YAZARLAR

Semir Beyaz: Kanserin Aşil topuğunu bulmaya çalışıyoruz

Harvard Üniversitesi’nde doktorasını yapmış, moleküler biyoloji alanında çok önemli çalışmalar yürüten ve Cold Spring Harbor Laboratuvarı’nda kanser üzerine araştırmalarını sürdüren biliminsanı Semir Beyaz’a göre Covid-19 aşısında kullanılan mRNA teknolojisi tıpta devrim niteliğinde. Beyaz’a göre kansere karşı çok farklı ve önemli araştırmalar yürütülürken, umut vaat eden yöntemler giderek artıyor.

Herhangi bir hastanenin onkoloji servisi koridorundan geçerken kansere dair “mucizeler” konusunda sayısız hikâyeye, anlatıya kulak misafiri olmanız mümkün. Kanser gibi zorlu bir hastalıkla uğraşan insanlar ne yazık ki gerçek manada “umut taciri” olan, bilimle ilgisiz çıkar gruplarının “müşterisi” haline gelebiliyor.

Kansere yakalanan insanlar bu süreçte dermanın bir yerlerde saklı olduğuna ve gayret ederlerse mutlaka oraya ulaşabileceklerine inandırılarak oradan oraya savrulabiliyor. Dolayısıyla kansere dair “mucizelere” mutlaka bilimin ışığında bakmak gerekiyor ki, hastalar da bu süreci daha hakiki yollardan yürüyebilsin.

Amerika’da kanser üzerine yaptığı araştırmalarıyla bilinen, Harvard Üniversitesi mezunu Dr. Semih Beyaz, Cold Spring Harbor Laboratuvarı’nda tam da bu işi yapıyor. Kendisiyle Covid-19 aşısının keşfinde kullanılan mRNA teknolojisinin kanser araştırmalarına katkısını ve bilimin kansere çare bulma konusunda hangi safhada olduğunu konuştuk…

Covid-19 virüsüne karşı geliştirilen yeni aşılarda kullanılan mRNA teknolojisinin kanser çalışmaları sırasında keşfedildiği söyleniyor. mRNA nedir ve nasıl bir teknolojidir?

Daha 1970’li yıllarda RNA’nın genlerin ürettiği bir molekül olduğu ve proteine dönüştürülerek hücrenin fonksiyonlarını yerine getirecek molekülleri ürettiği anlaşıldı. Temel ders kitabı biyolojisinde bu, “santral dogma” olarak geçer. DNA’dan RNA, RNA’dan da protein üretirsiniz. RNA’nın ilaç olarak kullanılabilmesinin önünü açan teknoloji de 2000’li yılların başına dayanıyor.

Peki bu nasıl bir buluştu?

mRNA moleküllerini hücrenin içerisine verdiğinizde, hücre buna karşı refleks yanıt oluşturuyor. Vücudumuzdaki koruma sistemlerinden biri bu tarz mRNA ya da DNA moleküllerini yabancı olarak görüp ona yanıt verir. Hücrelerimizin içerisinde bütün moleküllerin yeri ve görevi tanımlıdır, belirlidir. Siz dışarıdan bir RNA molekülü verirseniz, buna karşı hücre yanıt oluşturuyor. 2000’li yılların başında Katalin Karikó isimli bir Macar biliminsanı, esas kritik soruyu sordu: “mRNA’ları hücrelerin içerisine verip bir gen terapisi geliştirebilir miyiz?”

Gen terapisi nedir?

Bir DNA parçasını başka bir hücrenin DNA’sına entegre ediyorsunuz. Yahut kalıtsal bir hastalıkta, DNA-RNA moleküllerinin yeterli üretilmediği durumlarda RNA veya protein üretmesi için hücrenin içine bir DNA parçasını koyuyorsunuz. Gen terapisi uzun yıllardır yapılmaya çalışılan bir teknoloji. Ama genom DNA’nın içerisinde sürekli değişikliklere sebep olduğu için bazı sıkıntılar, yan etkiler doğurdu. RNA teknolojisinde ise böyle bir şey yok.

RNA’YI GÜVENLİ MOLEKÜL HALİNE GETİRMEK TIPTA BÜYÜK BİR DEVRİM

Neden?

Çünkü RNA daha az yaşam süresine sahip bir molekül. Ürettiğiniz bazı RNA’ların bir-iki gün sonra ortadan kaybolmasını sağlayan mekanizmalar mevcut. Dolayısıyla RNA, DNA’ya göre terapi açısından daha iyi, daha modüler, yani daha esnek bir molekül. Sonuçta Katalin Karikó, az önce aktırdığım soru üzerine yürüttüğü çalışmaların sonucunda şöyle bir gözlemde bulundu: Eğer RNA’yı hücrenin içerisine koyarsak, bu bir bağışıklık yanıtı yaratıyor ama RNA molekülünü stabil hale getirirsek, terapiye uygun bir molekül geliştirmiş olabiliriz.

Ve?

Ve RNA’nın ucundaki bazı bazları değiştirip stabil hale getirdiler. Böylece çok büyük bir bağışıklık yanıtı verdirmeyecek, güvenli bir molekül haline getirdiler. İşte bu aşama, tıpta büyük bir devrimdi aslında.

Nasıl bir devrimdi bu?

Çoğu biliminsanı bu tarz RNA bazlı terapilere burun kıvırıyordu. 2010 yılına kadar böylesi bir yöntem imkânsız olarak görülüyordu. Çünkü stabil olmayan RNA’yı stabil hale getirmek için bazı değişiklikler yapmak gerekiyordu. Karikó’nun yaptığı devrim niteliğindeki buluş bu stabilizasyonla aynı zamanda hücrenin içerisine güvenli bir şekilde RNA’yı verme süreciydi.

ÖZLEM TÜRECİ VE UĞUR ŞAHİN’İN İLK ODAKLANDIĞI KONU KANSERE KARŞI AŞI GELİŞTİRMEKTİ

Peki bu “devrim” nasıl devam etti?

2010-11’li yıllarda kök hücre farklılaşması için biliminsanları belli faktörler buldu. İndüklenmiş pluripotent kök hücrelerin yapılması için sizin veri hücrelerine belli genleri vermeniz lazım. Virüslerin içerisine DNA koyup o veri hücrelerinin kök hücrede farklılaşmasını sağlıyordu biliminsanları. Japonların yaptığı bu teknikti Nobel ödülü alan. 2011 yılında da Harvard’da bazı biliminsanları Karikó’nun teknolojisinden esinlenerek mRNA’ları verdikleri zaman yine indüklenmiş kök hücre üretilebileceğini gördü. Bunu yapan biliminsanları, daha sonra Covid-19 aşısını bulacak olan Moderna Şirketini kurdular.

Yani Moderna aslında kansere karşı geliştirilmeye çalışılan bir teknolojiyi virüse karşı evrilterek mi aşıyı buldu?

Evet, tam olarak bu. Asıl amaçları mRNA teknolojisini kullanarak kök hücre, kanser, enfeksiyonel hastalıklar karşısında bir terapiye ulaşmaktı. Pek çok şirket mRNA’yı ya da RNA biyolojisini kullanarak böylesi terapiler geliştirmeye çalıştı. Yani Covid-19 aşısı bir sene içinde geliştirilmedi, bu devrimin arkasında başka bir devrim var. 2010’dan 2018 yılına kadar mRNA teknolojisi kanser için kullanılmaya çalışıldı. Özlem Türeci ve Uğur Şahin’in de odaklandığı ilk konu, kansere karşı aşı geliştirmekti.

Kanserin aşısı olabilir mi?

Kanserin kendine has özellikte yapıları, antijenleri var. Bunlar vücudumuzun diğer hücrelerinde bulunmayan özellikler. Bunlar neden olur? Çünkü kanser mutasyona uğrar. Peki neden? Çünkü kontrolsüz büyümek için ve vücudun onu kontrol etmeye çalıştığı kurallardan sıyrılmak için kendisini değiştirir, mutasyona uğrar. Mutasyon DNA’da oluşan değişiklikler olarak özetlenebilir.

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNE KANSERE ÖZGÜ BİR YAPI TANITIRSANIZ, SİSTEM KANSERİ YOK ETMEK İÇİN YANIT OLUŞTURABİLİR

Peki bu tür kanser aşıları denendi mi?

Uğur Şahin ve Özlem Türeci’nin yaptığı mRNA kanser aşıları klinik çalışmalarda denendi. Şu yanıtı arıyorlardı: “Kansere özgü bazı molekülleri mRNA şeklinde üretip, bağışıklık sistemine tanıtarak kanseri yok edebilir miyiz?” Eğer siz bağışıklık sistemine kansere özgü bir yapı tanıtırsanız, bağışıklık sistemi aktif hale gelip kanseri yok etmek için bir yanıt oluşturabilir. Aynı şekilde virüsler için de böyle bir aşı mantığı var. Virüsün özel antijenini, özel proteinini alıp bağışıklık sistemine tanıtıyoruz. Bağışıklık sistemi ona bir hafıza yanıtı geliştiriyor. Dolayısıyla virüsle karşı karşıya kaldığınız zaman, ona, vücudunuzu ele geçirmeden yanıt geliştirebiliyorsunuz.

RNA ile DNA arasındaki fark nedir?

DNA iki sarmallı, bizim bütün özelliklerimizi, hücrelerimizin içerisinde olacak proteinleri belirleyecek faktörlerin saklandığı bilgi. DNA kütüphanenizdeki bütün kitapların toplamı, RNA ise bir duble içtiğiniz zaman hatırladığınız şiir gibidir. Bilginin esas kodu DNA’da var, ama DNA kendi başına işlem yapamıyor, oradaki bilgiyi RNA’ya dönüştürüyor. RNA duruma göre işlem yapabilmek için ya kendisi çalışıyor ya da proteine dönüşüyor. Yani esas kod DNA’da var, RNA ise kodun ya düzenlenmesi, ya da proteine dönüştürmesi için bir arayüz oluşturuyor.

COVID-19’DA TEK VİRÜSE KARŞI AŞI GELİŞTİRDİK AMA KANSER İÇİN TEK BİR AŞI MÜMKÜN DEĞİL

Proteinin işlevi ne?

Protein vücudunuzdaki hücrelerinizdeki fonksiyonları yerine getiriyor. Hücrenin şeklini, görevini düzenleyen proteinler var. Pankreas hücresinin temel görevi insülin yapmak mesela. İnsülin bir protein. Kırmızı kan hücresinin temel görevi oksijen taşımaktır ve bunu bir protein olan hemoglobinle yapar. Hemoglobin proteinini kodlayan bir gen vardır. Hemoglobin geni RNA üretir, RNA işlevsel molekül olarak proteine dönüşür ve protein de bu işlevleri yerine getirir.

Gelelim asli meseleye: mRNA teknolojisi Covid-19 karşısında etkili olurken, neden şimdiye tadar kansere çözüm bulmak için yeteri kadar işlevselleştirilemedi?

Derin bir soru ama özetlemeye çalışayım. Bir kere 2018-2019 yılında, Melanoma’ya (cilt kanseri) karşı yapılan bazı denemeler başarılı oldu ve şu anda bu kanser türüne karşı aşı mevcut. Öte yandan biz Covid-19’da tek bir virüsle savaştık ama kanser tek bir hastalık değil. Şu anda başımıza gelebilecek en kötü şey, Covid-19 virüsünün, mevcut aşıları etkisiz kılacak mutasyonlara uğraması. Bu türden mutasyonlar kanserde yaygın olarak karşımıza çıkıyor. Klinik olarak tanımlanmış 200’den fazla kanser türü var. Bir de bunların alt türleri, kişiye göre farklı seyreden, farklı özellikler gösteren kanserler var. Böylesine geniş bir skala karşısında ne yazık ki tek bir antijen veya aşı en azından şu anda mümkün değil.

Yani teorik olarak her bir kanser hastasının hücreleri üzerinde, başlı başına bir kanser türü üzerinde çalışır gibi çalışmak ve buna göre RNA’lar geliştirip tedavi etmek mümkün mü?

Elbette bu yolla daha etkili yanıtlar alınabilir ama böylesi pahalı bir sistemin kurulması imkânsız. Keşke bütün kanser hastalarının tüm mutasyonlarını irdeleyebilecek bir sağlık sistemine sahip olsaydık, ama yok. O yüzen biliminsanları kanser hastalarının kanser genomlarını sekanslayarak ona dair bilgiyi ortaya çıkarıyor. Böylece bazı kanser hastalarını gruplayabiliyorsunuz.

AŞILAMA TEKNİKLERİ, KANSERİN BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ SUSTURMA VE MUTASYON BARİYERİNE ÇARPIYOR

Bu bilgiyle ne yapabilirsiniz?

Mesela 100 tane hastanın deri kanserine özgü genlerinin mutasyonları bulunabiliyor. O deri kanserine özgü farklı bilgileri mRNA sentezleyerek bağışıklık sistemine tanıtabilirsiniz. Bağışıklık sistemi de artık bu deri kanserine özgü bilgileri mRNA düzeyinde öğrenir ve buna immün bir yanıt oluşturur. Bu çok basit bir sistem aslında. Sonuçta aşı yöntemi 1800’lere, hatta Çin ve Anadolu’da bin sene öncesine kadar gidiyor. Ama maalesef kanser için çok başarılı olamadı. Çünkü kanser değişime uğrama, bağışıklık sistemini susturma eğilimi gösteriyor. Aşılama teknikleri bu bariyere çarpıyor. Fakat bu bariyerleri aşabileceğimiz teknolojileri denemeye başladık ki, mRNA bunlardan bir tanesi.

Her bir kanser hastası kanseri farklı yaşıyorsa neden herkese aynı ilaçlar, aynı protokoller uygulanıyor? Böylesi bir “toptancı” yöntemin etkili olmadığını söylemek yanlış mı olur?

Geleneksel yaklaşım dolayısıyla tıpta tedaviyi ne yazık ki popülasyona averajlayarak geliştiriyorsunuz. Fakat yeni bilimsel gelişmelerle kanserin kişiye özgü yanlarını öğreniyoruz. Kanserin sadece kanser dokusundan ibaret bir hastalık olmadığını görüyoruz. Kanser bütün vücudu esir alabilen kompleks bir hastalık. Covid-19’daki gibi tek bir ilacın kanserde çözüm olması, mucize yaratması şimdiye kadar mümkün olmadı. O yüzden kansere karşı geliştirilen ilaçlar her hastada yüzde 100 etkili olamıyor. Çünkü kendisi heterojen, çevresel ve genetik etkilere dayalı bir hastalık. Ama siz buna karşı ancak var olan tedavi yöntemlerini averajlanarak uygulayabiliyorsunuz. Yani çok bilinmeyenli bir denklemde bütün diğer önemli değişkenleri sabit tutarak bir tedavi geliştiriyorsunuz ve elimizdeki en iyi yöntem ne yazık ki bu.

O halde ufukta kansere kesin çare görünmüyor diyebilir miyiz?

Karamsar değil, gerçekçi olmalıyız. Kanser hakkında yeni bilgiler öğrendikçe, yeni tedavi yöntemlerini bir araya getirerek hastalara çare olabilecek tedavi yöntemleri geliştirmeye, kanserin Aşil topuğunu bulmaya çalışıyoruz.

KEMOTERAPİ VÜCUDA BİR ATOM BOMBASI GİBİ VERİLİYOR VE ÇOĞU HASTALIKTA HÂLÂ TEK ÇÖZÜM BU

Şu anda üzerinde çalışılan, kanser hastalarına umut olabilecek ne tür yeni tedavi yöntemleri var?

Son 20 senede kanser genetiğini birazcık daha iyi anladık. Kanser genetiğini gösteren genom projeleri yürütülüyor. Kanser genetiği bize tedavi için çeşitli veriler sunuyor. Toplumda “akıllı ilaç” diye bilinen, bazı kanser türlerine özgü farklı yolakların susturulmasını hedefleyen ilaçlar geliştirildi. Akciğer kanserinde bu tarz ilaçlar büyük başarı sağladı. Hastada, yolakın aktif olduğuna dair bir test yaparak mutasyonun varlığını genetik olarak gösterirseniz o mutasyon için geliştirilmiş ilacı kullanabiliyorsunuz.

“Akıllı ilaç”tan önce ne kullanılıyordu?

Hâlâ kullanılan kemoterapi yöntemi var. Kemoterapi kanserin hücre bölünmesi özelliğine göre geliştirilen, bölünen her hücreyi öldüren, DNA replikasyonunu hedef alan ilaçlar bütünü. Bir atom bombası gibi vücuda veriliyor ve kanser başta olmak üzere çok hızlı bölünen hücreleri öldürüyor. Çoğu hastalıkta kemoterapi hâlâ tek çözüm. Çünkü az önce bahsettiğim kansere özgü nedenlerden ötürü henüz her kanser türü için hücrenin bölünmesini spesifik olarak durduracak bir ilaç geliştirilemedi.

TÜRKİYE VE DÜNYADA KEMOTERAPİYE KARŞI ÇOK FAZLA BİLGİ KİRLİLİĞİ VAR

Etrafımızda çok sayıda insan uzun kemoterapi tedavilerine rağmen hayatta kalamıyor. Dolayısıyla kemoterapinin etkinliği ne düzeyde?

Hiç kemoterapi almayan bir hastada bazen kanser vücutla anlaşma yaparak bir-iki sene idare edebiliyor. Ama bazı durumlarda kanseri gördüğünüz anda bir tedavi vermezseniz hızla yayılır. Şansızsanız kemiğe, beyne, akciğere, karaciğere sıçrar. Bu yayılmayı durdurmaya çalışmaz, yani kemoterapi vermezseniz, hasta her gün azar azar ve acıdan kıvranarak hayatını kaybeder. Fakat Türkiye’de ve dünyada bununla ilgili çok büyük bir bilgi kirliliği var.

Nasıl?

Kemoterapinin toksik etkilerini ön plana çıkartarak hastaları bilimsel olarak da etkinliği gösterilmiş tedavilerden uzaklaştırıyor, boş umut verilen saçma sapan tedavilere itiyorlar. Elbette kemoterapinin yan etkileri var. Bağışıklık sisteminizi düşürdüğü için enfeksiyonel hastalık durumunda komplikasyonlara sebep oluyor. Ama kemoterapi dışında onaylanmış bir tedavisi olmayan hastaya kemoterapiyi vermezseniz vebali ağır olur. Çünkü hastanın beynine metastaz yaptığı an, yaşamsal fonksiyonları durur. Beyne metastaz yapmayabilir de ama özellikle agresif ve geç evre kanser türlerinde bu tarz sorunlar görülüyor. Dediğim gibi, karamsar olmamalıyız. Çünkü bilimsel gelişmeler bize yeni tedavi yöntemlerini sunacak. Ama o zamana kadar var olan yöntemleri kullanmak zorundayız.

COVID-19 AŞISINA KAYNAKLIK EDEN mRNA TEKNOLOJİSİNE KİMSE YATIRIM YAPMIYORDU, BUNDAN DERS ALMALIYIZ

Bilim, her yıl onbinlerce insanın hayatına mal olan kanserin çözümü için neden daha hızlı ilerlemiyor?

Kanser araştırmalarına her sene 100 milyon dolar yerine 10 milyar dolar ayırırsak, çok büyük gelişmeler katedebiliriz. Sağlık sistemindeki bütçeyi, kanserle ilgili hiçbir bilgi vermeyen biyokimyasal kan testlerine ayırırsak, hiçbir hastanın kanser genomunu sekanslamazsak, elbette yavaş ilerleriz. Kemoterapinin yerine yeni tedaviler geliştirebilmemiz için yeni bilimsel atılımlar yapmamız lazım. Bunun için de toplum, devlet, özel sektör ve biliminsanları arasında bir işbirliği, mutabakat olmalı. Covid-19 konusunda bu kısmen başarıldı. Oysa Covid-19 aşısına kaynaklık eden mRNA teknolojisi askıda, desteklenmeden duruyordu. Kimse bu teknolojiye yatırım yapmıyordu. Bundan ders çıkarıp kanser araştırmalarına daha fazla yatırım yapmak gerekiyor.

HASTALARIN KEMOTERAPİ VEYA RADYOTERAPİYE YANIT VERİP VERMEYECEĞİNİ ÖNCEDEN TEST ETMEMİZİ SAĞLAYAN TEKNOLOJİLERLE İLGİLİ KLİNİK ÇALIŞMALAR BAŞLADI

Dünyada kemoterapi, “akıllı ilaç” gibi yöntemleri aşacak, umut vaat eden ne tür araştırmalar var şu an?

Kemoterapi, radyoterapi gibi geleneksel tedaviler hâlâ hayat kurtarıcı. Ama bilimsel gelişmeler sayesinde kanseri daha iyi sınıflayarak hastanın kemoterapi veya radyoterapiye olumlu yanıt verip vermeyeceğini önceden test etmemizi sağlayan teknolojiler geliştirebiliriz. Bunlar laboratuvar aşamasında ve klinik çalışmaları yeni yeni başladı.

