Komünist Manifesto: İşçi sınıfının dünyayı değiştirme kılavuzu

Marx ve Engels, zamanın en ileri siyasi, ekonomik ve felsefi düşüncesini bilimsel sosyalizmde birleştirdiler: toplumun değişim yasalarını belirlemek ve bu yasaları sosyalizmi ve daha sonra komünist toplumu yaratmak üzere uygulamak.

Çeviri: Eren Karaca

soL'un notu: Yayımlanışının üzerinden 169 yıl geçmesine rağmen kapitalizmin ölüm çanlarını çalan ve işçi sınıfının zaferini müjdeleyen Komünist Parti Manifestosu ile ilgili olarak, ABD'de mücadele eden Sosyalizm ve Özgürlük Partisi'nin (PSL) yayın organı Liberation News'de 2008 yılında yayımlanan bir makaleyi paylaşıyoruz.


Komünist Manifesto, tüm zamanların en çok okunan kitapları arasında. İlk yayınlanışından bu yana geçen yüz altmış yıl içerisinde, dünya dillerinin birçoğuna tercüme edildi, yüzlerce kez yeniden basıldı. Övenler, sövenler, yasaklayanlar, çarpıtanlar oldu.

Görülüyor ki Komünist Manifesto diğer politik kitaplardan daha güçlü bir şekilde zamana karşı koydu. Tüm dünyadaki okullarda, üniversitelerde, işyerlerinde, aktivist çalışma grupları ve yeraltı tartışma grupları içerisinde okundu.

Komünist Manifesto’nun devrimci dönüşüm için böylesi bir nefes olması, yalnızca toplumsal dönüştürücüleri, filozofları veya siyasete özenenleri derin düşüncelere sevk etmiş olmasından ileri gelmiyor. Manifesto, işçi sınıfı için dünyayı değiştirme klavuzu.

MÜCADELENİN HARARETLİ ZAMANLARINDA YAZILDI

Karl Marx ve Frederick Engels Manifesto’yu 1848 yılında, 29 ve 27 yaşlarındayken yazdılar. Avrupa’nın tamamı çalkalanıyordu. Fransa’da, “burjuva kral” Louis Philippe’e yöneltilen hoşnutsuzluk giderek büyüyordu. Avusturya-Macaristan imparatorluğuna karşı ortaya çıkan ulusal ayaklanmalar yeni yeni gelişmekteydi. Alman ve İtalyan eyaletlerini yöneten feodal krallara karşı çıkan ayaklanmalar, giderek artan ulusal birlik talepleri ile büyüyordu.

Bu memnuniyetsizliklerin büyük bir bölümü, küçük burjuva esnaflarından ve entellektüellerden geliyordu. Fransa’daki küçük burjuva sınıfı, 1789 burjuva devriminde etkili olmuş, ancak Louis Philippe yönetiminde kenara atılmıştı. Kıta Avrupasının geri kalan kısmında ise politik haklardan halen yoksundular. Bu güçler, yeni yönetici sınıf olma niyeti içerisindeydiler.

Vasıflı zanaatkarlar da artık yeni oluşan kapitalist toplumsal sistemin dişlerini hissetmeye başlamıştı. Loncalarının kapanması, birçoğunu iş bulmak için oradan oraya dolaşan işçi kümeleri olmaya zorlamıştı. İşçileşen eski zanaatkar gruplarından, Engels’in dediği gibi “topyekün bir toplumsal dönüşüm” için mücadeleye inanan radikal aktivistler ortaya çıkmıştı.

Burjuvazi, yeni işçi sınıflarının sorunlarına eğilmek konusunda görece ilgisizdi. İşçiler, günde 13-15 saat arası çalışmaya zorlanıyor, perişan ve hastalık yuvası kenar mahallelerde yaşıyorlardı. Sayıları giderek artıyordu. Çevrelerini saran kapitalizmin ekonomik dönüşümleri ile yoksullaşıyorlardı.

Siyasi bir güç olarak modern işçi sınıfının ortaya çıkışı, 1840’ların siyasi ortamını önceki yılların devrimci heyecanından ayıran en temel unsurdu.

