11 Ağustos 2018 23:25

‘İyi’ olmamanın kazanımları

‘İyi’ olmamanın kazanımları

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İşine saygı duyup iyi yapan insanları severim. Sanki asıl işi değilmiş de hobiymiş gibi amatörce yapanlara da şaşırırım.

İşini yaparken etik kaygıları maddiyattan önde tutanlara hayranımdır, para için sürekli fır dönenlerden hazzetmem.

Mesela bir keresinde eve klima takmaya usta gelmişti. Adam matkabın fişini takıp cart diye duvarın ortasını deldi.

“Usta klimanın arkasından deliklerin geleceği yeri, iki delik arası mesafeyi, kolonu, kirişi ölçmen gerekmez mi en başta?” dedim.

Şöyle de bir yanıt bekliyorum “Ben 20 yıldır bu işi yapıyorum, gözümle ölçtüm çoktan.”

Ama o “Haaaaa doğru ya” dedi. Ve tabii ki neticede klima o deliğin üstünde, o delik de öylece ortada kaldı.

Yani tek bir işin var, nasıl ilk adımını bilemezsin?

İşini iyi yapmak ile iyi bir insan olmak arasındaki ilişki “kendine saygı” ile özetlenebilir belki.

Bu anlattıklarımın çok dışında, ezberlerimi bozan bir durumu anlatan, işini çok iyi yapanın kalben iyi olmak zorunda olmadığı hatta iyi olamadığı bir film izledim geçenlerde: Our Brand is Crisis.

Ben olsam “Mottomuz kriz” diye çevirirdim. Rachel Boynton’un 2005 yılında aynı isimle çektiği belgeselin kurgulanıp filme uyarlanmışı. 2002 yılında Bolivya Başkanı Gonzalo Sanchez De Lozada’nın ikinci kez aynı unvan için seçime girerken, Amerikalı bir politik bilimci olan James Carville’den aldığı desteği anlatıyor. Ancak burada Carville’i Sandra Bullock temsil ediyor.

Başkanlık yarışlarının stratejik danışmanlarının, işini aldığı aday ve/veya partinin yapısıyla da ülkeye katabileceği ve ülkeden götürebilecekleriyle de hiç ilgilenmemesi açısından sorgulatıcı, ancak iyi bir kampanyanın nasıl 5. sıradaki bir adayı başkan seçtirebileceğini göstermesi açısından çok faydalı buldum.

Filmde Lozada, farazi ismiyle Castillo olarak geçiyor. Castillo; halktan kopuk, duygusallıktan uzak, önceki iktidarında ülkeyi iyice dışa bağımlı hale getirmiş, sert ve antipatik bir lider. Bir protestocunun kafasına attığı yumurtaya sert bir yumruk ile karşılık veriyor. Tüm danışmanları derhal özür yayınlanması gerektiğini savunurken, Carville’in yerine geçen karakter Jane Bodine, Sun Tzu’nun Savaş Sanatı’ndan “Bir insanın güçlü ve güçsüz yanlarının kaynağı aynıdır” cümlesini ortaya atıyor. Adamı hikayeye uydurmaya çalışma, hikayeyi adama uydur. Bu lider adayını; özür dileyen, zaafına yenilmiş, pişman göstermek, halkı kucakladığı reklam filmleri çekmek sakil olur. Bunu hiçbir seçmen yemez.

“İnsanlar ne dediğini unuturlar ama ne hissettirdiğini unutmazlar” diyor Warren Beatty. Birini yumruklamak halka her an onları yumruklayacakmışsın gibi hissettirir. Bir seçim kampanyasında sevgi ve korku birlikte olamaz. İnsanlar seni zaten sevmiyorsa, korkuyu seçmek daha güvenlidir.

Bodine televizyonlarda bir tek kez gösterilen “Papatya” kampanyasından bahsediyor.

Reklamda Johnson, yerine Goldwater seçilirse, rakibinin dünyayı havaya uçurup nükleer katliam yapacağı ima ediliyor böylelikle artık bu seçimin adaylar arası bir seçimden çok dünyayı kurtarmak ve ölmek arasında olduğunu anlatıyordu.

“Seçmen umut arıyorsa yeni adamı seçer ancak korkuyorsa savaşa bir lider arar”

Yani kampanya bellidir, hikaye adama uydurulur. Motto, kriz olur.

“Bolivya, tarihinin en kötü dönemini yaşıyor, Biz burada ekonomi çökecek ve açlıktan öleceğiz diyoruz, laubali biri de kalkmış protesto için yumurta atıyor. Tamam yapmamam gerekirdi ama yumruk için özür dileyecek de değilim. Bu koşullarda sırf ağzı iyi laf yapıyor diye tecrübesiz, oportünist Rivera’yı seçersiniz ya da kibirli, küstah ve şerefsiz olmasına rağmen cesur bir yumruğa ihtiyaç duyduğumuz şu dönemdeki tek seçeneği: Castillo’yu! Artık bu bir seçim değil, bu bir kriz yönetimidir!”

