YAZARLAR

Çuvallama günleri başlıyor

İktidar seçmeni, “ne yaptık biz” demiyor veya verdikleri katkıyla inşa edilen garabetten nedamet duymuyor belki ama bu ilişkinin derdine çare olmayacağını daha güçlü biçimde seziyor.

İktidarın birilerine ayrıcalıklar sağlarken, birileri için hayatı nefes alınamaz hale getirmesi hiç yeni değil. En azından 6-7 senedir bunu ilan ederek, hatta göze sokarak yapıyor. Çok daha uzun süredir, bazıları hiç değişmeyen bazıları ise zaman zaman değişen “ötekiler”, hemen her alanda baskı ve haksızlıklardan paylarını fazlasıyla alıyor. Küçük bir azınlığa sağlanan ekonomik ayrıcalıklar, daha kalabalık bir grup için sembolik "hediyeler", hamasi gürültüler eşliğinde normalleştiriliyor. Beş müteahhit ihalelere gömülüyorsa, iktidar elitleri çifter maaş alıyorsa; size de Ayasofya’yı açtık, sağa sola “artık Türkiye eski Türkiye değil” çemkirmesi için imkan verdik deniyor. “İtibardan tasarruf etmeyenler", destekçileri kuru övünme ile yetinsin istiyor. Bunlara rağmen iktidarın toplumsal desteğinde, oy tabanında –son yıllara kadar- çok dikkate değer bir düşme izlenmedi. Küçük bir duraklama veya belli belirsiz yavaş bir gerileme dışında dramatik bir kayıp yaşanmadı. Yerel seçimde büyükşehir belediyelerinin el değiştirmesine rağmen sayısal tablonun korunduğu iddia edilebildi. Bu durum kutuplaştırma ve kimlik siyasetinin efsanevi konsolidasyon becerisiyle açıklandı. Şimdi ise herkes kronikleşmiş bir çözülme ve erime sürecine girildiğinden söz ediyor. Bu sürece yapısal bir çuvallama döneminin eşlik edeceği de anlaşılıyor.

İktidarın bunca beceriksizliğe, başta ekonomi olmak üzere hemen hemen her alandaki sorunlar karşısındaki çaresizliğine rağmen, bu kadar rahat suyun üstünde kalabilmesinin, küresel ve yerel pek çok nedeni var. Dünyada sahici sorunlara tosladıklarında aynı yalpalamaya giren, benzer sıkıntıları yaşamaya başlayan popülist-otoriter dalganın, yükselmekte olmayıp “geçici platoyu” otoriter konsolidasyonla uzatmış olduğu şimdi daha iyi görünüyor. Neoliberalizmin, seçeneksiz “makul” diye dayattığı içeriksiz politik mimari, solu hikayesinden etmekle (itibarsızlaştırmakla) kalmadı. “Büyük anlatı” imhası “merkezin” kendi makul iddiasını da silip süpürdü. Büyük hikayenin yerine yerleşmeye aday sihirli iktisadi liberalizasyon (küreselleşme), vaat ettiğinin aksine ne refah ne de özgürlük getirdi. Ancak sistem, kendi imalatı olan bu ağır faturayı yine başkalarına ödetmenin yolunu buldu. Bu hesap aktarımının zorunlu yan etkisi, ırkçılıktan dinsel tutuculuğa kadar en yakası açılmadık aşırılıkların, “hikaye boşluğuna” hücum etmesiydi. Dilsizleştirilen sistem eleştirisi cebren tedavülden kaldırılırken, “makul” (merkez) alınıp en kontrolsüz vasatın ortasına taşındı. Bu kurnazlığın faturası, yaratılan ucube iktidarlar ve haset-hamaset batağına sıkıştırılan kalabalıklar oldu.

İktidar, artık sayısal desteğini koruyamıyor, erimesini durduramıyor. Bütün anketler -sayılar değişse bile- aşağı yukarı aynı şeyi söylüyor. Tabanından büyük kopmalar olmasa bile artık ölçülebilir bir çözülmenin yaşandığı ortada. Bütün sembolik, ideolojik takviyelere rağmen, tavan ile taban arasındaki ortak hissiyat, tasa ve kıvanç birlikteliği zayıflıyor. İdeolojik ortaklığın, “yerli-milli” kimlik parantezinin getirdiği fayda –ve koruyucu şemsiye- muğlaklaştıkça, destek de daha gönülsüz hale geliyor. Biten hikayenin sonrasındaki sündürme, geç de olsa idrak ediliyor. İktidar seçmeni, “ne yaptık biz” demiyor veya verdikleri katkıyla inşa edilen garabetten nedamet duymuyor belki ama bu ilişkinin derdine çare olmayacağını daha güçlü biçimde seziyor. Bu yetmezmiş gibi, piramidin tepesine doğru ilerledikçe tavandaki kapışmalar, itişmeler ve ele yüze bulaştırmalar da saklanamaz hale geliyor. Tabanı gevşeyen, çatısı çatırdayan iktidar görüntüsü, artık sızan bilgilerle değil, taşan, saçılan rezaletlerle ortaya çıkıyor. Şimdiye kadar arası iyi olan kesimlerle birer birer maraz çıkıyor. TÜSİAD’ı TOBB’u ayrı ayrı ses yükseltiyor. En sağlam görünen esnaf ve çiftçi neredeyse “sivil itaatsizlik” sınırında. Amirallerin bildirisi veya mafya hesaplaşması; pudra şekeri videoları ya da bakanlar hakkındaki ihbar mektupları gibi resimler, bir dağılmayı anlatıyor.

Siyasal-toplumsal destekteki giderilemeyen sıkıntı, tepe kadrosundan çıkar ortaklarına kadar yayılan çatı çatışmaları gibi zorluklar, azalmadığı gibi saklanamaz hale geliyor. Bunun çaresi olsun diye ortaya konulan güç gösterileri, hem çare olmuyor hem de uygulama skandalları halinde yeni “tel tel dökülme” görüntüleri yaratıyor. Ekonomi alanındaki büyük başarısızlıktan dış politika taklalarına kadar hemen her alanda, herhangi bir müdahale veya ifşa katkısına gerek duyulmadan saçmalamayı başarabiliyor iktidar. Yönetme kabiliyetindeki kayıp, kadro kalibresindeki düşüş, kurumsal desteğin tamamen bitmesi, sistemin bünyevi beceriksizliği gibi pek çok unsur, bu çaresizliği besliyor. Ancak bu tabloda asıl belirleyici olan, sorun öbeklerinden fırsat çıkartma aklında saklı. Yönetememe krizini idare etmek için geliştirilen ve bir süre işe yarayan yöntem, artık kendisini vuruyor. Kimsenin derdini çözemeyen iktidar, imtiyaz yaratabilme kabiliyetini, yasaklayabildikleriyle göstermeyi deniyor. Kimsenin derdini çözememesini, başkalarına yaratabildiği dertlerden azade kılmakla telafi etmeye kalkıyor. Fakat bunlar öylesine rastgele ve akılsızca uygulamaya konuyor ki; bumerang, hesap edilen faydanın tam tersiyle dönüp kafalarına çarpıyor. 128 milyar dolardan dış gerilimlere kadar yayılan koordinasyon ve iletişim çuvallamaları, tabloyu daha da ağırlaştırıyor.

Aslında başından itibaren seri skandallarla yürüyen salgın yönetimi, artık iyice bariz hale gelen özel bir çuvallama alanına dönüştü. (Tıpkı bütün dünyada benzer popülist-otoriter iktidarların başına geldiği gibi. Geçen yıl “salgın ne getirir” tartışmalarında, otoriter yönetimlerin bu durumdan avantaj yaratabileceği konuşuluyordu ama hem sonuçlar hem imkanlar öyle bir tablo üretmedi) İşin sağlık tarafındaki rezaletlere, ekonomik destekler konusundaki korkunç kifayetsizlik ve son olarak yasaklar hakkındaki akıl almaz uygulamalar eklendi. Geçen yıl yaşanan sokağa çıkma yasağı uygulamasındaki –istifa getiren- skandal, son kapatma sırasındaki içki yasağı meselesinde tekrar edildi. Bir hafta içinde hemen her gün yenilenen formüllerle toparlanmaya çalışılan bir keşmekeş yaratıldı. Lebaleb kongrelerle sıradan insanlar arasında oluşan saklanamaz uçurum, denize giren turistlerle buna yeltenen vatandaşlar arasında tekrar edildi. Yasaklar, ayrıcalıklar, imtiyazlar üzerine inşa edilmeye çalışılan olağandışılık, zücaciye dükkanındaki filden daha fazla hassasiyet yaratamadı elbette. Herhangi bir soruna çare üretmeyi bile deneyemeyenler, başkalarının hayatını zorlaştırırken kendi tabanlarındaki çitleri ezmekten kaçınamadı. Elde bir şey kalmadığı için nimet dağıtmaktan çekilen iktidar, külfet bölüştürürken de çuvallamaya başladı. Bu durum, onun sonunu hızlandırabilir ama henüz kimsenin gelişinin garantisi değil. Çünkü ortada hâlâ başka bir hikaye yok.


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).