Bu yazımı ilk öğretmenlerim olan annem ve babama, ve daha sonra bütün öğretmenlerime ithaf ediyorum.


Küçücüktüm henüz. 6 yaşımı yeni tamamlamış, ''7 yaşıma girdim'' diye böbürlenmeye yeni başlamıştım. Birden bire kendimi mavi önlüklerin içinde buluverdim. Neden okula gittiğimi anlamıyordum. Okuldan öğreneceklerimi önemsemiyordum. Ha-le-nur yazıyordum heceleye heceleye. Alfabeyi öğrenmesem de olur diyordum içimden. Okulun ilk günü büyük karmaşa olarak kalır hep akıllarda. Bende de öyledir. Prefabrik koskoca bir bina, istiklal marşı ve andımız okuyan bir sürü abi abla. Ve sıfatı kapkapa kalemlerle asla belirginleştirilemeyecek kadar geniş çizgilere yayılan öğretmenler...


Sıfatları belirginleştirilemez diyorum çünkü; onlar her mesleği icra ediyor aslında. Öğretmen diyoruz adlarına ama, onlar yalnızca öğretmiyor. Çabalıyor, emek veriyor, göğüs geriyor çünkü. Okulun ilk günü babamın elini sıkıca tutup okula gittim. Babamın elini bir dakika bile bırakmıyordum. Korkuyordum biraz. Biraz çekiniyordum. Kalabalığın içinde tanıdık tek bir yüz yoktu. Sonra sıcacık bir çift göz baktı gözlerime, ismimi sordu bana. Hecelemeden apar topar söyledim ismimi. Öğretmenimdi. Annem ve babamdan sonraki ilk öğretmenim. Farkındaydı çekindiğimin. Gülümsemeye devam etti uzun uzun. Anneydi, Anne gibiydi. Ama benim beklentilerim küçücüktü okuldan. Ne öğrenebilirdim ki? Sayılar mı? Harfler mi? Fen mi? Matematik mi? Hiçbiri büyülemiyordu beni. Çünkü ellerim kalem tutamayacak kadar küçüktü. Bir hafta sonunda babam artık benimle gelmemeye başladı okula. Eğik çizgiler, dik çizgiler çizdik durduk. Sonra çubuklarla harfler yaptık, harfleri şekillere, bulutları harflere benzettik. Duygu dünyam, hayal gücüm hep biraz daha genişledi. Okul korktuğum gibi değildi. 


Derken günler geçti, haftalar, aylar. Sayıların alfabenin yanı sıra dünyanın en önemli şeyini öğretti öğretmenim. Dua etmeyi. En üzgün olduğumuz zamanda, en darda kaldığımız anda kime sığınacağımızı gösterdi. ''Benim kekimi sen mi aldın?!'' diye arkadaşımı suçlarken, tek kaşı havada ''Sıran kekinin altında'' diyerek kibirli davranmamam gerektiğini, ödevimi yırtıp yapmamaya karar verdiğimde ceza olarak iki sayfa 'R' harfi yazdırdığında okumayı ciddiye almam gerektiğini öğretti. Kızıp bağırsa da içindeki merhamet duygusunun aslında hep başımızı okşadığını öğretti. Biraz büyüyüp onlu yaşlarıma geldiğimde biz ilkokuldan ortaokula geçerken güzel ayrılmayı öğretti...


Her öğrenci bir gökyüzü aslında. Üzerlerine yıldızları öğretmenleri serpiştiriyor. Her öğretmen bir kaç renk daha katıyor yaratıcı dünyana ve dünya renk katmakla bitmiyor. Hayatın karşısında dimdik durabilmeyi, paylaşmayı, insan olabilmeyi, hayallerin peşinde koşturup yorulmamayı, sevmeyi, emek vermeyi, değeri, özgüveni, yazmayı, çizmeyi, söylemeyi öğreten ve öğretmeye devam eden, benliğimizin her köşesini imzalarıyla süsleyen öğretmenlerim, ve memleketin her köşesinde eğitim fakültelerinde yarının öğretmeni olmayı bekleyen öğretmen adayı arkadaşlarım, Gününüz kutlu olsun hepinizin. Öğrenmeye aç nesilleri, doyurduğunu için teşekkür ederim. 

Saygı ve sevgilerimle :)