Yeni işçi sınıfından, Avrupa boyunca gizli devrimci örgütler ortaya çıktı. Bir kısmı, Saint-Simon ya da Fourier gibi önceki sosyalistlerden etkilendi. Diğer bir kısmı, Fransız Devrimi’nin radikal sol kanadının liderleri olan Philippe Buonarroti ve Gracchus Babeuf gibi enternasyonalistlerden etkilendi. Louis Auguste Blanqui gibi militanlar, Fransa’da isyancı gruplar kurmaya çalışıyordu.

Bu gruplardan biri olan Adalet için Birlik grubu, Blanqui’nin destekçileri ile birlikte 1839’da Paris’te bir ayaklanmaya katıldı. 1847’nin Aralık ayında beklenen ayaklanmalara dair bir program taslağı yazmaları için o zamanın genç radikalleri Marx ve Engels’e vazife veren grup ise, 1847’de Komünist Birlik adını alan bu grubun ta kendisiydi. Komünist Manifesto, Şubat 1848’de Komünist Birlik’in mücadele programı olarak çıktı.

Manifesto, Paris’teki 1848 Şubat ayaklanmasından hemen önce şehrin sokaklarında görünmeye başlamıştı. Bu ayaklanma, devrimci coşkuyla Avrupa’ya yayıldı. Bu devrimci dalga, Manifesto’yu devrimci aktivistlerle buluşturarak, Marx’ın adını işçi sınıfı hareketi içerisinde duyuracaktı.

TOPLUMSAL DÖNÜŞÜMÜN BİLİMİ

Komünist Manifesto’yu zamanın diğer devrimci gruplarının çıkardığı onlarca programdan ve manifestodan ayıran şey neydi? Neden tüm o programlar bugün unutulmuşken, Manifesto halen okunuyor? Bu küçük kitapçıkta ne var ki Alabama çiftliklerindeki ortakçılara, Rus devrimcilere ve Çinli köylülere aynı şekilde hitap edebiliyor?

Marx ve Engels, zamanın en ileri siyasi, ekonomik ve felsefi düşüncesini bilimsel sosyalizmde birleştirdiler: toplumun değişim yasalarını belirlemek ve bu yasaları sosyalizmi ve daha sonra komünist toplumu yaratmak üzere uygulamak.

Alman filozof Georg Hegel’in diyalektik yöntemini, en ileri bilim düşünürlerinin materyalizmine uyguladılar. Böylece sınıf mücadelesini, tarihi harekete geçiren güç olarak tanımlayabildiler. Kapitalist toplumun ve toplumun üretici güçlerinin tarihsel gelişiminin ekonomik analizi ile, işçi sınıfını yegane “gerçek devrimci sınıf” olarak, yani yalnızca kendini değil tüm insanlığı özgürleştirecek sınıf olarak tanımladılar.

Manifesto’ya sıkça alıntılanan “Bugüne kadarki tüm toplum tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir” cümlesiyle başlayan iki genç devrimci, sınıf mücadelesi tarihini başlangıcından 1848’e kadar anlaşılır bir şekilde resmetti. Böylece, herhangi bir şehirde veya ülkede devam eden tek tek işçi mücadelelerini, sömürülenlerin sömürenlere karşı verdiği mücadelenin genel çerçevesi içerisine sokabildiler. Manifesto’nun dünya üzerinde kapitalizme karşı mücadele eden devrimcilere hitap etmesini sağlayan şey bu bağlam üzerine oturur.

İŞÇİ SINIFININ ÖRGÜTLENMESİNE DAYANMAK

Komünist Manifesto’nun tarihsel önemi, yalnızca Max ve Engels’in fikirlerinin parlaklığından kaynaklanmıyor. Manifesto’yu oluşturan temel fikirlerin çoğunun (düzenli bir şekilde olmasa da) daha önce ortaya atıldığını kendileri de kabul eder.

Manifesto’nun önemi ne kadar çok vurgulansa abartmış olunmaz. Manifesto yalnızca bir kitapçık değil, kapitalizm karşısında devrimci işçi örgütlerinin yürüttüğü mücadelenin programıdır. 1848 devrimlerinin yenilgisi, devrimcilere karşı büyük bir misilleme şeklini aldı. Komünist Birlik, 1852’de Köln’deki antikomünist yargılamalar sırasında dağıldı. Yılmayan Marx ve Engels, Komünist Manifesto’nun çizdiği yolda, “proleterlerin sınıfta ve sonuç olarak bir siyasi partide örgütlenmesi” yolunda devam ettiler.

