01 Nisan 2020 01:14

Kararlar, hükümetin virüsle mücadeleyi bıraktığının itirafıdır

Recep Tayyip Erdoğan

Recep Tayyip Erdoğan | Fotoğraf: AA

Paylaş

Test sayısı arttıkça koronavirüse yakalanan vatandaş sayısı da artıyor. “Psikolojik sınır” denilen 10 bin vaka çoktan aşıldı. Hayatını kaybedenlerin sayısı da hızla artıyor.

30 Mart itibarıyla, Hükümetin açıkladığı ölü sayısı 168’di. Ama İstanbul Tabip Odası İstanbul’da ölü sayısının 200’ü, İzmir Tabip Odası ise İzmir’de 100’den fazla olduğunu belirtiyor.

Yetkiler ise, bilim çevrelerinden gelen “şeffaflık” ve “Etkili önlemler almak” yerine, gerçekleri söyleyenlerin susturulması için uğraşıyorlar.

Emekli değilim, memur değilim, zengin değilim. İşçiyim ben. Tır şoförüyüm. Çalışmasam ekmek yok. Elektriğimi, suyumu, kiramı ödeyemem. Bunları ödememek ölmekten daha beter... Bizi virüs değil bu düzen öldürür” diyen Tır Şoförü Malik Yılmaz’ın peşinde İçişleri Bakanı, polisi savcısıyla devlet bir “Garibanı mı yoksa kötü niyetli birisini mi” araştırıyor!

Oysa halk; giderek artan virüs tehdidi karşısında Hükümetten, virüsün yayılmasını önleyecek ciddi ve uygulanabilir önlemler alınmasını bekliyordu. Ama, önceki gün Erdoğan’ın başkanlığında toplanan kabineden çıka çıka; virüsün yol açtığı yıkımın ekonomik faturasını halka çıkaran, “Biz bize yeteriz Türkiye’m” adı altında bir bağış kampanyası ile “Ölen ölür kalan sağlar bizimdir” stratejisinin sürdürülmesi kararı çıktı!

FATURANIN BİRİNCİ BOYUTU: EKONOMİK YÜKÜ HALKA YIKMAK!

Önceki gün, Erdoğan Kabinesinin yaptığı toplantıdan çıkan iki önemli karardan birisi, “Biz bize yeteriz Türkiye’m” adı altında bir bağış kampanyası başlatma kararı oldu.

Böylece Hükümet, koronavirüs gibi dünya ölçüsünde bir afete dönüşmüş olan mücadelenin finansmanını devletin, dolayısıyla hükümetin sorumluluğu olmaktan çıkararak, halktan toplanacak bağışla, “zekatla” karşılanacağını iddia eden bir yola girmiş bulundu.

Bunun anlamı, “Devletin koronavirüse karşı mücadele için verecek parası olmadığı gibi bunun için devreye sokacağı kaynakları da yok. Bu yüzden de vatandaşın elini cebine atması gerekiyor” demektir.

Tabii bu dayanışma ve yardımlaşma gelenek-göreneklerimiz gibi süslerle sunulmaktadır.

Burada, “Devlet zaten yapacağını yapacak, bağış burada ek bir destektir. Hatta dayanışma, yardımlaşma gibi toplumsal bakımdan manevi yönü daha da önemlidir” denecektir, denmektedir. Ama devletin virüse karşı mücadelenin finansmanı için açıkladığı 100 milyar TL’lik pakette sadece 2 milyar kadarının emekçilere yansıyacağı dikkate alındığında, Hükümetin bu konuda yeni kaynaklar yaratma gibi bir çabasının olmadığı, olmayacağı anlaşılmaktadır.

Burada, “bağış kampanyası” denilince üstünde tartışılacak iki şey daha vardır:

1- Bugüne kadar hükümetler ya da onların arkasında olduğu kuruluşlar, toplanan bağışları (deprem vergisi, 15 Temmuz’da “şehit ve gaziler” için toplanan paralar, Konut Fonu vb.) amaçlarına uygun olarak kullanmadıkları gibi çoğu zaman yandaşlara peşkeş çekerek buharlaştırmıştır.