Yani henüz sonuçlandırılıp kullanımına başlanmamış yöntemler, öyle mi?

Evet ama beş sene içinde sahada yaygın olarak kullanımına başlanabileceğini öngörüyoruz. Kanserin genetik bilgilerini kullanarak kontrolsüz bölünmesine sebep olan genleri hedef alan “akıllı ilaç” zaten yaygın olarak kullanılıyor. Ama şu anda esas hedef, otuz-kırk yıldır üzerinde çalışılan kanser aşıları. Zaten bağışıklık sistemini kullanarak kanseri kontrol altına alabilmemizi sağlayan farklı kanser aşıları da var. Cilt kanseri, bazı böbrek ve kolon kanseri türlerinde bağışıklık sistemi aktive edilerek hastalığı yenme yöntemleri deneniyor. Böylesi hücresel tedavilerde özelleşmiş bağışıklık hücrelerini alıp değiştirerek kansere karşı etkin bir savaş yürütmelerini için silahlandırıyorsunuz.

BİLİM, KANSERE KARŞI SNIPER OLABİLECEK T HÜCRELERİNİ HAREKETE GEÇİRMEYE ÇALIŞIYOR

Bu yöntem uygulanıyor mu?

Özellikle kan kanserinde çok etkin bir şekilde uygulanıyor. Ama ne yazık ki solid tümör dediğimiz, vücudun organlarında olan ama dolaşımda, kanda olmayan kanserlere karşı çok etkin değil. Çünkü kansere karşı silahlandırılmış hücrelerin kanda etkileşime girmesi kolayken, bağırsakta, böbrekte, karaciğerde kanseri ihlal etmesi çok zor. Kanser iç organların içinde kendisini sürekli setlerle koruyan bir hastalık. Bu da hücresel tedaviler açısından dezavantaj. Fakat antikor veya immünoterapi yönteminde, bağışıklık sisteminin frenlerini ortadan kaldırarak kansere yanıt oluşturan tedaviler de var. Vücudumuzda sniper işlevi gören T hücreleri bulunuyor. Bu keskin nişancı hücreler özel olarak kansere yanıt verebilir. Fakat T hücreleri, kanseri hedef almak için “yeterli sebep” görmüyorsa harekete geçmiyor. Kansere boşuna “sinsi hastalık” denmiyor. Çünkü kanser, T hücrelerini sürekli “yeterli sebebiniz yok, frene basın” mesajıyla susturuyor.

Bunları nereden biliyoruz?

Bir tümör dokusuna mikroskop altında baktığınızda, bağışıklık sistemi hücrelerinin tümörü çevrelediğini ama öldürmediğini, tümörün içinde olan bağışıklık sistemi hücrelerinin de yorgun, bitap düştüğünü görürsünüz. Bir bitkinlik, bir tükenmişlik haliyle kanserin içinde bulunuyorlar. Biliminsanları bunu keşfettikten sonra, yılgınlık içindeki bu hücreleri uyandırma, mücadeleye girişmelerini sağlama yöntemlerine yöneldi. Biliminsanları, kansere karşı sniper olabilecek T hücrelerini harekete geçirmeye çalışıyor. Eğer biz bir antikorla T hücrelerini frenleyen mekanizmaları ortadan kaldırırsak bağışıklık sistemi hücreleri bütün kanseri ortadan kaldırabilir.

İmmünoterapi hangi kanser türlerinde etkili oluyor?

Cilt, bazı kolon, rahim, akciğer kanser türleri başta olmak üzere çok sayıda kanser türünde deneniyor. Pek çoğu için bu yöntem onay da aldı. Ama bu da yüzde 100 etkin bir tedavi değil. Çünkü demin bahsettiğim gibi bağışıklık sistemi ile kanser arasındaki ilişki çok karmaşık. Bu tedavi, söz konusu ilişkinin sadece bir noktası ele alınarak geliştiriliyor. Oysa eğer bağışıklık sistemi hücresi kanserin yanında değilse, immünoterapide daha az yanıt alabiliyorsunuz. Ayrıca bazı T hücreleri kanserin içinde bitmiş, bitap kalmış, metabolik sıkıntı yaşıyor olabiliyor. Bunun dışında da hastanın çevresel özelliklerine, yani beslenmeye, obeziteye, farklı hastalıklara bağlı sıkıntıları olabiliyor. İmmünoterapiye cevap vermeyen hastaların kanserlerini çözebilmek için vücudu bir bütün olarak ele almak gerekiyor.

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ KULLANARAK KANSERİ YOK ETME YÖNTEMLERİ KLİNİK ÇALIŞMALARA ÇOK YAKIN

Bu konuda bir çalışma var mı?

Evet, antikorları protein mühendisliği ile yeniden dizayn ederek hem T hücrelerini güçlendirecek, hem kanser bazlı susturucu mekanizmaları ekarte edecek yöntemleri denemeye çalışıyoruz. Nitekim şu an bağışıklık sisteminin bir atağından kaçan kanseri diğer yandan sıkıştırıp kaçacak yer bırakmayacak şekilde kontrol altına almaya çalışan antikor temelli, yani protein mühendisliği temelli yaklaşımlar mevcut.

Bu yaklaşımların klinik çalışmaları var mı?

Yeni nesil antikor tedavileri, yani akıllı bir şekilde bağışıklık sistemini kullanarak kanseri yok etme yöntemleri klinik çalışmalara çok yakın.

Peki bağışıklık sistemini kullanarak kanseri yok etmeye çalıştığınızda yan etkileri olmuyor mu?

Kansere özel olmayan bağışıklık sistemi yanıtları bağırsaklarda, kalpte toksisiteye neden olabiliyor. Bu tür yan etkileri aza indirmek için de ayrıca protein mühendisliği veya nanoteknolojiyi kullanarak kansere özel bir şekilde geliştirilen ilaçlar üzerinde çalışılıyor. Bunlar, vücudun diğer kısımlarına hiçbir hasar vermeden veya hasarı minimize etmeye odaklı yaklaşımlar. İmmünoterapi alan hastalara sorun, onlar da kemoterapi alanlar gibi yan etkilerden muzdarip. Ama gerçekçi ve sabırlı olmak lazım. Kanser, kolay şekilde çözebileceğimiz bir problem değil. O yüzden bilime daha fazla yatırım yapılmalı. Tüm hastaların yeni ilaçlara erişiminin yolu açılmalı. Devletler, özel sektör bu tür yeni ilaçların klinik çalışmalarını daha etkin sürdürmesini desteklemeli.

KANSERİN DE BİR ZAYIF NOKTASI VAR

Bu kanserin hiç mi zayıf bir noktası yok?

Var. Genetik değişikliklerin dışında, kanserin bencilce bütün vücudu kontrol altına almasını sağlayan mekanizmaları var. Bunlar kanserin DNA’yı nasıl kullanıldığıyla alakalı. Kanser epigenetik mekanizmalara bir bağımlılık geliştiriyor, onlara muhtaç. Biz bu epigenetik mekanizmaları durduracak ilaçlar geliştirebilirsek, kanseri özel olarak durdurabiliriz. Bununla ilgili çalışmalar da devam ediyor.

Bizi kanser eden nedir? Bir sonraki söyleşide bunu konuşabilir miyiz?

Memnuniyetle. Benim çalıştığım alanlardan birisi, çevresel faktörlerle genetik faktörlerin nasıl birleşip kanser riskine sebep olduğu. Sorduğunuz soruya detaylı yanıt vermek gerekiyor. Kanserden nasıl korunabiliriz? Kanser nasıl ilerler? Kanser olduğumuzda ne yiyip içmeliyiz? Yediklerimiz bizi kanser yapar mı? Maalesef bununla ilgili çok büyük bir bilgi kirliliği var. Çünkü kansere yakalanan insanlar varlarını yoklarını en ufak bir umut için peşkeş çekmeye hazırlar. İşte bu umuda dair sömürü başlı başına bir sektör. Fitoterpi uzmanı diye geçinenler bunun başında geliyor maalesef. “Nar suyunu iç, kansere iyi gelir” gibi cümleleri bilim insanları kullanmaz. Çünkü biliminsanları bunu bilmiyor. Neden bilmediklerini de biliyorlar. Tüm bunları detaylıca konuşmak gerekiyor.


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.