İyi ki doğdun Serhan

Fotoğraf: Fuat Şeşen

Serhan aramızda olsaydı yarın 39 yaşına girecekti. Bizler hem ailesi hem de sevenleri bu günü, Serhan’ın doğum günü olan 27 Şubat’ı “Yaşama Saygı Günü” olarak kutluyoruz yıllardır. Serhan’ın zamansız kaybından sonra onun adını yaşatmak için kurduğumuz derneğe “Serhan Şeşen Müzik Felsefe ve Yaşama Saygı Derneği” adını koymuştuk. Zira Serhan Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü mezunu ve de Galatasaray Üniversitesi’nde felsefe yüksek lisansı yapıyordu çok iyi de bir müzisyen olma yolunda da ilerliyordu.

Onun için kurduğumuz derneğin isminde özellikle müzik ve felsefeye de yer vermiştik. Ama bu iki sözcük Serhan’ı anlatabilmekte yetersiz kalacağından ötürü yaşama saygıyı da eklemiştik derneğin unvanına… Zira onu tanıyanlar bilir Serhan doğayla da hayvanlarla da daha doğrusu yaşayan her şey ile büyük bir uyum içerisindeydi. Çocukla çocuk olur, onlarla oyunlar oynar akademisyen arkadaşlarımla dinler tarihinden tutun da, varoluşsal sorunlara, psikolojiden felsefeye kadar çok geniş bir yelpazede tartışırdı. Sesini yükseltmeden… Kimseyi kırmadan…

Aslında şimdi düşünüce yaşama saygı ne kadar çok anlam barındırıyor içinde. Özellikle hoyratça savrulduğumuz, bir teşekkürün esirgendiği, sıraya girmenin aptallık olduğu, cahilliğin yüceltildiği hakkını aramanın teröristlik olduğu bu dönemde.

HEP ÇÖZÜM ODAKLIYDI

Serhan, Oruç Aruoba’yı çok severdi. Heidegger felsefine de çok meraklı, Kuzey cazına özellikle Esbjörn Svennson Trio’ya bayılırdı. Yaşam felsefesini okumak, öğrenmek, dinlemek yardım etmek ve çalışmak üzerine kurmuştu. Bir gün hiç unutmuyorum Maslak Darüşşafaka’daki evimize arabayla giderken ve de arabada hiç yer yokken otobüs durağında ellerinde poşetlerle bekleyen yaşlı bir teyzeyi görünce arabayı durdurmuş inmiş ona yer vermiş durakta otobüs beklemeye başlamıştı.

Yine başka bir gün rodi olarak harçlığını çıkardığı zamanlar -17-18 yaşlarındayken- Bodrum konserimizde gitar sehpalarını İstanbul’da unutunca bütün gün ortadan kaybolmuş soundcheck saatinde bir marangozda yaptırdığı ahşap gitar sehpalarıyla çıkagelmişti. Hep çözüm odaklıydı. Moda’yı ve Gölköy’ü çok severdi.

1990 yılında Kuşadası Altın Güvercin Şarkı Yarışması’nda rahmetli Cem Karaca “Kahya Yahya” ile 1’inci, biz de Serhan ile “Söz Mü Babacığım” isimli şarkımızla 2’nci olmuştuk.

Serhan o zaman 8 yaşındaydı. Yarışma sonrası şarkı bittikten sonra seyirciyi selamlarken “Hadi baba geçmiş olsun” der gibi sırtıma vurmasını hep gülerek hatırlarım. Serhan, Galatasaray Üniversitesi’ndeki hocalarının dediği gibi milyonda bir gelebilecek bir öğrenciydi ama milyonda bir yapılacak bir hatayla bizlere 26 yaşında veda etti. Hastaneye ve doktorlara açtığımız davayı 8 sene sonra kazandık ama dava temyizden döndü. Raporlar tekrar Adli Tıp’a gitti. Bu sefer de aleyhimizde bir rapor ile geri döndü. Davada 4 hâkim değişti. Hastane kapandı. Olan bize ve Serhan’a oldu ne yazık ki. Hiç unutmuyorum duruşmanın bir celsesinde sanık olarak yargılanan enfeksiyon uzmanı kadın Serhan’ın eğitim durumunu ve master yaptığını öğrenince mahkemeye şaşkınlıkla “Ben onu müzisyen sanıyordum” demişti.

Ne fark edecekti ki? “Müzisyen olmasaydı daha özenli bir tedavi mi yapacaktınız? Belinden su almadan önce beyin tomografisi mi çekecektiniz?” diye sorunca boş boş bakmıştı yüzüme bu enfeksiyon uzmanı...

Bu ne ilk ne de son vaka olacak Türkiye’de.

Hastanelere birer ticari işletme gibi kolayca ruhsat verirseniz, bırakın ruhsatı ortak olursanız, her ilde üniversite açacağız diye eğitimin kalitesini düşürürseniz, tıp bilimine bile muhafazakârlıkla yaklaşırsanız olacağı bu.

27 Şubat’ta saat 20.00’de #27şubatyaşamasaygı hastag’iyle bize destek olursanız mutlu oluruz. İyi ki doğdun Serhan…