmasını, ikna olunmasa bile kendisine biraz daha vade açılmasını, küçük hamlelerle gerilimi kendi lehine çevirebileceğini hesaplamaya devam ediyor.

Uluslararası sözleşmelerde, yıllar süren mücadelelerle ortaya konmuş temel hukuk metinlerinde, hatta “darbe artığı” anayasada bile defalarca işaret edilmiş, altı çizilmiş ilkeler, “biz bulduk” diye listelendi; yıllardır mevcut yasalar ihlal edilerek uygulanmayan kurallar, “reform paketi” ambalajıyla hediyeye çevrildi. Paketin, “hukuk diye bir şey varmış, onu bulduk” demekten ileri gitmeyen bu haliyle, inandırıcılıktan ve iddia sahiplerinin güvenilirliğinden daha fazla defosu var. “Eylem planının” zemini oluşturan 11 ilkeden bahsediliyor. İstisnasız hepsinin ihlal edildiği kararların talimatlarını verenler, hemen her gün bu ilkeleri ezip geçen konuşmalar yapanlar açıkladı ilkeleri. Sadece 8. ilkedeki “suçsuzluk karinesi ve lekelenmeme hakkı” ile Erdoğan’ın herhangi bir konuşmasını karşılaştırmak yeterli olur. Bunlar, şimdiye kadar bir yerlerde yazılmadığı, kimse bilmediği için değil, bilerek ve isteyerek uygulanmadı.

“Kimse istedi diye yapmıyoruz” denilen eylem planının birinci amacının birinci sırasına konulan, “AB ile vize serbestisi için istenenlerin karşılanması” hedefi de gerçekten “çok anlamlı” olmuş. Binlerce kişiyi hakaret gerekçesiyle hapse gönderen avukatlarının habersiz olduğu, “eleştiri hapis gerekçesi olamaz” ilkesini anlaşılan Erdoğan yeni fark etmiş. Tıpkı, somut delil olmadan tutuklama olamayacağını bilmemek veya gece yarısı ifade için gözaltına almanın abes olduğunu şimdi anlamak, daha fenası bunu hedef diye “reform paketine” yazmak gibi. “Şeffaflık”tan anlaşılanın, zaten kamuya açık olması gereken mahkeme ve komisyon kararlarının görülebilmesi olduğunu da yeni öğrenmiş olduk.

“Türkiye bir hukuk devletiyse HDP'nin kapatılması acildir, şarttır. Başka bir ad altında tekrardan faaliyette bulunmasına fırsat verilmemelidir.” Bahçeli, insan hakları eylem planının açıklandığı gün, Meclis kürsüsünden söyledi bunları. Hukukta reform veya “insan hakları” paketi buysa, “hukuk devletinin gereği” de böyle olmalı diye düşündü herhalde. Üstelik, daha düne kadar “parti kapatmayı zorlaştırdık” diye övünen, yine çok kısa bir süre önce “parti kapatmaya karşıyız” açıklamaları yapan ortağının, dünya aleme “hukuk reformu” diye “zaten yapmaları gerekenleri bir ara yapabileceği vaadini” iki yıla yayan paketi anlatacakları gün. Ve aynı gün Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, HDP için inceleme başlattı.

Bir-iki haftadır, AKP ve MHP arasında sıkı pazarlıklar döndüğü, MHP’nin “kapatma” dışı formüller konusunda ikna edildiği söyleniyordu. Bahçeli’nin sözleri, kulislere yine yanıltıcı bilgiler salındığı ve pazarlığın sonuçlanmadığı biçiminde de yorumlanabilir elbette. Fakat bitmiş bir pazarlığı görünmez yapacak ve topu “yargıya atmayı” sağlayacak final gürültüsü olması ihtimali de güçlü. Çünkü Bahçeli’nin sözlerinde, HDP’nin kapatılmasını siyasi bir hamle olmaktan çıkartarak, “hukuki” bir mesele olarak sunma iması var. “Gereğini yaparız” havası, “lüzumunu yerine getirsinler” biçimine dönüştü. Israr devam ediyor ama uygulayıcı özne olarak kendisini ve ortağını da kısmen rahatlatıyor.

