İsrail, hukuk ve Ortadoğu'da milliyetçilik

İsrail’in “milli hukuk ve adalet” ilanı sıradan bir gelişme midir? Bir anlamda evet. Çünkü yeni hukukileştirme atılımı malumun ilamıdır. Ama bir anlamda hayır. Çünkü İsrail artık Türk, İran ve Arap milliyetçiliklerinin jüridiko-politik evrenine girmiş bulunmaktadır. Aynı “hukuk krizi” ile karşı karşıyadırlar.

Google Haberlere Abone ol

Orhan Gazi Ertekin*

İsrail, “tek devlet, tek millet tek dil” politikasını hukuksallaştırma çabasına dair ilk tarihi adımını attı. İsrail karşısındaki konumunu bugüne kadar esas olarak politik mekan (vatan) veya bir tür “lebensraum” (hayat alanı) çatışması olarak kuran İran, Arap ve Türk milliyetçilikleri için oldukça rahatsız edici bir politik ve hukuki karşılaşma alanı da böylece doğmuş oldu. Sorun şurada ki Ortadoğu’daki statükonun üç büyük gücü olan Türk, Arap ve İran milliyetçilikleri, bu yeni hukuki sorun ile başa çıkabilmeleri için uygun bir ideopolitik evrene ve hukuk tecrübesine sahip değiller. Çünkü, Ortadoğudaki her mesele bugüne kadar hep jeopolitik bir tartışma olmuştur ve hukuk, bu tartışmaların içine esaslı bir unsur olarak dahil olmamıştır. Toplumsal hayat, kurumlar, değer ve normlar, kısacası jüridiko-political meseleler temelde önemsiz kalmışlardır. Şimdi ise milliyetçilik, ulus devlet, uluslararası ilişkiler ve Ortadoğu’nun inşası ile ilgili olduğu kadar Ortadoğu’da hukuk meselesi ile de doğrudan ilgili bir sürecin içindeyiz ve sadece İsrail’i değil Ortadoğu’yu ve giderek İran, Arap devletleri ve Türkiye’nin hukukunu da daha iyi anlayabileceğimiz bir “yüzleşme” anı ile karşı karşıyayız. Çünkü, milliyetçilik, sadece “politik olan” ile “milli olan”ın iç içe geçmesi değil. Aynı zamanda “hukuki olan” ile “milli olan”ın da özdeş hale getirilmesi sürecidir…

İsrail, Ortadoğu’nun toplam hukuki durumunu bir kez daha ifşa etti. Ve bu nedenle son gelişmeler hukukçular ve hukuk meseleleri ile ilgilenenler için önemli bir gündem haline gelmiştir.

ORTADOĞU'NUN İNŞASI MİLLİYETÇİLİKLERİN İNŞASIDIR!

Ortadoğu, 19'uncu yy sonundan başlayan ve Sykes-Picot ile iyice belirginleşen bir emperyal jeopolitiğin ürünü olarak kurgulanmıştı. 20'nci yy başındaki yerel çatışma ve uzlaşmalar Ortadoğu’nun emperyal inşası ile yerel güçlerin inşasını üst üste getirdi. Kimi yerel çatışma ve uzlaşmalarla birlikte Ortadoğu’nun inşası aynı zamanda Ortadoğu’daki milliyetçiliklerin de inşası olarak devam etti. Bu anlamda İran, Arap ve Türk milliyetçilikleri, bu genel emperyal egemenlik tahayyülü ile kimi çatışma ve uzlaşmalar sonucunda kendi egemen yapılarını oluşturdular ve Ortadoğudaki statüko bir yandan Avrupalı ve giderek ABD emperyal güçler ile İran, Arap ve Türk milliyetçilikleri arasındaki güç ilişkileri üzerinden yaşam buldu. Bu esas olarak şu demekti: Farklı “millet” iddialarının “hukuk” temelinde bir karşılığı yoktu. Kürtler, Azeriler, Türkmenler’in vb. hukuk nezdindeki karşılıkları sadece “ceza hukuku” ile kitlesel olarak sevk edilmeleri ile sınırlıydı. Bir anlamda, bu topluluklar bir “kamp” konusuydular. Ortadoğu hukuku, işte bu güç ilişkileri ve yönetim stratejileri üzerine kuruldu ve jeostratejik kaygılar tarafından sürekli tembihlenen bir yargı ve hukuk pratikleri alanı ortaya çıktı. Özet olarak İran’ı kısmen bir kenara ayırırsak “Tek devlet, tek millet ve tek dil” Ortadoğu'daki hukuk/hukukların temel düsturunu oluşturuyordu.

