Prusya Kralı II. Wilhelm’in şahsından ziyade, temsil ettiği millet ve coğrafyanın, çalışmamız çerçevesinde bahis mevzuu olduğunu, okuyucularımız biliyorlar. Meşrûtî krallığa ihtilâlsiz, kansız ve medenice geçiş yapan Alman milletinin ve coğrafyasının İslâm ile alâkasını ve halklarının sevgisinden kısaca bahsetmiştik. İmparator Wilhelm II; inançları, siyasî duruşu, İslâm ve bilhassa Osmanlı’ya olan muhabbeti ile çizimine çalıştığımız resmi tamamlayacağından, önemsiyoruz.
Taç giyip kılıç kuşanışından bir sene sonra Osmanlı başşehri İstanbul’a 11 Ekim 1898’de başladığı seyahat, genç Sultan ile olan sıcak münasebeti ve devletler bazındaki iş birlikleri; bilhassa İngilizlerin başını çektiği diğer büyük devletlerce ölümcül hasta ilân edilen Osmanlı’ya arka çıkması; Kayser’in ilgi ve alâkasının yalnızca siyasî formata hapsedilemeyeceğini gösteriyor. Bu siyasetin İmparator’un kendi inisiyatifi olmadığını, belki 1878’de Osmanlı-Rus Savaşı’nın barış görüşmelerini Berlin’e alarak Devlet-i Aliye’nin yardımına koşan Bismarck’ın siyasî düşüncesinin devamı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İmparator’un bu ilk seyahatini, araştırmacı gençlere bırakırken; daha çok manevî boyutuyla ortaya gelen ikinci seyahati üzerinde duracağız. Yani İmparatorun hacc niyetiyle Berlin’den İstanbul üzeri Kudüs-ü Şerife ziyarete gittiği 1898 seyahati üzerinde kısaca duracağız.
Hz. İsa (as) ve diğer peygamberlerin yurdunda bir Protestan kilisesi inşa, o mübarek beldeyi ziyaret ve nihayet söz konusu kilisenin açılışını gerçekleştirmek niyetiyle Berlin’den yola çıkan II. Wilhelm ve beraberindeki heyet İstanbul’da kısa bir dinlenmeden sonra Hayfa Limanı’ndan karaya çıkarlar. Önce Yafa ve daha sonra Kudüs’e ulaşırlar. Tarih kitaplarında çokça detaylandırılmış bu önemli seyahati kısaca anlatıp; Berlin-Şam irtibat ve hattı noktasındaki esas meseleye gelmek istiyoruz. Tamamen manevî ve dinî duygularla örülü bu seyahati kral her ne kadar bütün Avrupa Kiliseleri’ni temsil etse de, esas renginin Protestan olduğunu söylemeyi gerekli görmüyorum.
Bu gezisiyle Protestan ahalinin kuvvetini arkasına alma niyeti de olabilir, Kral’da… Nitekim İngiltere, Fransa, Amerika ve Almanya’da sanayi devriminin bütün renkleriyle ve unsurlarıyla cemiyete hâkim olduğu zamanlardır. Ziraatla uğraşan insanların şehirlere hücum ettiği bu süreçte şehirlerin nüfusu yüzde elli sekiz oranında artarak sosyal kargaşanın, devletin sosyal vazifeye yetersizliğin ve bu sınıf çatışmasından materyalist, sosyalist ve komünistlerin tam da istifadeye çalıştığı kıvama gelecektir. Haçlı seferi sırasında Kudüs’ü ziyaret etmiş Staufer Frederic’ten sonra ikinci Romalı hacı sayılan Kayser Wilhelm ile eşi Agusta Victoria’yı Sultan adına karşılayan Tevfik Hamdi ve eşi Emine Naciye Tevfik’ten medihle bahseden Alman tarihçileri; Emine Tevfik’in Kayser’in portresini tuvale yansıtan eserinin Beşiktaş Deniz Müzesi’nde bulunduğunu da unutmamışlar.
Kudüs’te bütün Hıristiyan gurupları kabul eden Wilhelm’in huzura gelen Siyonist Theodore Herzel’i de kabul ettiğini ve onun Yahudiler için toprak isteğine karşı çıktığını belirtiyorlar. Betlehem Kilisesi’nin önündeki konuşmasında; Hıristiyanların aralarındaki tartışma ve kavgalara son vermelerini ve Müslümanlara iyi örnek teşkil etmelerini tavsiyesi de burada dikkatimizi çekecektir. Dönüş yolunda Beyrut üzerinden demiryolu ile Şam-ı Şerif’e geçen Wilhelm’in hem Emevi Camii’ni, hem Hz. Yahya Kilisesi’ni ve diğer önemli noktaları ziyaretinin önüne geçen bir başka ziyaret vardır: Sultan Selâhaddin’in Türbesi. Ve mezarı başında bir Avrupa adına hem Selâhaddin’e, hem Osmanlı’ya ve hem de İslâm Âlemine verdiği dostluk ve ittifak sözüdür. Avrupa’nın Osmanlı’ya hasta adam muamelesi yaptığı ve izole etmeye çalıştığı Devlet-i Aliye’ye ittifak ve dostluk sözünü, Sultan Abdülhamit bir levhaya işlettirip kabrin bir köşesine asacaktır. Bu sözün, Bediüzzaman’ın Talebelerine İkinci Dünya Savaşı’nın halini tasvir sadedinde gönderdiği mektubunda ifade ettiği bir cümleyi de tedai ettirdiğini okuyanlar bilirler.
”Resmî ilânıyla, “Allah’a istinad edip dinsizliği kaldıracağım, İslâmiyet’i ve İslâmları himaye edeceğim” diyen bir hükümet yüz milyon küsur iken,….” (Kastamonu Lâhikası, s. 54)
Wilhelm’in burada ilân ettiği hakikatin şahsından ziyade temsil ettiği misyonu, tevhide yaklaşmış ve bir kısmı kurtuluşu bulmuş Kuzeylileri ve ayrışmakta olan Avrupa’nın birinci kısmını alâkadar eden bir nokta olduğunu tekrar belirtmekte fayda vardır. Ahir zaman tarihinin en önemli iki ucu olan Şam-ı Şerif ile Berlin arasındaki hattı çizmemize yardımcı olan Kayser’e takdirlerimizi sunmakla birlikte; Peygamberimizin (asm)verdiği haberlerden, bin dört yüz küsûrdur meydana gelen hadiselerden ve içinde bizatihi yaşadığımız felâketli olaylardan hareketle diyoruz ki; bu ziyaret yüzlerce unsurdan sadece bir unsurdur, Şam-ı Şerif için. Resmî olarak iki Avrupa’nın ayrışma tarihi veya bin küsûr seneden beridir İslâm’a hasım olmuş bir Avrupa’nın tarziyesi de anlaşılabilinir, Wilhelm’in Şam-ı Şerif ziyareti.