Korku iş yapıyor. Bu stratejiyi bir yerlerden gözünüz, kulağınız ısırır sanırım, bana tanıdık geliyor.

Toplumu, rakibinin nükleer bir katliam yapacağına ikna etmek kolay mı? Bu kampanyayı yaptığında Johnson “Tabii ki saçma bir iddia ama ben asıl onun cevap verişini görmek istiyorum” der. Siz saçmalık ve iftira çıtasını en üste koyup bunu dillere pelesenk ederseniz, herkes dalgasını da geçse, karşı taraf bir açıklama yapmak zorunda kalır. O açıklamayı yaptığı an kazanırsınız çünkü cevaplanabilir bir iddia artık tartışılabilirdir de.

Kampanya süresince 5. sıradaki Castillo’yu 3’e çıkardılar. Ve ilk sıradaki oyları bölebilmek için, bambaşka bir adaya, ABD’nin onu uzaktan tehdit etmesini sağlayarak antiemparyalist bir imaj kazandırdılar. Başkasının kampanyasına da çıkar için emek harcandı ve destek verildi el altından. Sonuç: Castillo kazandı ve ilk işi IMF’ye teslimiyet oldu. Tam bir riyakarlık örneği ile.

Bu filmi izleyince şunu düşündüm: Bu iyilikten uzak bir meslek ama iş iyi yapıldığı takdirde kazandırmayacak anlamına gelmiyor.

Halkın nabzını tutarak, gereğinde duygusal bir zayıflığı öne çıkarıp iki damla gözyaşını kameralara göstermek, gereğinde sert bir yumruğu masaya indirtmek, icabında kıvrak bir espri patlatmak ve zafere ulaşmak, matematiksel bir iş ve bunun profesyonelleri var.

Siyaset hiç temiz olmadı. Açık ve şeffaf bir yönetim bizde uzun yıllar daha bir hayal olarak kalacak. Bolivya’dan ekonomi, azınlık hakları, dış ilişkiler gibi konularda çok da farklı değiliz.

Tek bir işiniz var ey siyasetçiler, danışmanlar ve parti yönetimleri, nasıl ölçüp biçmeden matkabı zart diye duvara sokabiliyorsunuz?

CHP kurultay sürecini, ekonomi için yandaş basının, diyanetin ve iktidarın yaptığı açıklamaları takip ederken de bunu düşündüm.

Ahlaklı ve etik kampanyalardan da geçtim, bir işiniz var, iyi insanlar olmayabilirsiniz ama işinizi iyi yapın! Kameralara akıttığınız gözyaşının gerçek olmadığını biliyoruz. Ama o an, o gözyaşını görmeye ihtiyacımız var ve akıtmanız gerekiyor. Sırıtmanız değil. Ya da sizi mantığa çağırdığımızda, şaka yapmanıza değil, sarkastik cümlelere değil, sahte olsa da, çok iyi bir danışman elinden çıkmış, üzerine çalışılmış bir özeleştiriye ihtiyacımız var.

Hakikat, liyakat, katılımcı, çoğulcu demokrasi bize çok uzak kalmış olabilir ama en azından üzerinde çalışılmış yalanlarla muhatap olacak kadar değer görmeye hakkımız var.

Bu, bagajı fazla ağırlaşmış muhalefete, ince bir sitemdir. Umarım anlarlar.

Burada filmin yönetmeni David Gordon Green’e, yapımcısına ve senaristlerine şu teşekkürü de borç bilirim. Tüm dünyada tanınan ünlü siyasi danışman ve kampanya stratejisti James Carville yerine bir kadın oyuncu kullanmak büyük bir cesaret. Dünyayı; adil, iyilikle dolu ve paylaşımcı bir halde görmeye ömrüm vefa etmeyecek sanırım. Bu mevcut koşullar altında iyiliği yayamıyorsak, cinsiyet eşitliğinde çıtayı değiştirmeliyiz.

Gerçek cinsiyet eşitliğini, kadın olduğumuz için kodlarımızda anaçlık, şefkat olduğu varsayımından vazgeçilerek, pozitif ayrımcılığa ihtiyaç duymadığımız, erkekler kadar tehlikeli, riskli, korkutucu ve profesyonel görünebildiğimizde kazanacağız.

Filmi izlerken, kadın bir stratejistin, iyilikten uzak olan işini, en iyi şekilde yaptığında dünyayı nasıl etkilediğini görünce, buna kani oldum.

Bir filmden iki toplumsal mesaj çıkardım kendime, size de aklınızda iz bırakan, bakış açınızı değiştiren bol sinemalı bir pazar dilerim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa