YAZARLAR

İstanbul ne kadar büyüyebilir?

Kanal İstanbul sonrası en büyük sorun su ve gıda olacak, Anadolu’nun bütün tarım ürünleri İstanbul'a akacaktır. Ancak verimsiz geçen bir dönem bu akışın bozulması demektir. Yeni imar yasalarında her apartmanın bodrum katında büyük erzak ve su depolarının olması zorunlu olabilir, hatta gıda mafyası ve karaborsa gıda piyasası oluşabilir.

2011 yılından beri Kanal İstanbul her gündeme geldiğinde detaylı uzman raporlarında anlatılan bölgenin coğrafyasının, ekolojisinin, fauna ve florasının geri dönülmez bir şekilde yok olacağı, Karadeniz ve Marmara arasındaki hassas dengenin bozulacağı ve kesin gözüyle bakılan büyük İstanbul depremi karşısında ürküyorum. Bu çılgınlığı aklım almıyor.

Kanal İstanbul üç milyonluk nüfusu ile yeni bir kent olacak. Acaba bir kentin yanına birden yeni bir kent konduğunda, o kent halen aynı kent mi olur, yoksa iki ayrı kent olarak mı kalırlar? Mesela Ankara’nın ya da Londra’nın yanına bir tane daha koyarsanız ne olur? Hatta yetmez, bir üçüncüsü ya da dördüncüsünü?

Şimdi İstanbul’un yanına birden İstanbul Boğazı’nı taklit eden yeni bir İstanbul daha konulması düşünülüyor. O zaman tek bir kentte mi yoksa aynı anda iki kentte birden mi yaşıyor olacağız? Bu tuhaf durum mekan-zaman algımızı nasıl değiştirecek? Kent sürekli köprüler, tüneller ile bir yandan birleşmeye çalışırken diğer yandan doğacak mesafeden dolayı kopacak mı? Bu hepimizin gündelik hayatlarını nasıl değiştirecek?

Birkaç soru daha. Kanal İstanbul’un yerel yönetim statüsü ne olacak? İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne mi bağlanacak yoksa yeni bir belediye mi kurulacak? Yaratacağı yeni yoğunluk ve zaten bir mega kent olan İstanbul’un sınırları yeniden çizilince, tek bir merkezden yönetilemeyecek kadar irileşmiş olacak. Bana ikinci ihtimal daha yüksekmiş gibi geliyor.

Ancak beni asıl ürküten zaten doğal yaşam sınırlarını aşmış İstanbul’un ikiye katlanması ile ortaya çıkacak yeni yaşam koşullarımız.

İSTANBUL’UN BÜYÜME TARİHİ VE GELECEĞİ

İstanbul eşsiz bir topoğrafyaya sahip. Dünyada ortasından doğal bir boğaz geçen ve boğazın iki yanındaki sırtlara yerleşmiş tek kent. Ortaçağ gezginlerinin övdükleri bu manzaradır. Çünkü Avrupa kentleri çoğunlukla bir nehrin iki yakasına ve düz ovalara kurulurlar. Yerleşimleri ortaya Boğaz’ın eşsiz manzarasını çıkarmaz.

Ancak İstanbul’un bu eşsiz güzelliği aynı zamanda en büyük şanssızlığıdır. Ova kentleri gibi dairesel büyüyemez. Haritaya bakıldığında İstanbul doğu-batı yönünde iki yarımadanın buluştuğu bir noktada bulunuyor. Bugünkü sınırları Marmara’dan Karadeniz’e 30 kilometre, diğer yönde ise 100 kilometreyi aşmış durumda. Ayrıca bu sıkışık alandaki mevcut doğal kaynakları, su havzaları, tarım alanları sınırlı ve kent tarafından yutuluyor, yok ediliyor.

İstanbul iki yakada büyüdükçe bugüne kadar üç köprü ve iki tünel ile birbirine bağlandı. Ama yetmiyor. Yağ gibi, hiç boşluk bırakmamacasına yayıldı. Bu nedenle bir türlü her gün iki yöne trafik çilesinden kurtulamıyoruz. Daha fazla büyümesine izin verilmemesi gerekirken, Kanal İstanbul bu eşsiz kentin kolaylıkla sonu olabilir.

.

İstanbul’un Ortaçağ’dan bugüne büyümesine bakıldığında kent, Tarihi Yarımada, Karaköy-Galata ve Kadıköy olmak üzere üç noktada beliriyor. Yarımada yönetim, Galata ticaret, Kadıköy yerleşim işlevini yükleniyor.

