25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İrfan Yalçın

Kemal Ateş

Kemal Ateş

Gazete Yazarı

A+ A-

Nerdeyse ilk kitabından beri izliyorum, okuyorum İrfan Yalçın’ı. Geçenlerde Doğu Perinçek’in bir yazısında adlarımız karışmış, tam da kitaplarını yeniden okuduğum günlerde hoşuma gitti doğrusu. İlk romanı Pansiyon Huzur’la İrfan Yalçın, Milliyet Yayınlarının açtığı yarışmada (1974) ikincilik ödülünü almıştı. Beyoğlu’nun arka sokaklarında beş altı katlı, kapkara duvarlarından rutubet sızan çok eski taş bir yapı içindeki pansiyonda kalan, feleğin sillesini yemiş insanları anlatıyordu İrfan Yalçın. Bu ilk romanının İnci’si, Ayla’sı unutamadığım roman kişilikleri olarak hâlâ yaşar bende. Sonra okuduğum Genelevde Yas aynı güzellikteydi, ilk romanı kadar büyülenmiştim. Koca İstanbul’un göbeğinde, ama edebiyatta pek anlatılmamış, farklı insanlardı yazdıkları. Derken Ölümün Ağzı, Fareyi Öldürmek, Uzun Bir Yalnızlığın Tarihçesi vb. arka arkaya geldi romanları. Ölümün Ağzı, o yılların çok saygın bir ödülü, TDK ödülünü kazandırmıştı yazarına. Bütün yapıtlarını H2O Kitap bir araya getirerek, bize bu ölümsüz kitapları yeniden hatırlattı, okurun ilgisini bu değerli kitaplara çekti.

İrfan Yalçın’ın son romanlarında dil ve biçem arayışları daha ağır basar. Uzun Bir Yalnızlığın Tarihçesi (1991) onun ilk romanlarından daha farklı bir biçeme yöneldiği yapıtlarındandır.

Sürgünlük Osmanlıda da yaygındı. Mithat Cemal Üç İstanbul’da sürgünlerin hiç değilse bir kıyı kentine sürülmek için torpil aradıklarından söz eder. Uzun Bir Yalnızlığın Tarihçesi’ndeki sürgünün böyle keyfine göre kent seçecek gücü yoktur. Kısaltılarak N. diye belirtilir sürgün yerinin adı. Hitler’in dünyayı kana buladığı savaş yıllarında bu küçük kente sürgün gönderilen bir şairdir, suçu da şiir yazmak. Tutuklanmış, bir süre içerde kalmış, kimseden izin almadan “çiş yapmanın” ne demek olduğunu anlamış bir aydın… Kahramanımıza dünyayı dar edecek bu yer sanki özellikle seçilmiştir ya da ülkemizde ne çoktur böylesi kentler. Çalışmak ister, çalışmak zorundadır; ona iş verenlerin vay haline… Dükkânları taşlanır. Kahvelerden bile kovulur, radyolu bir kahveye hasret kalır bazen. Amelelikten arzuhalciliğe kadar bir yığın iş dener. Bir saçak altını bile çok görürler. Onu hiç bırakmayan sırnaşık bir hüzünle, içine kıvrılmış gibi yaşar. Güzel anlatır İrfan Yalçın, güneşsizliğin kokusunu da, kar kokusunu da duyurur bize. Bahar dolu dalları, ağaçların, çiçeklerin solumasını şiirsel bir dille güzel anlatır. Dilbilimcilerin bir sözünü çok severim: Sözcüklerin anlamları yoktur, kullanımları vardır. İrfan Yalçın bunu doğrulayan yazarlardan... Kendine göre kullanıyor sözcükleri.

Öldürülmüş yılları vardır kahramanımızın, hesabını kimin vereceği belli değil. İnsanlar gerçekten kötü, “gözleriyle döverler” hiçbir şey yapmasalar bile. “Yemek kokusu almış aç bir kedi ya da köpeğim o an; hastanenin kapılarını, eşiklerini koklayıp koklayıp sürtünüyorum her şeye. Gözlerinin içine bakıyorum oradakilerin, sessizce yalvarıyorum.” (s. 77) Düzen bu duruma getirir sürgünü. Elinde ne var ne yok satmıştır. Anlatılan açlığın, çaresizliğin benzerini ancak başka romanlarda bulabilirsiniz, Açlık gibi, Suç ve Ceza gibi…

Okudukça birilerini hatırlatır roman size, edebiyatımızın sürgünlük yaşamış yazarları gelir aklınıza. Çileler çekmiş eski ustalar bir bir gözlerinizin önünden geçer. Romanın sonuna konmuş bir mektupta bir yazarımız “benim o sürgün” der.

27 Ocak 1992

Sevgili İrfan Yalçın,

Sana çok, pekçok teşekkür etmeliyim. Çoktanberi beni coşkulandıracak bir oyun, bir film seyredemiyor, böyle bir öykü, roman, anı okuyamıyordum. Uzun Bir Yalnızlığın Tarihçesi’yle beni mutlu ettin. İyi ki Atina’ya gittim, kitabını ancak orda okuyabildim ve okuyunca mutlu oldum. Ne seyrek tadabiliyorum böyle mutlulukları…

Uzun Bir Yalnızlığın Tarihçe’sinde beni yazmışsın, beni anlatmışsın, yani bütün sürgünleri… Sürgünde yaşayanların hepsi bu kitapta kendini tanıyacak.

Salt beni anlattığın için mi sevdim kitabını? Hayır… Acıları çok şiirsel sunmuşsun, acılı sürgün anlatımını en iyi ve güzel verecek olan biçemi seçmişsin. Ne güzel, ne güzel…

Hepsinden önemli olan, sürgünle geçen bir yalın yaşamın çok ustaca kurgulanması. Bu kurgu başarılı olmasaydı kitabını bu denli sevemezdim. Önemli olan okura, “Sürgünde neler çekmişler, vah vah…” dedirtmek değil; bu da önemli ama çok şey değil, çok az şey…

Kitabınla bana verdiğin haz için teşekkür ediyor ve seni kutluyorum.

Sevgilerimle.

Aziz Nesin

(İrfan Yalçın, Uzun Bir Yalnızlığın Tarihçesi, H2O Kitap, İstanbul 2017)