2- Koronavirüse karşı mücadele amaçlı olarak belediyeler, valilikler şimdi de hükümet “yardım kampanyası” başlatmıştır. Tarikatların, cemaatlerin ve malum vakıf ve derneklerin de harekete geçmesiyle ortalık “yardım kampanyası”ndan geçilmez olacaktır.

FATURANIN İKİNCİ BOYUTU: ÖLEN ÖLÜR KALAN SAĞLAR BİZİMDİR!

Hükümetin halka çıkaracağı koronavirüs faturasının ikinci boyutu atölyeler, fabrikalar ve tarım alalarındaki çalışmaları durdurmayarak, “ekonominin gereği” adı altında, zorunlu çalışma alanları dışında tüm işyerlerinde çalışmayı geçici olarak yasaklamaya varan önlemler almaktan kaçınmakta ısrar etmesiyle ortaya çıkmıştır.

“Bağış kampanyasının ilan edildiği açıklamada Erdoğan bunu; “Türkiye, her hal ve şart altında üretime devam etmek, çarkların dönmesini sağlamak zorunda olan bir ülkedir” diyerek, açıkça ifade etmiştir.

Bu açıklamanın anlamı; “Çarkların dönmesi işçiler arasında koronavirüsün yayılmasından daha önemlidir” demektir. “Her hal ve şart altında çarkların dönmesini sağlamak zorunda olma”nın başka bir anlamı olabilir mi?

Dolayısıyla İtalya, İspanya, ABD, İngiltere’de yaşananlardan sonra bunları söylemek, Erdoğan Hükümetinin koronavirüse karşı mücadelede, “Sürü direncinin oluşması” diye de ifade edilen, “Ölen ölür kalan sağlar bizimdir” stratejini benimsediğini göstermektedir.

Bu hükümetin gerçek anlamda virüsle mücadeleyi bıraktığını, mücadele ediyor gibi göründüğünün itirafıdır.

SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ ÇÖKMÜŞ, İNSANLIK ÖLMÜŞTÜR!

Hükümetin önceki gün aldığı, yukarıda sözünü ettiğimiz iki karar açıkça göstermektedir ki;

Sosyal güvenlik sistemi, bir felaket karşısında halkın ihtiyaçlarını karşılamaktan tamamen uzaktır. Ve bu durum prim ödemeye bağlı olmayan, en kötü koşullarda bile tüm halkın insanca yaşayacağı bir sosyal güvenlik sistemini açık bir ihtiyaç olarak ortaya koymuştur. Hiçbir bağış kampanyası da bu gerçeğin üstünü örtemez.Önceki gün alınan Hükümet kararına bakıldığında; kapitalist sistemin çarklarının sorunsuz dönmeye devam etmesi, işçilerin ve halkın canından daha önemlidir. Erdoğan hükümeti, tıp ve bilim çevrelerinden gelen bütün uyarılara, öteki ülkelerin başarılı ve başarısız deneyimlerinin gösterdiği gerçeklere karşın, milyonlarca işçinin atölyelerde, fabrikalarda, tarlalarda... çalışmaya devam etmesini zorunlu gördüğünü açıklayarak, sistemin işlemesine insan hayatından daha fazla önem verildiğini açıkça göstermiştir.

Hükümetin önceki gün aldığı kararlar, “Bizi virüs değil düzen öldürür” diyen Tır Şoförü Malik Yılmaz’ı haklı çıkaracak mahiyettedir.

Erdoğan ve Kabinesi, mevcut sosyal güvenlik sisteminin çöktüğü koşullarda “para mı insan canı mı?” ikilemi karşısında “parayı” tercih ederek insanlığı ve değerlerini umursamadığını göstermiştir.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa