1990-2003-2016 tarihlerinde üç kez Irak’ın güya özgürleştirilmesi için ABD başta olmak üzere koalisyon güçleri tarafından Irak’a savaş açtılar.

Birinci savaş, Irak’ın Kuveyt’i işgalini bahane ederek açtılar.

İkinci savaşı başlattıklarında bahaneleri, Saddam Hüseyin’in elinde kimyasal silahlar bulunduğuna yönelik ellerinde kuvvetli(!) delilleri vardı!. Daha sonra görüldü/anlaşıldı ki, hiçte öyle değilmiş.

Üçüncüsü savaş ise ‘nev-zuhur’ ortaya çıkan/çıkartılan ve bir anda değil bölgenin, Dünyanın en zengin ve kanlı terör örgütü DAİŞ (İŞİD)’in Irak ve Suriye’de sözüm ona kurdukları/kurdurttukları devleti(!) ellerinden geri almak içindi.

Irak ABD’nin şamar uşağı haline geldi. Canı sıkıldıkça tokatlıyor. 90’dan 2016’ya tam 26 yıldır demokrasi ve huzur getirmeyi düşündükleri Irak’a, ne hikmetse bir türlü huzur gelmedi. Bu gidişle geleceğe de benzemiyor…

Sormadan edemiyorum! Saddam’ın gitmesi için ABD’ye, Hıristiyan güçlere, ülkelerinin onur ve gururlarını peşkeş çekip, alkış ve çanak tutan Iraklılar, acaba yaşamakta oldukları zilletten dolayı şimdilerde ne düşünüyorlar? Doğrusu çok merak ediyorum.
Rakamlar farklı olmakla beraber bu süre içerisinde yaklaşık 1,5 milyon Iraklı öldü. Ülkede zulüm, işkence diz boyu. Tecavüze uğrayan, yetim ve evsiz kalan milyonlarca insan var. Tüm bunların sorumlusu kim?

Batılılar kendilerine geldiğinde her türlü hukuksuzluğu yaparken, bir başka devletin hukuki haklarının bile kullanmalarına izin vermemektedir. Tam manasıyla adaletsiz bir dünyada yaşıyoruz.

Gördüklerimiz ve okuduklarımızdan hareketle bunlara şaşırmıyorum. Maalesef haklı olan değil, güçlü olan haklı oluyor. Asıl şaşkınlığım tüm bu olumsuzlukların halkı Müslüman olan ülke ve bölgelerde olmasıdır. Orada yaşayanların da olanlara ve yapılanlara karşı bigâne kalmalarıdır.

Tüm bu gerçekler ortadayken, mezhebi farklılığı dikkate alarak, Türk askerlerini ülkesinde istemeyen Irak’ın Şii yöneticileri, ecnebi askerlerinin ülkelerinde cirit atmalarına, “Ebu Gureyb” hapishanesinde ve ülkenin değişik yerlerinde yaptıkları işkence ve tecavüzlere gıkını dahi çıkartamamışlardır. Bu ne menem yüzsüzlük ve adiliktir.

Suriye’ye gelecek olursak; coğrafi konumu itibariyle Suriye hiç şüphesiz Ortadoğu’nun en önemli ülkelerinden birisidir. Tunus’taki seyyar satıcı birinin kendini yakmasıyla başlayan “Arap Baharı” çerçevesinde Suriye’de de ayaklanma oldu. Yaklaşık altı yıldır devam eden, böyle giderse daha çok devam edeceğe benzeyen, adaletsiz ve dengesiz savaşta şimdiye kadar yaklaşık 600 bin insan öldü. Deyim yerindeyse ülke enkaza döndü. Bütün bunların sebebi nedir? Bu olanların sorumlusu kim veya kimlerdir!

Yazarını hatırlayamadığım bir makalede özetle; 1973 yılında Suudi Arabistan’ın çağrısı üzerine Irak ve Suriye, İsrail’e karşı ortak tavır almışlar...

Öylemi! Nasıl olurda siz İsrail’e karşı müşterek tavır alırsınız!

Bu yüzden İsmi geçen bu ülkelerin tedip edilmesi gerekiyordu. Önce bu kararın alınmasına öncülük eden Kral Faysal yeğeni tarafından öldürülür. Yerine geçen Kral, ABD’ye inkıyat ederek durumu o anlık kurtarır. O anlık diyorum zira bu günlerde Suudi Arabistan için de tehlike çanları çalmaya başlıyor…

90’lı yıllardan bu tarafa Irak’ın yaşadıklarını söylemeye gerek yok... Irak’ın yanı sıra Suriye’de dünyanın gözü önünde yok ediliyor. Az sayıda mutlu azınlığın (Nuseyri-Alevi-) dışında hemen tüm Suriyeliler her türlü zulme maruz kalmaktadır.

Müslümanların vurdumduymaz halleri devam ettiği müddetçe bu ve buna benzer hadiseler hep yaşanacak gibi gözüküyor.

Birkaç kelam da İRAN için etmeliyim. Maalesef tarih boyunca özellikle İslam tarihi boyunca hiçbir zaman aynı yerde olamadık. Aynı yere vuramadık. İran’ın tarihine bakacak olursak, hemen hemen hiç ecnebilerle savaşmamışlardır. Genellikle kendileri gibi düşünmeyen, (Şii olmayan) Müslümanlara karşı düşmanlarının yanında olmuştur. Oysa İran, 1979-80’de gerçekleştirdikleri İslam İnkılabından dolayı dünya müstezaflarının olduğu gibi, Müslümanların da ümidi haline gelmişlerdi. Üzgünüm, uyguladıkları mezhepçi yönetim tarzları, seven ve güvenen herkesi kendilerinden süratle uzaklaştırdı.

Günümüzde takındıkları tavra bakacak olursak, Hıristiyan dünyasıyla birlikte hareket ettiklerini görmekteyiz!

Niçin! Çünkü mezhebi manada kendilerine Papalıkça alan açılmaktadır. Tüm yaşananlardan hareketle şu öngörüde bulunmak için kâhin olmaya gerek yoktur. İnşallah olmaz ama Sünni - Şii çatışmasının vasatı oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Nerdeyse Müslümanlar kan gölünde boğulurken yanı başımızdaki İsrail’in kıs kıs güldüğünü görmüyor muyuz?

Eğer dirayetli ve istikrarlı bir hükümetimiz olmasaydı, 15 Temmuz’da ülkemiz Suriye veya Irak gibi olmayacak mıydı?

Ziya Paşa; “kişi kendini bilmek gibi irfan olmaz” der.

Her şeye rağmen Türkiye son kaledir. Bu kalenin yıkılmaması için var gücümüzle çalışmalıyız. Birbirimizi sevmeli ve birbirimize güvenmeliyiz. “Armudun sapı, üzümün çöpüyle” uğraşmamalıyız. Hele hele ayak oyunlarına hiç girmemeliyiz. Kim olduğumuza lütfen iyi bakalım.

Temennim o ki, halkı Müslüman ülkeler (56 ülke) en kısa zamanda birlik ruhuyla hareket ederler de yaşanan bu kötü hadiselerden kurtuluruz.

 “Dünya beşten büyüktür” diyen Reis’in çağrısına, halkı Müslüman ülkeler olumlu tepki verirlerde dünya adalet, hoşgörü ve müsamahayla geniş bir nefes alır.
 
18.10.2016