10 Nisan 2020 00:18

İşsizlikte tarihi tırmanış

100 ABD dolarında Franklin'in yüzünde maske var.

Dolar ve maske fotoğrafları Pixabay | Kolaj: Evrensel

Paylaş

Salgın dünya ekonomisini sert vurdu. İstihdam piyasasında kısa zamanda yaşanan bu sert daralmanın yakın geçmişte eşi benzeri yok.

ABD işsizlik maaş başvuruları mart ayının son iki haftasında 10 milyon civarında arttı. Bu mevcut iş gücünün yüzde 6’sına denk geliyor ve dolayısıyla da mart sonu itibariyle işsizliğin gerçekte yüzde 3.5’ten yüzde 9.5 civarına ulaştığını gösteriyor. Açıklanan yüzde 4.4’lük işssizlik oranı mart ayı ortasında yapılan anketlere dayandığı için bu tabloyu pek yansıtmamaktaydı. Nisan ayı raporunda tırmanışı çok daha net göreceğiz. 1929 yılında başlayan büyük depresyonun doruğunda, 1933 yılında, ABD’de işsizlik yüzde 24.9’u bulmuştu. Bu kez 3 ay gibi kısa bir sürede bu seviyelere erişebileceği öngörüleri yapılıyor.

Biz ise oldukça düşük iş gücüne katılım oranımıza rağmen ABD’nin kriz zamanında yaşadığı işsizliği “en parlak” zamanlarında dahi tutturamayan bir ekonomiyle bu krize yakalandık. Hükümetin firmaları çalışanlarını işten çıkarmak yerine ücretsiz izne yönlendirmesi bir süreliğine buradaki tırmanışı sınırlandıracaktır. Ancak salgın önlemlerini gereksiz kılacak bir gelişme olmadığı takdirde yaz aylarına yüzde 20’leri aşan bir işsizlikle girmemiz kaçınılmaz görünüyor.

İstihdamın bu denli sert daraldığı bir ortamda hükmetlerin doğrudan gelir aktarımı yoluyla tüketici talebini ayakta tutma zorunluluğunu şu tabloda en muhafazakar hükümetlerin dahi farklı ölçülerde kabullendiğini görüyoruz. Yapılacak aktarımın kapsamı ve miktarı ise elbette önemli bir tartışma konusu.

Alınan önlemlerin ve hızla daralan vergi gelirlerinin kamu dengesinde büyük açıklara neden olacağı bir gerçek. ABD gibi rezerv paraya sahip ülkeler kamu açıklarını faiz oranlarını yükseltmeden yüksek oranda borçlanma olanağına sahip ülkeler. Bizim gibi ekonomiler için ise aynı durum geçerli değil. Merkez bankalarının bu süreçte daha fazla para yaratmak dışında seçeneği yok. Ama bu da sınırsız bir araç değil.

Tarihçilerin aktardığı bir hikaye vardır. Abdülmecid bir gün maliye nazırını çağırarak Dolmabahçe Sarayı’nın maliyetini sorar. Nazır 3 bin 500 kuruş şeklinde cevaplayınca padişah şaşalar. Bunun üzerine nazır ekler: İnşaat için gerekli 70 milyon franklık kaimenin mürekkep, kağıt ve baskı bedeli efendimiz.

Nazır haklıdır. Devletler ve bugünün merkez bankaları havadan para yaratabilir. Ancak bir süre sonra bu durum enflasyonist sonuçlar doğurur. Osmanlı’nın kağıt parayla imtihanı bu açıdan oldukça hazin örnekler barındırır.

Bugün en azından kısa vadede küresel bir enflasyon tehdidi yok. Aksine dünya ekonomisinin deflasyonist bir sürece sürüklendiğini görüyoruz. Süreç uzadığı takdirde Fisher’ın “borç deflasyonu” olarak adlandırdığı, enflasyondan çok daha yıkıcı bir spirale sürüklenmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu açıdan sert genişlemeci para politikalar uygulanmak durumda.

Ancak para politikasının tek başına yeterli olacağı yanılgısına da kapılmamak lazım. Mevcut tablo doğrudan gelir aktarımlarının yanı sıra kamunun ekonomiyi düzenleyici ve gerekirse üretime doğrudan müdahil olan bir duruş benimsemesini gerekli kılıyor.

İlkin, piyasada yaşanan asimetrik talep şokları gözden kaçırılmamalı. Genel olarak talep zayıflarken, gıda, sağlık malzemeleri  gibi sektörlerde talep artışı görülüyor. Bu alanlarda fiyatların sert tırmanışı stokçuluk eğilimini güçlendireceği gibi düşük gelirli kesimlerin yaşam koşullarını daha da zorlaştıracaktır. Bu konu piyasanın vicdanına bırakılmaz ve çok sıkı denetlenmeli. İkincisi arz tarafından yaşanabilecek aksaklıklar yakından izlenerek özellikle yaşamsal öneme haiz malların üretimi ve dağıtımında sorun yaşanmaması sağlanmalı.

Diğer yandan parasal genişlemenin bizim gibi yüksek dış borca sahip kırılgan ekonomiler açısından asimetrik riskler doğuracağının altını çizmekte de fayda var. Zira piyasaya pompalanan para geleceğin bu denli belirsiz olduğu bir ortamda büyük ölçüde yabancı para cinsinden varlıklara yönelecektir. Bunu yakın geçmişteki KGF kredilerinde yaşamıştık. Türkiye bugün gıda dahil olmak üzere pek çok temel ihtiyaç açısından dışa bağımlı bir ülke. Krizin derinleşmesiyle birlikte yabancı sermaye çıkışlarının hız kazanacağını da düşünürsek kurda yaşanacak sert tırmanışlar dünyanın deflasyonla boğuştuğu bir ortamda Türkiye’de enflasyonu tetikleyebilir, geniş halk kesimlerinin daha da yoksullaşmasına yol açabilir. Hep vurguladığımız gibi ülke ekonomisinin sıcak paraya bağımlı yapısı kriz dönemlerinde hareket alanını daraltıyor.

***

Son olarak hükümetin istihdam kaybının önüne geçmek için tartışmaya açtığı yasa taslağı üzerine de bir kaç şey söylemekte fayda var. Öncelikle taslak işten çıkarmaları yasaklamadığı gibi üç ay süreyle erteliyor ve işverene işçiyi rızası aranmaksızın ücretsiz izne ayırma hakkı tanıyor. Böylece işveren işçiyi işten çıkarması durumunda karşılaşacağı kıdem ve ihbar tazminatı yükünden kurtarılıyor. İkincisi, geçtiğimiz günlerde bakan Albayrak firmaları işçi çıkarmak ya da ücretsiz izne çıkarmak yerine kısa çalışma ödeneğine başvurmaya çağırmıştı. Bu yeni taslak kısa çalışma ödeneğinden faydalanacak işçi kapsamının daraltılarak, firmaların ağırlıklı olarak ücretsiz izne yönlendirilmesinin amaçlandığını gösteriyor. Fark nedir derseniz. Kısa çalışma ödeneğinde işçinin eline geçen miktar 1752-4 bin 381 TL arasında değişirken, ücretsiz izin halinde sadece 1177 TL ödeniyor. Dolayısıyla mevcut haliyle taslak çalışanlara hiçbir ek hak sunmadığı gibi geçmiş kazanımlarını tehlike altına sokuyor ve en düşük işsizlik ödeneğine mahkum ediyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...