Aslına bakılırsa bu seçeneklerle ilgili tartışmanın –yani MHP’nin ikna olup olmadığının- nasıl kesinleştiği çok da önemli değil. Zira taktik sonuçları epey farklı olsa da, HDP’nin merkeze yerleştirildiği ve muhalefetin sıkıştırıldığı stratejinin işletilmesi konusunda bir değişiklik yok. Sürecin işleyişi de temel tercihlerdeki değişime değil ihtiyaçlara göre şekillenecek. Üstelik bu konuda Bahçeli hiç yalnız değil ve Erdoğan, temel siyasi gerilimi terazinin bu noktasına yerleştireceklerini açıkça beyan etmiş durumda. Sadece hangi mekanizmaların, nasıl kullanılacağına ilişkin “cinlikler” bulma arayışı ve çaresizliklerde debelenme sürüyor. Meclis'e getirilen ve “hukuk reformu açıklaması” vesilesiyle işleme konulması bir süre ertelenen fezlekeler, güçlü alternatif malzeme olarak hâlâ masada.

Dört ay önce damat istifasının peşine eklenen “reform” vaadi, beklendiği gibi neredeyse hiçbir somut çözüm önerisi içermeyen bir içerik. İçine seçim yasasının sokuşturulduğu, iki yıla yayılacağı –yani seçime kadar vaat olarak kalabilecek- ve nihai hedef olarak anayasa değişikliği ile ilişkilendirilen paket, eldeki tüm imkanlar kullanılsa bile işe yarar bir gündem kurmaya yarayacak gibi değil. Zaman kazanma imkanını vereceği de çok şüpheli. Resmi sözcüler ve örgütlü sosyal medya çabası bile, “işte budur” havasına girememiş görünüyor. Reformun lafıyla dört ay idare edildi ama açıklanmış paketinin o kadar ömrü olmayabilir. İktidarın yapması gerekeni, yapmaya mecbur olduklarını vaat olarak insanların önüne koymasının –ve uygulamayı da pazarlık kozuna çevirmesinin- yeni bir örneği olarak kayda geçecek.

Reform paketi açıklandığına ve bazılarının iddia ettiği gibi önemli değişikliklerin sinyalini vermediğine göre, gerçekte olup biteceklere bakmaya devam edebiliriz. İktidar hiçbir şey yapmadan normalleşeceğine ikna olunmasını, ikna olunmasa bile kendisine biraz daha vade açılmasını, küçük hamlelerle gerilimi kendi lehine çevirebileceğini hesaplamaya devam ediyor. Belki kongre süreci ve bazı kabine değişikliği hamleleriyle bu ayın gündemi biraz daha sarkabilir. Fakat, asıl gündem Bahçeli’nin konuşmasında değindiği üzere, “mutfak yangını” yerine “vatan yangını” etrafında şekillendirilecek. Olmayan yangını ateşlemek için de hazırlanmış benzin, fezlekelerle mecliste. Ancak iktidar çakmak çakılınca çıkacak ateşin kendisini ısıtmaya yeteceğinden hâlâ çok emin değil. Garê denemesi pek cesaret artırıcı olmadı.

Fezlekeler meselesinde apar topar televizyonlara çıkartılan Yavuz Ağıralioğlu, işleri çok kolaylaştırmaya yetmedi. Çünkü geçen sürede fezlekeler üzerinden muhalefet cephesinde yüksek bir gerilim tedarik edilebilmiş değil. Aksine Mithat Sancar, Erbakan gecesi protokolüne değerli konuk kontenjanından dahil edildi. İYİ Parti, “fezlekelerin içeriklerine bakarız” gibi kendi sınırını zorlayan bir pozisyonda kaldı. İYİ Parti’nin arkasına saklanma niyetindeki bazı CHP’liler de boşa düştü. Elbette fezlekelerin çoğunun içeriklerine bakıldığında görülecek olan, açık bir siyasi operasyon niyeti olacaktır. “Sevgili Demirtaş” paylaşımını suç saymayı geçelim, çoğu soruşturmanın yıllardır özel olarak bekletilmiş dosyalardan çıkartılmış olması bile bunu anlamaya yeter.

Bitirirken bir noktaya daha temas etmekte yarar var. HDP üzerinden ve fezlekelerle muhalefeti sıkıştırma taktiği artık herkesin dilinde olan bir gerçek. Fakat HDP’ye dönük kuşatma hamlesinin bununla sınırlı olmadığını da görmek gerekir. Yapılan son araştırmalarda iyice belirginleşmiş olan AKP’nin yeniden Kürt oylarından büyük pay kapmasının imkansızlaşması, bu stratejinin önemli gerekçeleri arasında. Seçim yasasında yapılması düşünülen değişikliklerin de bununla yakın ilişkisi var. Ele geçiremediğini, kazanamayacağını etkisiz kılmayı, denklemden çıkartmayı başka alanlarda da denemiş iktidar aklını iyi tanıyoruz. Dolayısıyla, HDP üzerinde yürütülen kuşatmaya, sadece muhalefeti sıkıştırma hamlesi olarak bakmak eksik kalıyor.

 

Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).