YAZARLAR

Boş bir kağıt ve sen. Nedir hikayen?

Kağıdı başrole alsan sen ne yapardın? Kağıt, aracın değil de amacın olsa ne üretirdin? Bu soruyu sormuş tam bir sene önce sanatçılara Selin Akın. Kağıdın bir duruşu, bir tavrı var; ama bir o kadar da sade ve uçucu. Bir samimiyeti var; yeni başlangıçların, iç dökmelerin başrolünü kapar hep. Bu başrol oyuncusu ile ne yapmak, ona ne demek isterdin?

Kağıt: Hamur durumuna getirilmiş türlü bitkisel maddelerden yapılan, yazı yazmaya, baskı yapmaya, bir şey sarmaya yarayan kuru, ince yaprak.

Önemsiz görünen ama çocukluktan akılda çok net kalan anıların hayatımıza ne izler bıraktığını hep merak ederim. Neden o kalmış? Acaba ne hissetmişim de asla unutmamışım? Bugün bile anlamlandıramam çoğunu. Bir tanesini şimdi anlatacağım. Tüm detaylarıyla garip bir şekilde aklımda olan bir “kağıttan” bir anı. İlkokulda el yazım güzeldi. Aferinci de bir çocuktum. (34 yaşında hala da aferinci bir çocuğum.) İlkokul öğretmenim (Nilgün Öğretmen), bazı resmi belgeleri bana yazdırırdı yazım güzel diye. (Pilot kalemle) Bir dönem başında da (3. sınıf) yoklama defterini yazmamı istemişti. Her ay için, 12 farklı sayfaya, sınıftaki öğrencilerin (53 kişi) tek tek adını yazacaktım, sonra da her gün yanlarına var, yok işareti konulacaktı. (Var nokta, yok çizgi) Gel gör ki daha Ocak ayında öğrencilerin birinin ismini atlayıp kaydırmışım. (Defter mahvoldu.) Atladığım öğrenci ismi sona yazılmadı da koca ayın sayfasına (A3 boyuttaydı) koca bir çarpı konuldu. Hatam affedilmedi, bütün yıl mahvolmuş defterden bana baktı durdu. İlkokuldaki bu anıyı niye unutmadım, bilmiyorum. Kağıt affetmez gibi gelmişti sanırım; hatan mühürlenmiş gibi orada kalır. Büyüdükçe anladım ki, çok da mesele değil. Kağıt affeder; buruşur, iz kalır ama yine de düzelir; yırtarsın yeni parçalar olarak olarak hayatına devam eder; kullanırsın, sonra geri bile dönüşür. Neden olmasın?

E-kitap okuyamam, kağıda dokunmam lazım. Geziye gideceksem, gideceğim yerle ilgili tavsiyeleri, hikâyeleri çıktı alırım, o kağıtları orada yanımda taşımam lazım. Bir şey dinliyorsam kağıda yazarsam kafama daha iyi girer. Yapacaklarımı mutlaka kağıda not alırım, yoksa unuturum. Dileklerimi kağıda yazarsam daha kolay gerçekleştiklerine inanırım. Her sene o sene kullanacağım güzel defteri bulmak, üzerine düşünülmesi gereken ve kolay olmayan bir görevdir. Aramızda bir şey var. İlişkimiz derin kağıtla.

Kağıdı başrole alsan sen ne yapardın? Kağıt, aracın değil de amacın olsa ne üretirdin? Bu soruyu sormuş tam bir sene önce sanatçılara Selin Akın. Kağıdın bir duruşu, bir tavrı var; ama bir o kadar da sade ve uçucu. Bir samimiyeti var; yeni başlangıçların, iç dökmelerin başrolünü kapar hep. Bu başrol oyuncusu ile ne yapmak, ona ne demek isterdin?

12 sanatçı, 12 farklı hikaye, 12 farklı bakış açısı, 12 farklı pratik. Anlat bakalım… RALLİ. Serginin gerçekleştiği tarihi apartmanın adı. Girişte kullanılan fontun aynısını kağıda yazarak karşılıyor bizi İnci Furni. Nesne-mekan ilişkisini araştıran, mekana özgü yerleştirmeler yapan sanatçı, Fransa’dan İstanbul’a ithal bakış açısıyla art deco-art nouveau tarzı karışık heybetli apartmanın dairesinde yer alan sergide, süslü apartmana yakışır süsler ekliyor kağıtlarına. Apartmanı adeta sahiplenen portrelerin karşısında performatif eserler yerleştiriyor. Daha önce dış mekanı düşünerek çalışan Furni, yaşadığımız dönemin de etkisiyle, iç mekana kaymış. Domestik, durağan bir hayatı düşünerek yerleştirmeler yapmış. “Bu sanki bir başlangıç” diyor sanatçı. Bu yerleştirmenin yayılacağı alanların hayallerinden bahsediyor.

İnci Furni’nin işinin çaprazında perde-duvar kağıdı olarak yerleştirdiği koparılmış defter parçalarıyla Gizem Ünlü’nün işi yer alıyor. Sanatçının kendinden, derisinden parçalar taşıyan, kendi kendine fısıldayan, sanki izin almadan girdiğiniz özel alanla beni çok etkileyen bir iş. Ünlü, bu işin bir parçasını daha önce başka bir mekanın eşiğinde sergilemiş. Şimdi o işin bir parçası, asılı olduğu eşikten bu galeri mekanında, bu sergide yere düşmüş. Bir devam eseri. Sanatçıların çoğu, bu sergi için yeni işler üretmişler. Araya giren pandemi, elbet herkesin düşüncelerini, psikolojilerini etkilemiş ve birbirlerinden hiç haberleri olmadan İnci Furni de Gizem Ünlü de devamlılık sağlamasını istedikleri işleri için hikâyenin bu kısmında iç mekana yönelmişler. Bu tesadüf, beni çok etkiliyor. Ruhlar alanlara sıkıştıkça, insanın özüne dönüyoruz, paylaştığımız hisler benzeşiyor.

Kemal Özen, İdego, Kağıt üzerine kömür, 31x26cm

Benzeşen hisler, Kemal Özen’in kömürden desenlerinde koyu bir derinlikte buluşuyor. Özen’in karantina boyunca kendisi ile baş başa kalmanın, kendisi ile hesaplaşmanın, kendisini sorgulamanın sonucunda ortaya çıkan karanlık dehlizlerinde kendime bakıyor gibiyim. Birbirine karışan haftanın yedi günü, iç sıkıntısı, kendine bakıp da kendini tanıyamadığın aynalar, artık sürrealleşen algılar, küçük ve sık gerilimler, oynayan sinirler, öngörülemezliğin sizi soktuğu kara delikler… Freud, insanın aynı karşısına geçtikçe rol yapmayı öğrendiğini söylermiş. Kemal Özen de anlatısının yanına deforme aynalar koymuş. İzleyici kendinde ne görüyor? Her şey bittiğinde aynı kişiler mi olacağız? Biz kimiz? Sen kimsin?

Dehlizlere giriyoruz, çünkü kendi yarattığımız blokların altında eziliyoruz. Doğayı istila ettikçe, zarar verdiğimiz doğa, bizden intikamını alıyor şimdi. Üstelik de intikamdan kaçmak için kendimize bırakmadığımız alanların özlemini çekiyoruz kutu gibi evlerimizde. Metin Çelik, o harika kalemi ve hüneriyle bize bir yaz gününü betimliyor. Ama bu yaz, ne tavşan kaçabiliyor, ne tazı kovalayabiliyor… Buna alan bırakmayan, hunharca yok eden insanoğlu, kendi evrimsel gelişimini korkuyla tıkıldığı o kutudan izlemekten başka bir şey yapamıyor.

Evler dar mı geliyor? Peki ya cezaevleri ve mülteci kamplarını hiç düşündün mü? Sergiye varlığı ile ayrı bir dokunuş katan Fatoş İrwen cezaevinde belki de sakinleşmek için elinde buruşturduğu meyve kağıtları, kendisinin ve arkadaşlarının saç telleriyle, atıl durumda kalan malzemelerle atıl durumda kalan milyonlarca insanın meselesini anlatıyor. Adeta bir kroki gibi, kırılgan kağıda oturttuğu mimari çizgilerle, kırılgan bir konuyu anlatıyor. “Bir kişi ölürse trajedi, bir milyon kişi ölürse istatistik olur,” diyen Stalin’i hatırlayan İrwen, insanları istatistik olmaktan çıkarmak için rakamları, isimleri yerleştiriyor bu kırılgan krokiye.

Ve sonra her şey yenileniyor Hüseyin Aksoy’un Yaratıcı Nehir videosunda. Bir Sümer anlatısından yola çıkan Aksoy, bu kez kağıtları Nil Nehri’ne değil de Dicle Nehri’ne salıyor ve atık kağıtlardan yenilerini yapıyor. Güneş oradan başka bir renkle doğuyor, tüm sergi, tüm kağıtlar yenileniyor.

İnci Furni, Ferhat Özgür, Halit Demirel, Buğra Erol, Burçak Bingöl, Gizem Ünlü, Metin Çelik, Gizem Akkoyunoğlu, Kemal Özen, Hüseyin Aksoy, Fatoş İrwen ve Didem Erbaş’ın yer aldığı sergiden ben tesadüfen karşılaştığım sanatçılardan dinlediğim hikâyeleri anlattım bugün size. Her hikâye başka bir dünya; hepsi ayrı bir sayfa… En basiti, en sadeyi yakalamak en zor değil midir? Her gün elinde olan kağıda bir daha bak. Şimdi anlat onunla; nedir senin hikâyen?

Kağıttan sergisi 19 Mart 2021’e kadar Ferda Art Platform’da görülebilir.


Irmak Özer Kimdir?

Sabancı Üniversitesi Toplumsal ve Siyasal Bilimler bölümü mezunu olan Irmak Özer, lisans eğitiminin ardından Atina Üniversitesi'nde Güneydoğu Avrupa Çalışmaları (MA) alanında ve London School of Economics and Political Science'ta Karşılaştırmalı Politika (MSc) alanında iki adet yüksek lisans programını tamamlamıştır. Kültür-sanat alanında uzun zamandır çeşitli mecralara yazılarıyla katkıda bulunan Irmak Özer, hurriyet.com.tr, Art50, Milliyet Sanat, İstanbul Life gibi önemli basılı ve çevrimiçi yayınlarda sergi değerlendirmeleri ve söyleşiler ile katkı sağlamakta ve ilgili platformlarda konuşmalar yapmaktadır. Irmak Özer, kültür-sanat alanında uzmanlaşmak için İstanbul Üniversitesi Kültürel Miras ve Turizm bölümünü (AA) ve Koç Üniversitesi'nde Arkeolojik Varlıkların Korunması ve Kurtarılması sertifika programını tamamlamıştır. Irmak Özer İsviçre'de yaşamakta ve Uluslararası İlişkiler alanında çalışmaktadır.