18 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kabahat kimde?

Cengiz Çakır

Cengiz Çakır

Gazete Yazarı

A+ A-

Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nin kurucularından Prof. Dr. Vamık Tayşi’nin anlattığı fıkra gibi bir tarihi olayı naklederek giriş yapmak istiyorum.
Olay Kurtuluş Savaşı yıllarında geçer. Kış başlamak üzere iken, Kayseri’de bulunan bir alaya bir emir gelir. “Size 40 tane mekare devesi (yük taşıyan hayvan) gönderilecektir, onlara kış boyunca bakıp ilk baharda geri göndereceksiniz” denilmektedir. Alay komutanı yazıyı, alayın baytarına (veteriner hekim) havale eder. Baytar olan subay durumu inceleyip üst makama “Kayseri’de kışların çok sert geçtiğini, 40 deveyi barındıracak han olmadığını, bu nedenle kesinlikle develerin gönderilmemesini, şiddetli soğuklara dayanamayıp öleceklerini” belirtir. Alay komutanının imzaladığı yazı üst makamlara gider, ama sonuç değişmez ve develer Kayseri’ye gelir.
Kayseri’de deve değil, eşek bağlayacak han bile bulamadıkları için develer soğuğa dayanamaz, korkulduğu gibi hepsi de ölür. Savaşın ortasında herşeyin çok kıymetli olduğu bir dönemde en değerli yük hayvanı sayılan 40 devenin ölümüne neden oldukları için, alay komutanı ve baytar İstiklâl Mahkemesi’ne verilir. Sorgu, sual derken baytar “Efendim biz durumun böyle olacağını tahmin ederek, sakın develeri göndermeyin diye yazı yazdık” demiş. Araştırılınca ifadenin doğru olduğu saptanmış. Soruşturma ilerledikçe bakmışlar ki çok yüksek makamlarda olan kişler hakkında işlem yapmak gerekecek, akıl edip, alay komutanına ve baytara birkaç ay hapis cezası vererek dosyayı kapatmışlar.
Oturum bittiğinde mahkeme reisi, arkadaşlar biz bir çözüm bulup bu dosyayı kapattık ama benim kafamı kurcalayan bir şey var. “Bu olayda kabahat kimde?” diye sormuş. Heyetteki hazır cevap üyelerden biri, “Kabahat kimde olacak reis bey, kabahat develerde!” demiş.
Gerçek bir olay mı, uydurma mı bilemem, ama rahmetli Vamık hoca böyle anlatmıştı.
Ispanakla ilgili zehirlenme olayının tarım işçilerinin bilgisizliğine bağlanması bu fıkraya benziyor. Ankara’nın Beypazarı ilçesindeki 6 dekarlık bir tarladan İstanbul, Edirne, Tekirdağ ve Kocaeli’ne ulaşan ıspanaktan ileri gelen zehirlenme olayları görülüyor. Bunu üreten çiftçi, satıldığı sebze halinin görevlileri, satın alan aracı, taşıyan nakliyeci, paketlemeyi yapan firmanın çalışanları, dağıtımı yapanlar, tüketiciye satışı yapan mağazayı kapsayan, upuzun bir pazarlama zinciri var. Bunların her aşaması denetime tabi. Denetlemekle görevli koskoca Tarım ve Orman Bakanlığı ve başka kuruluşlar var.
Anlaşıldığı kadarıyla herkes görevini dört dörtlük yapmış. Kısa zamanda 620 pestisitin kontrolunu yapan ve ıspanak örneklerinde tarım ilacı ve ağır metal kalıntısı olmadığını saptayan laboratuvar görevlilerini alkışlamak lâzım.
Tıpkı kış gününde Kayseri’ye gidilmemesi gerektiğini akıl edemeyen develer gibi, ıspanakla güzel avrat otunu (Atropa belladonna) ve şeytan elmasını (Datura stramonium) ayırt edemeyen cahil işçilerdir kabahatli olan.
İşçilere nezaret eden bilgili biri yok mu? Paketleme evindeki ayıklama bandında çalışanlar kocaman bir çalı olan güzel avrat otunu nasıl görmediler? Şeytan elmasının pis kokusunu nasıl algılamadılar?
Yemek yapan aşçıbaşı veya ev hanımı pişireceği şeyi gözden geçirmeden, yıkamadan mı tencereye tıkıştırıyor?
6 dekar yerden bir günde hasat edilen ıspanak, Türkiye nüfusunun beşte birini barındıran İstanbul dahil dört büyükşehirde 196 kişinin zehirlenmesine nasıl yol açabiliyor?
Ziraat Mühendisleri Odası Genel Merkezi 8 Kasım 2019 günü üyelere “ISPANAK RAPORU 2019” başlıklı bir genelge gönderdi. Zehirlenme olayı ile ilgili bölümde göze çarpan önemli cümleler aşağıdadır.
“Yaşanan olaylar ülkemizde tarımsal üretim ve gıda güvenilirliği politikasında önemli bir eksiklik olduğunu bir kez daha göstermiştir.”
“Yetkili kurum ve kuruluşlar, ellerinde yeterince bilgi ve belge olmadan farklı görüş bildirmemelidir.”
“Yaşanan sorunun gerçek nedenlerinin kamuoyunun kaygılarını giderecek şekilde açıklıkla ortaya konmaması durumunda, en çok zararı en zayıf ve güçsüz olan kesimler görmektedir. Bu olayda da en çok zararı üretici ve tüketici görecektir.”
“Ispanaktan kaynaklandığı ifade edilen zehirlenme, üretim aşamasından başlayarak sofraya gelinceye kadar birçok aşamadaki etkenlerden kaynaklanmış olabilir. Bu tür olumsuzlukların yaşanmaması için kamusal bir yaklaşımla bilimsel, teknik, tarafsız ve şeffaf bir gıda denetim mekanizması kurulmalıdır.”
Olayı aydınlatıcı tek sözcük yok! Onbinlerce meslekdaşımızı temsil eden odamızdan, genel olarak ifade edilmiş temenniler değil, daha doyurucu açıklama beklerdik.
Kanımca en özlü ifade Kemalpaşa ilçesinde sebze satan bir pazarcının ıspanak üzerine koyduğu etikette alıyordu. “Kuzu, kuzu iftiraya uğradı!” denilmekteydi.