Bir haftadır "Melekler Şehri" ya da "Kreatif Başkent" Los Angeles'dayız. Üç gün süren müzik fuarından sonra şimdi de "Klasik Filmler Festivali" başladı. Şehir cıvıl cıvıl... Bu yazıyı kaldığımız Roosvelt Hotel'de yazıyorum ve sizler okurken ben İstanbul'a dönmüş olacağım...
***
Bir haftalığına geldik Los Angeles'a. İstanbul'dan 14 saat sürdü yolculuk. Amerika'da İki buçuk saat pasaporttan geçiş, akşam trafiğinde bir saat süren otele ulaşım, toplam 17 buçuk saat... Ben ki bir saatlik yolculuğun yarım saatini uyuyarak geçiririm, 10 dakika bile uyumadım yolculuk boyunca. Neyse ki Los Angeles'da akşam olmuştu ve 3 saat daha sabredince normal uyku düzenine geçiş zor olmadı.
***
Sabahın beşinde sokakta kurulmuş hoparlörlerden gelen anonsla uyanıp "Neler oluyor" merakıyla yataktan adeta zıplayarak kalkmak şok etkisi yarattı. Meğer o saatte Los Angeles halk koşusu tam otelimizin karşısından başlayacakmış. Anonslar, müzikler, gürültü patırtı derken o uykusuz halimizle saat yedide biz de kendimizi sokağa attık...
***
Hollywood'un en eski ve popüler oteli Roosvelt, şöhretler caddesinde (Walk of Fame). Gerçekten kaldırımların üzerinde bir sinema makinası fotoğrafı eşliğinde Hollywood'un gelmiş geçmiş tüm şöhretlerinin isimleri yer alıyor. Otelin kuruluşundan (1927), iki yıl sonra başlıyor Academy Awards, yani Oscar ödülleri. Ve ödüllerin verildiği salon (Dolby) hemen otelin karşısında. Bu nedenle de Rooswelt müze gibi bir otel...
***
16 milyonun üzerinde değişik etnik ve ekonomik geçmişe sahip insanları barındıran Los Angeles'a "Kreatif Başkent" denmesinin nedeni, artistler, yazarlar ve yapımcıların bu şehri mekan tutmaları.
İlk gün üstü açık aracımızla şehir turu atarken rehberimiz, Marlon Brando'dan Jack Nicolsan'a, Jerry Lewis'den Dean Martin'e, Frank Sinatra'dan Jennifer Lopez'e, Beverly Hills'de yaşamış tüm şöhretlerin evlerini gösterdi bize.
Bir de İstanbul'u turistlere gezdiren rehberleri düşündüm. Biz yüzlerce, binlerce yıllık tarihi yerleri turistlere sunarken, onlar ancak sinema tarihinin ünlülerinin evlerini göstererek bize hava atıyorlar!
***
ABD'nin en eski film ve sinema okulu bu şehirde. Ama Los Angeles'ın en büyük iki gururu Hollywood ve Disneyland olmalı. Bir de 1932 ve 1984 olimpiyatlarının bu şehirde yapıldığını, şehri NBA'de Los Angeles Lakers, Los Angeles Clippers'ın, WNBA'de de Los Angeles Sparks'ın temsil ettiğini de hatırlatalım.
***
Geçen pazar Galatasaray- Fenerbahçe derbisini sabahın dokuzunda Alican'ın yeri "Mamas Secret Bakery" de izledik. Harika bir Türk kahvaltısı eşliğinde sarı- kırmızı ve sarı- lacivert formalarını giyen Türklerle birlikte...
***
Los Angeles'ın anlatılacak çok yeri var. Ama iki yıl üst üste kısa film festivali için oraya giden kızımız İlkyaz'ın tavsiyeleri ön plandaydı ve bizi yönlerdiği her yerden son derece zevk aldık...
Grove, LA'in Rumeli Caddesi. Oradaki Cheescake Factory'de bir bonfile yiyip, muhteşem bir cheesecake'le final yapmak bir lezzet fırtınasının içine düşmek gibi.
Bir kez daha Grove'a gidip cacikili, humuslu ve kalamarili Yunan restoranın da keyfini çıkarmak lazım.
Santa Monica nefis bir yer. İtalyan Buca Restoran'ın içi bir müzeden farksız. Gezilmeli, yemeği yenmeli ve şarabı içilmeli...
***
LA'in okyanusa açılan penceresi Venice Beach de görülmeli. Çok kalabalık ve kozmopolit ama bir tur atmak, biraz yürüyüş yapmak özellikle de sahile giderken geçtiğimiz kanalların yanındaki sempatik evleri görmek lazım...
***
Tabi 5 saatlik bir araba yolculuğuyla Las Vegas'a uzanmazsanız Los Angeles geziniz eksik kalır. Biz çölden geçerken Amerikan filmlerindeki kızılderilileri hayal edip bir hayli eğlendik. Piramit şeklindeki Luxor Otel'de bir gece konaklayıp Vegas'ın havasını solukladık.
Vaktimiz olsaydı ve kalabilseydik Cirque De Soleil'in orjinalini de izleme imkanı bulabilecektik ama olmadı...
***
Açık söyleyeyim Türkiye'nin kavgalı ve sinir bozan siyasi ortamından uzak olmak o kadar iyi geldi ki...