İSRAİL VE HUKUK

Bu statükoyu ilk bozan İsrail’in kuruluşu oldu. Lübnan ve Irak ise, bu statüko açısından bir “sorun alanı” olarak hâlâ ortada duruyor. İsrail, ilan edilmiş çok kültürlü ve “çok hukuklu” kurucu ilkelerine karşın İran, Arap ve Türk milliyetçilikleri için jeopolitik bir mesele olarak ele alındı. Bu kurucu ilkelerin gerçek bir hukuka tekabül etmemesi ve İsrail’de fiili bir “tek devlet, tek millet ve tek dil” uygulamasının sürmesi jeopolitik meselenin önemini de güçlendiriyor ve İran, Arap ve Türk milliyetçiliklerinin “Filistin sorunu”nu kolayca kabulleneceği bir ideolojik unsur olarak kalmasını sağlıyordu.

İsrail, ilk kurulduğunda Ortadoğu'daki statükoyu bozucu bir unsur olarak ortaya çıkmıştı. Tartışma, Ortadoğu'da hep olduğu üzere esas olarak “vatan” meselesinde dönüyordu ve toplumsal yaşam ve hukuka dönük sorunların tümü de “vatan”ın gerçek ve otantik sahibinin kim olduğu üzerine yürütülen tartışmalar üzerinden ele alınıyordu. Geldiğimiz noktada ise İsrail, artık Ortadoğu'daki geleneksel “hukuk dünyası”nın içine aniden dalmış oldu. Aynı ideopolitik evren ve aynı hukuk ideolojisi aynı hukuki biçim ile bütünlüğünü buldu; Tek devlet, tek millet ve tek dil…

ORTADOĞU'DA HUKUK VE ADALET

Peki İsrail’in “milli hukuk ve adalet” ilanı sıradan bir gelişme midir? Bir anlamda evet. Çünkü yeni hukukileştirme atılımı malumun ilamıdır. Ama bir anlamda hayır. Çünkü İsrail artık Türk, İran ve Arap milliyetçiliklerinin jüridiko-politik evrenine girmiş bulunmaktadır. Aynı “hukuk krizi” ile karşı karşıyadırlar. İki şey söylenebilir: Birincisi bundan sonra Ortadoğu’da sorulacak her soru artık Türk, İran, Arap ve Yahudi milliyetçiliklerine sorulmuş ortak sorudur ve verilecek her cevap da yine aynı güçlerin ortak cevabı olacaktır. İkinci olarak, Ortadoğu'daki bu yeni “hukuki durum”, tüm meseleleri “vatan” üzerine kuran İran, Arap ve Türk milliyetçilikleri açısından ciddi kurumsal ve normatif sorunlar yumağına tekabül ediyor. Öncelikle artık jeopolitik değil jüridiko-politik bir mesele ile karşı karşıyalar. Dahası “düşman” artık kendi hukuk dünyalarının içinden sesleniyor ve Ortadoğu'nun kurucu milliyetçiliklerinin hukuksal tecrübelerini takip ediyor.

İsrail’in “milli devlet”i hukuksallaştırma atılımı, Ortadoğu'nun yüz yıllık “hukuk krizi”nin daha da görünür olmasını sağlamış ve çatışan tarafları ortak bir ideopolitik ve hukuki evrenin içine yerleştirmiş bulunmaktadır. Ortadoğu ve Ortadoğu’daki statükonun “kurucu milliyetçilik”leri, bundan sonra ya kendi hukukları ile hesaplaşmadan kendi hukukları ile hesaplaşabilecekleri bir yol bulmak zorundalar ya da yeni ve gerçek bir hukuk ve adalet için bir öz yıkımın imkanlarına yol vermek zorundalar….

*Demokrat Yargı Eşbaşkanı