Özgün istekler yeni gelişen siyasi durumu karşılamaya yönelik değişmiş olsa da, Marx’ın Uluslararası Emekçiler Birliği’ndeki (1. Enternasyonal) pozisyonu, Manifesto’nun programını işçi sınıfı devrimcilerinin aklında tuttu. Bu, kendini sosyalist ve komünist olarak adlandıranların Manifesto’yu 20. yüzyılın başına temel bir belge olarak taşımalarını sağlayan Almanya ve Fransa’da kitlesel sosyalist partilerin kurulmasının yolunu açtı.

1917 Rus Devrimi’nin zaferi, proleter devrim dönemini açtı. 1848 devrimlerinin işçi sınıfına eşlik eden belge, V.I.Lenin önderliğindeki Bolşevik Parti’nin elinde kendini ilk defa bir zafer klavuzu olarak gösterecekti. Ekim Devrimi’nin dünya üzerindeki işçiler ve ezilenlere sunduğu muazzam bir soluk olmasının yanı sıra yeni Sovyet devleti, Manifesto’nun sayısız kopyasını basarak, tercüme ederek ve dağıtarak, metni bir zamanlar gizlice veya sınırlı bir şekilde basıldığı yerlere ulaştırabilecekti.

Manifesto’nun metni, 1848’den beri aşağı yukarı aynı kaldı. 1872’de bile, Marx ve Engels Manifesto’dan “artık değiştirme hakkımızın olmadığı tarihsel bir döküman” olarak bahsediyordu.

Komünist Manifesto’yu halen proleter devrimcilerin ellerinde yaşayan bir metin yapan şey, sınıf mücadelesinin gerçekliğidir. Örneğin “bırakınız yapsınlar”cı serbest piyasa kapitalizminin ölümü, Lenin’in siyasi etkisi altındaki Komünist Enternasyonal’in Manifesto’nun ölümsüz olan “Dünyanın tüm işçileri, birleşin!” sloganını “Dünyanın tüm işçileri ve ezilenleri, birleşin” olarak değiştirmesini gerektirmiştir. Emperyalizm, tekelci sermayenin pençelerini dünyanın her köşesine yaymıştır ve bu yüzden kapitalist toplumsal ilişkilerin yerle bir edilişi, devrimci işçiler ile tröstler ve kartellerin entrikaları sonucu gelişimleri bastırılan ezilen kalabalıkların elinden olacaktır.

Şimdi, sermayenin giderek daha da az elde toplanması hızlanırken ve hali hazırda toplumsallaşmış iş bölümü giderek uluslararasılaşırken, Marx ve Engels’in gözlemleri her zamankinden daha açık bir şekilde yol gösteriyor. Manifesto, yalnızca bir kapitalizm eleştirisi veya bir devrim stratejisi rehberi değil. Manifesto, modern işçi sınıfının baskıların kurbanı olacağını değil, toplumu yeniden inşa edecek öncü olacağını öngören ikna edici bir savdır. Komünist propagandanın bu başarısı, işçilerin siyasi hayatlarının canlandığı her yerde komünist ve sosyalist örgütlerin kurulmasını hızlandıran maddi bir etmen olmuştur.

Manifesto, bu zamana kadar dünya üzerinde sermaye düzenini yıkmaya çalışan devrimci mücadelelerin ilham kaynağı olmuştur. Venezuela’dan Kolombiya’ya, kızıl bayrağın halen dalgalandığı devrimci Küba ile birlikte tüm Latin Amerika üzerinde, Filipinler’den Filistin’e, vahşi Amerikan emperyalizminin göbeğine kadar, Komünist Manifesto’nun son cümleleri halen yankılanıyor:

“Varsın egemen sınıflar bir komünist devrim ürküntüsüyle tir tir titresinler. Proleterlerin, zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yok. Bir dünya var kazanacakları.”