Gecenin  yarısı  olmuştu.  Bulutlar,  ay  ışığını  perdelemiş,  ay  ve yıldızların  uyumasını  sağlıyordu.
 Küçük  çoban  Mevlüt,  yaylımdaki  koyun  sürüsünü  topladı,  onlara kavalıyla  ninniler  çalıp  söylemiş  ve   çok  yorulmuş. Göz kapakları da   kapanıyor uyku sinyalleri veriyordu.  Küçük  Çoban,  uyumamak  için her  yolu  denedi , olmadı.  Gecenin  ürküten  karanlığında uykuya  yenik  düşerek,  dalıp  gitti...
Koca  kamışlı ovasın da  derin  bir  sessizlik  çökmüş,  gece  kuşları  ve  çekirgeler  ses  perdelerini  kapatmış,  serin  esen  rüzgar her  tarafa  korku  salıyordu.
Ürküten  zifiri  karanlık  ve bu   sessizlikte, gözlerinden  ateş  saçarak   çıkardığı  o  garip seslerle  saldırıya  geçen  kurtlar,  bir  anda  ortalığı aydınlattılar. Eşeğinin  semerine  bağlı  olan  Kangal  köpeği ,kurtlara  karşı  gelmeye  çalışıyor  ama  bağlı  olduğu  için  bir  şey  yapamıyordu .
 Küçük  çoban  Mevlüt,  derin  daldığı  uykusuna  yenik  düşmüş  ve  koca  sürünün  kurtlar  tarafından  kırılmasına  engel  olamamıştı.
Seher  vaktinin  serin  esen  rüzgarları  küçük  çoban Mevlüt’ ün  yanaklarını  okşayarak  uyandırdı.  Küçük  çoban, gözlerini  ovalayarak  açtı  ve  gördüğü  manzara  karşısında adeta kanı  donmuştu.  Ağır  ve   korkak  hareketle  eşeğin  semerine  zincirle  bağlı  olarak    duran   Kangal  köpeğinin  zincirlerini  çözdü.  Korkudan titreyerek,  hıçkırıklarına  boğulmuş  bir  şekilde  köye  koşarak  geldi.
-Bizim  sürüye  kurtlar  saldırdı!...  Tüm  koyunları  telef  etti!...  diyerek  köylüyü  ayaklandırdı.  Köyde tüfeğini  alan  herkes, Kerkenez’e  doğru  sürünün  yanına  koştular  ve  gördükleri manzara  tüm  köylüyü  dehşete  düşürdü. Bu  arada,  “atı  alan Üsküdar’ı  geçmişti” ; can  çekiştiren  koyunlar için de vaziyetleri çok kötüydü..
-Mundar olmasın, diyerek “Ya  Bismillah”  deyip  bıçakla  kestiler. 
Köyde  sesler  bulut  oldu,  göğe  süzüldü;
- Apış’ın  yetmiş  koyun...   Tahir  kanın  kırk  beş  koyun...  Şu bizim  Sarı’nın  da  yedi  koyunu  var  idi,  ikisi  kalmış,  biride yaralı.  Kurtların  dişleri  değen  hayvan  iflah  olmaz,  o da  ölür... diyerek  gökyüzünde  uçuşan  söz  bulutları  köy, köy  ,kasaba,  kasaba  yankılandı.
Boyalıktan  eser  acı  bir  poyraz. 
Üfler  yön  verir  kayalı  boğaz. 
Kerkenezin  karı  çekerse  ayaz. 
Kışları  güzeldi  benim  köyümde.
 Aradan  fazla  günler  geçmeden  kurtlar  diğer  köylerin  sürülerine  de  saldırarak  zarar  verdiler.  Köylüler  birleşerek ve  kasabadaki  jandarmalardan  da  yardım  isteyerek  kurtlara karşı  koymaya  çalıştılar . Ancak,  aradan  geçen  günlere  rağmen  kurtların  saldırılarına  engel  olamıyorlardı.
Osman paşa kasabasın da  çok  eskiden  beri  çobanlık  yapan  çoban  Aziz’in  ismi  ve  söyledikleri…  köylünün    dillerinden  süzülen  nameli  sözlerle yankılandı:
-Kurtlara  biri  zarar  vermiş,  yavrularını  bularak  öldüren ya da  yakalayarak  saklayan  biri  varsa  söylesin ; yoksa kurtların  kini  çok  kötü,  insanlara  da  zarar  verirler,   dedi.
Herkes  birbirine  baktı.  Mıstıoğlu  Mustafa’nın  yaramaz oğlu  Erdal,  söylenenleri  duyar  duymaz  hareketlendi  ve koşarak  eve  geldi.  Post  yapacağı  kurdun  ölü  yavrusunu  bir torbaya  koyarak,  Kurt  Kayası’na  doğru  koşarak  yol  aldı. Erdal’ı  koşarak  ve  telaşlı  bir  şekilde  görenler;
 -Hayrola  Erdal , bu  ne  hal ?  Nereye  koşuyorsun?... 
Erdal,  sorulan  sorulara  mantıklı  cevap veremeden  Kurt  Kayası’na  geldi  ve  kurtların  yuvasına eğilerek,  içeriye  baktı.  İçerden  çıt  çıkmıyordu.
 -Kurtlar  diğer  yavrularını  götürmüş...  Affet Allah’ım, affedin kurtlar...  diyerek,  elinde  getirdiği  torbadan  ölü  yavruyu  çıkardı  ve kokmaya  yüz tutmuş, kanlar  içinde  olan  ölü  yavruyu kurtların  yuvasına  koydu.
  -Beni  burada  bir  gören  olur,  diye  kayalarda yankılanan  sesiyle;
  -Affet  beni,  affedin beni... diyerek bağırarak  hızla  oradan  uzaklaştı.
 Selam ve dua’larımla.