Yapılan basın açıklamasının metni şöyle;

BASINA VE KAMUOYUNA

Bugün 10 Aralık 2018, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin imzalanmasının üzerinden tam 70 yıl geçti. Bildirgenin ilan edildiği 1948 yılında, II. Dünya Savaşı’nın yıkıntıları arasında uluslararası toplum tarafından “özgürlük, adalet ve barış” için insan onurunun ve haklarının tanındığı evrensel bir düzen kurulmasına karar verildi.

Bildirgenin söylediği üzere; “insan haklarının tanınmaması ve bu hakların hor görülmesi yüzünden barbarca eylemler yapılmış ve bu durum insanlık vicdanını isyana yöneltmişti. Bildirgenin nihai amacı “korkudan ve yoksulluktan kurtulmuş insanlar için özgürlüğe sahip olacakları bir dünya” idi.

Bugün, Evrensel Bildirge’nin 70. Yılında, bu amaçların gerçekleştiğini söylemek gerçekten çok zor. Dahası, iki büyük savaşın yıkımını ve acısını görmüş bir nesil de artık aramızda değil. Bu durumun yarattığı unutma hali Hindistan’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne, Rusya’dan Macaristan’a kadar dünyanın pek çok ülkesinde sağ popülist iktidarları iş başına getirdi. Bugün, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin dünyada kurmaya çalıştığı düzen birçok yerden saldırıya uğruyor.

Evrensel ve bölgesel insan hakları sistemleri ağır işleyen bürokratik yapıları ile Bildirgenin özgürlük, adalet ve barış amacını unutmuşçasına hukukun kavramsal diline sığınarak insan hakları aleyhine ağır kararlar veriyorlar. Olumlu kararlar ve usuller ise devletlerin bu uluslararası kurumlarla işbirliği yapmaya olan isteksizliği ile uygulanabilir olmaktan çıkıyor.

Türkiye İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 70. Yılına cezaevinde bulunan 150’nin üstünde gazeteci, 500’ün üzerinde avukat, 50.000’in üzerinde duruşma bekleyen tutuklu birey, 100.000’i aşan sayıda KHK mağduru ile giriyor. Basın yayın organları belli gruplar elinde toplanmış durumda. Alternatif televizyon kanallarına uyduda dahi izin verilmiyor. İnternet yasakları konusunda ülkemiz dünyanın en kötü sicile sahip devletlerinden biri. Demokrasiyi oluşturan temel unsurlar yıllarca yok sayılıp bu kavram sandık ve seçime indirgendikten sonra bu sefer de serbest seçimler siyasi iktidarın müdahale alanına girdi. 100’ün üzerinde belediyeye kayyum atandı. 10’un üzerinde parlamento üyesinin vekilliği düşürüldü.

Toplumsal muhalefet bir bütün olarak susturulmaya çalışılıyor. Sosyal medya paylaşımları bahane edilerek insanlar bir sabah vakti evlerinden alınıp tutuklanıyorlar. Artık siyasi bir partinin lideri olan ve bu nedenle kendisine yapılan eleştirilere AİHM içtihadı gereği çok daha fazla tahammül etmesi gereken cumhurbaşkanı, kendisine yapılan ve hoşuna gitmeyen her cümleyi hakaret davalarına tahvil ediyor.

Fikir ve ifade hürriyeti ortadan kalktı. Toplantı ve gösteri hürriyeti uygulanamaz halde.  Mahkemelerin bağımsız, hakimlerin tarafsız olduğuna en başta toplumun kendisi inanmıyor. Türkiye son yapılan bağımsız araştırmalara göre hukuk devleti sıralamasında 113 ülke arasında 101’inci sıraya gerilemiş durumda.

Türkiye’de son geldiğimiz noktada yürütme organının başında bulunan kişiler uluslararası mahkeme kararlarına uymayacaklarını ayan beyan ifade edebiliyorlar. Anayasamızın uluslararası sözleşmelere riayet etmeye dair hükümleri açıkça ihlal ediliyor.

Türkiye 4 milyon mülteciye ev sahipliği yaparken hala Mülteci Sözleşmesi’ne koyduğu bölgesel çekinceyi kaldırmıyor. Ülkemizde sığınmacı olarak yaşayan milyonlar herhangi bir gelecek beklentisi olmadan ülkemizde kalıyor, çocuklarını büyütüyorlar. Entegrasyon politikalarından uzak durulduğu her yeni gün mültecilerle ileride yaşanacak toplumsal gerginliklere zemin hazırlıyor. Bunun yanında siyasal iktidarın mültecileri bir koz olarak kullanmasının önüne geçilemiyor. Avrupa ülkeleri Türkiye’de yaşanan tüm bu hukuksuzluklara biraz da bu insani dram yüzünden ses çıkaramıyorlar.

Cezaevleri ağzına kadar dolu. İktidarın izlediği güvenlik politikası yine bir inşaat hamlesi ile çözümü yeni cezaevleri açmakta buldu. Engelli yurttaşların sorunları bütüncül bir politika ile ele alınmıyor. Engellilerin istihdamı ve sosyal hayata katılmalarının önündeki engeller ortadan kaldırılmıyor.

Kadına karşı ayrımcılık hayatın her alanında devam ediyor. Ülkenin çok büyük bir kısmında sosyal hayat erkeklerden teşekkül ediyor. Kadına karşı şiddet bir türlü bitirilemiyor, devlet üstüne düşen pozitif yükümlülükleri yerine getirmiyor.

LGBTI+ bireyler yılda bir kerecik görünür kılındıkları onur yürüyüşünden dahi mahrum bırakıldılar. Romanlar açılım sözleriyle yıllardır oyalanıyorlar. Alevilere verilen sözlerin hiçbiri yerine getirilmedi. Gayrimüslim azınlıkların sesi neredeyse hiç duyulmaz oldu.

Çocuk istismarı ülkenin en büyük sorunlarından biri ancak bu alanda dahi sürdürülmekte beis görülmeyen cezasızlık siyaseti vicdanları derinden yaralıyor. İş cinayetleri hız kesmeden sürüyor. Sendikal mücadele bir suç alanı gibi değerlendiriliyor. Çevre hakkı inşaat firmalarının çıkarları altında ezilmiş durumda. Bu alandaki olumlu yargı kararları dahi uygulanmıyor.

Tüm bu karamsar tabloya rağmen umutvar olmak için pek çok sebebimiz var. Ülkemiz gençleri çağdaş dünya ile beraber özgür bir yaşamın hayalini kuruyorlar. Hak mücadelesi tüm baskılara rağmen sürüyor. Kadınlar, dezavantajlı gruplar, sendikal mücadele verenler, öğrenciler, akademisyenler ve daha niceleri bulundukları yerden itiraz ediyor, ses yükseltiyorlar.

Biz de buradan ilan ediyoruz ki İzmir Barosu olarak Türkiye halkının vermiş olduğu bu sesi, toplumun “özgürlük, adalet ve barış” çağrısını duyuyoruz.

İzmir Barosu olarak hukuk devletinin tüm kurumlarıyla işler hale geldiği bir ülke için çalışmaya, özgürlük ve insan hakları taleplerini yükselten halkımızın yanında olmaya söz veriyoruz.

10 Aralık İnsan Hakları Günü Kutlu Olsun!

İnsan Hakları Haftası Programı