Küresel ‘güvenlik’ politikalarının belirlendiği, yeni savaş, çatışma, kriz stratejilerinin ele alındığı Münih Güvenlik Konferansı makro boyuttaki güç projeksiyonlarını, yönelimleri ve egemenler arasındaki tartışmaları bir kez daha gün yüzüne çıkardı.

Askeri ve güvenlik bürokrasisinin yanı sıra silah endüstrisinin temsilcilerini de bir araya getiren zirve, jeopolitik güç mücadelesini ortaya sererken, kapışmanın sadece ABD ile Rusya ve Çin arasında değil, ‘kolektif emperyalizm’ arasında da ciddi bir anlaşmazlığın ve de tartışmaların yaşandığını ortaya koydu. Münih Güvenlik Konferansı, ABD’nin ve diğer güç merkezlerinin dış politik zihniyetini anlamak bakımından önemli doneler barındırıyor.

Hem Rusya hem de Çin’in yeni küresel stratejilerini Münih’te deklare ettiği hatırlanacak olursa Münih’in nasıl bir yer işgal ettiği daha iyi anlaşılmış olur.

Putin, 10 Şubat 2007’deki manifesto niteliğindeki konuşmasında tek kutuplu dünyanın kabul edilemez olduğunu vurgulayarak Rusya’nın yeniden tarih sahnesine çıktığını, Moskova’nın hesaba katılmadığı hiçbir denklemin hayata geçirilemeyeceğini ilan etmişti.

Geçen yıl da aynı yerde Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Çin’in “arka bahçesi”e” yani Doğu ve Güney Çin Denizi’ne müdahale olması halinde buna seyirci kalmayacağının sinyallerini açıkça vermişti.

Transatlantik’te çatlak

Münih Zirvesi cepheler arası olduğu kadar cephe içi güç mücadelesinin de ayyuka çıktığı bir platform. Trump’ın ABD’nin dümenine geçmesiyle Transatlantik Cephesi’nde artarak derinleşen görüş ayrılığı Münih’te iyice belirginleşti. AB’nin ABD ve NATO’ya bağımlılığına itiraz eden Fransa lideri Macron’un Almanya ile birlikte alternatif bir güç oluşturma fikri Berlin tarafından pek sıcak karşılanmasa da Brüksel ile Washington arasındaki sorunlara yaklaşım biçimi ciddi krizlere gebe.

Macron ve Merkel Avrupa’nın kendi stratejik çıkarlarına daha fazla yönelen yeni bir politika izlemesi gerektiği konusunda hem fikir. Berlin-Paris hattı AB’nin ABD’den bağımsız bir küresel aktör olarak boy göstermesi gerektiği inancında. Ancak yine de Macron’un Avrupa’nın güvenliğinin NATO yerine Fransa’nın nükleer caydırıcılığıyla korunabileceği şeklindeki teklifi Berlin’den döndü.

Hedef Rusya değil Çin

Merkel’in ardından Macron’un da Washington’un tepkilerini çekme pahasına Rusya ile ilişkileri yeniden düşünmeyi önermesi dikkat çekici. Her iki lider de Rusya yerine Çin ile ilişkilere odaklanmak gerektiği kanaatinde. ABD’nin Rusya ile imzalanan enerji boru hattı nedeniyle Almanya’ya ambargo uygulaması aradaki makası iyice açtı.

Alman gazeteleri de Transatlantik Hattı’ndaki görüş farklılıklarının göründüğünden de derin olduğunun altını çizdi. “ABD ile Avrupa arasında artan yabancılaşmanın derin, jeopolitiğe bağlı nedenleri olduğunu yazan Rhein-Neckar-Zeitung’daki yorumda Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ABD açısından Avrupa önemini yitirdiği kaydedildi.

Batısız bir dünya mümkün mü?

Krizdeki Avrupa’nın geleceği ve kendi önündeki sorunların üstesinden nasıl geleceği konusu konferanstın dikkat çeken ana gündem maddelerindendi.

‘Ne olacak bu Avrupa’nın hali’ sorusu Münih Güvenlik Raporu’nda da açıkça kendisine yer buldu. Rapora göre dünyada bir “Batısızlık- “Westlessness” söz konusu. “Dünya gittikçe daha az Batılı hale geliyor” tespitinin yapıldığı raporda Batı’nın “illiberalizmin yükselişi ve milliyetçiliğin geri dönüşü” tehdidi altında olduğuna dikkat çekilirken “Batı başka ülkelerdeki şiddetli çatışmalara karışma konusunda tereddüt ettiğinde bu çatışmalar da ortadan kalkmıyor” ifadelerine yer verildi.

Yükselen sağ popülizm ve milliyetçilik karşısında Kıta Avrupası’nın kendi içine döneceği ve dünyanın geri kalanından bir parça daha ayrılacağı tahminleri yapıldı. Libya’dan Suriye’ye, İran’dan Venezuela’ya birçok savaş ve çatışma sahasında vuku bulan irili ufaklı çatışmaların neden ve nasıl çıktığını bu zirvelere bakarak da anlamak mümkün.

Küresel jeopolitik fay hatlarındaki kırılmaların derinlik kazandığı bir iklimde düzenlenen Münih Zirvesi her yönüyle yaşananlara ve geleceğe önemli doneler sunuyor.