İstanbul 19'uncu yüzyıla kadar kabaca bu sınırlarını koruyor. Büyüme başladığında ise farklı dinamiklerle ve homojen bir yapı göstermeden yayılıyor. Galata, Boğaz’a ve sırtlarına doğru, Şişli ve Ortaköy’e kadar, kent karakterini koruyarak yani cadde, sokak ve yapı adaları şeklinde genişliyor. Kadıköy ve Tarihi Yarımada ise Haydarpaşa ve Sirkeci garları ile doğu-batı yönünde demiryolu sayesinde Bostancı, Erenköy, Bakırköy, Yeşilköy gibi mevcut köyleri birbirlerine bağlıyor. Ancak coğrafi sıkışıklığı ve sermaye birikiminin yetersizliği Avrupa’da olduğu gibi buraların bahçe-kent olmalarını engelliyor. Bunun yerine yoğunlaşarak önce alt-kent niteliği kazanıyorlar, sonra ise yayılarak ve apartmanlaşarak, boşluk bırakmadan birbirlerine karışıyorlar.

Eğer Kanal İstanbul projesi gerçekleşirse Avrupa Yakası, Trakya’dan kopup, içinde 8 milyon insanın yaşadığı bir adaya dönüşecek. Kanalın iki yakası lüks konut bölgeleri ve ticaret alanları ile dolarken, arka kısımlarında da bu bölgelere gereken ucuz iş gücünün barınacağı konut alanları yayılacak. Bu arada kanalın tuzlu suyu, oluşacak yeni adanın tüm doğal su kaynaklarını kesecek, ekolojik yapı bozulacak, tarım alanları yok olacak. Böylelikle İstanbul kendisini besleyemeyecek ve tümüyle dışa bağımlı hale gelecek.

Bu noktada uzmanların raporlarından yola çıkarak birkaç gelecek öngörüsünde bulunulabilir.

Marmara denizinin kanaldan akan su ile tümden öleceği düşünülüyor. Hidrojen sülfür yani çürük yumurta kokusu her yere yayılacak. Rüzgarın yönüne bağlı Boğaz da zaman zaman kokacak. Halen hepimiz hava durumu yayınlarında barajlarda doluluk oranlarının yayınladığı dönemi çok iyi hatırlıyoruz. Neden “çürük yumurta kokusu hakkında dikkatli olun, yarın maskelerinizi takın” uyarıları da televizyon yayınlara eklenmesin? Bir anda hepimiz maske ile dolaşıyor olabiliriz.

Şimdiden bile 453 milyon metrekareye kurulması planlanan yeni kentin 30 milyon metrekaresini Kanal İstanbul’un oluşturması planlanıyor. Diğer alanlar 78 milyon metrekare ile havaalanı, 33 milyon metrekare ile Ispartakule ve Bahçeşehir, 108 milyon metrekare ile yollar, 167 milyon metrekare ile imar parselleri ve 37 milyon metrekaresi ise ortak yeşil alanlara ayrılmakta. Bu rakamların ilerde daha da artmayacağı, ayrılan yeşil alanların işgal edilmeyeceği garanti değil.

Ortaya çıkacak beton ve asfalt coğrafyanın iklimi değişecek, hava ısınacak, rüzgarlar kesilecek. Kar tatillerinin yerini aşırı sıcak hava tatilleri alırsa şaşırmayın. Bu sefer özel serinleten kıyafetler sektörü ortaya çıkabilir. Oksijen maskeleri de bu sektöre kolaylıkla dahil olabilir.

Tabii en büyük sorun su ve gıda olacak, Anadolu’nun bütün tarım ürünleri İstanbul bölgesine akacaktır. Ancak verimsiz geçen bir dönem bu akışın bozulması demektir. Yeni imar yasalarında her apartmanın bodrum katında büyük erzak ve su depolarının olması zorunlu olabilir, ayrıca gıda mafyası ve karaborsa gıda piyasası oluşabilir. Bu noktada bir suç kenti haline gelen İstanbul’da merkezi yönetimin yetersiz kalmasıyla her ilçe kendi kolluk kuvvetlerini kurabilir, kendi yasalarını uygulamaya başlayabilir.

En sonunda da kritik sınırı geçmiş, bugünkü nüfusu ikiye katlanmış bir İstanbul’da yaşayanlar çaresizce kenti terk edebilir, nüfus hızla yüzbinlere düşebilir ve geriye köhne bir kent kalabilir.

.

İstanbul’un topraklarının bugün rant uğruna nasıl yağmalandığına bakınca, yukarıda kurguladığım distopya bana olasılık dahilinde görünüyor. Türkiye’nin yeni şahlanma projesi bir anda kentin, hatta ülkenin yok oluşuna neden olabilir.

Bilmiyorum, sizler bu konuda ne düşünüyorsunuz?


Hakkı Yırtıcı Kimdir?

İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi mezunu olan Hakkı Yırtıcı, yüksek lisans ve doktora eğitimini de aynı üniversitede tamamladı. Çağdaş Kapitalizmin Mekansal Örgütlenmesi isimli kitabı, 2005 yılında Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından basıldı. İktidar, mekan, dil ve psikanaliz alanlarına yoğunlaşan Yırtıcı; iktidar ve mekanın yeniden üretimi, modernleşme ve gündelik hayat pratikleri, sinema ve mekan analizi ve kent modernleşme tarihi üzerine dersler vermektedir.