İnsan Hakları Eylem Planı (2): Kim çiçek, kim diken?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İnsan Hakları Eylem Planı'nı açıklarken, Beştepe'de yaptığı konuşmasında şu ifadeleri kullandı:
"'Bir çiçeğe az su vermek onu kuruturken, fazla su vermek de soldurur' gerçeği, adaletin kuyumcu titizliğiyle uygulanmasını gerektiriyor. Ayrıca öyle her gördüğümüz çiçeğe su vermeyeceğiz. Susuzluktan boynu bükülmüş bir çiçeğe su vermek adaleti yerine getirmek olurken, dikene su vermek zulüm anlamına gelebiliyor."
Bu sözler, kendisine yöneltilen her eleştiriyi hakaret addederek yargıya taşıyan parti genel başkanı sıfatını da haiz bir cumhurbaşkanı tarafından dillendirilince insanın aklına ister istemez şu soru geliyor:
Acaba Cumhurbaşkanı Erdoğan için diken olan kim, çiçek olan kim?

"Her gördüğümüz çiçeğe su vermeyeceğiz" diyerek birinci çoğul şahısla konuşuyor ama adaleti dağıtan makamın Cumhurbaşkanlığı olmadığını sanırım unutuyor.
Hâl bu olunca da siyasi yönü olan davalarda muhalefet edenin diken olarak görülmesinin ve susuz -yani adaletten yoksun- bırakılmasının önüne nasıl geçileceği sorunu ile karşılaşılıyor.

Bağımsız yargı için önce HSK
Söz konusu sorunun çözümü açısından, öncelikle şunu iyice özümseyelim:
Türkiye'de, ister ekonomi, ister hukuk, ister demokrasi, sorunlu hangi alandan söz ediyor olursak olalım, eğer gerçek bir çözüm istiyorsak bunun öncelikli formülü yargının bağımsızlığını sağlamaktan geçiyor.
Yargının bağımsızlığı kavramı, bir yandan yargının kurumsal bağımsızlığını, diğer yandan ise hâkimlerin bireysel bağımsızlığını ifade ediyor.
Kurumsal bağımsızlık ile kastedilen, mahkemelerin yasama ve yürütme organlarından emir almamaları, kararlarının bu organların onayına tabi olmaması ve kararlarının bu organlar tarafından engellenememesi veya geciktirilememesi.
İşte bu kurumsal bağımsızlığın yanında ikinci unsur, hâkimlerin bireysel bağımsızlığı ve bu bağımsızlığı sağlayacak olan ise hâkimlik teminatı.
Hâkimlik teminatı da özetle, hâkimlerin atanma, terfi, nakil, disiplin cezaları ve meslekten çıkarılma gibi özlük işlerinde siyasal organların yetkili olmamasını ifade ediyor.
Tüm bu açıklamalardan çıkan sonuca göre, bağımsız bir yargının anahtarı, bağımsız bir Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK)'nda.
Zira hâkimlerin ve savcıların atanmasında, terfiinde, haklarında soruşturma yapılmasında ve cezalandırılmasında görevli olan HSK'nın siyasi saiklerle oluşturulmuş yapısı, bağımsız yargının önündeki en büyük engel.

Öyle ki, bugün hâlâ yazılı bir anayasası bulunmayan İngiltere'de anayasal devletin başlangıç tarihi yargının bağımsızlığı ve hâkimlerin azledilememesi kuralının benimsendiği 1701 yılı.
Bugün de dünyada, hukuk devleti olmanın koşulu mevcut Anayasamızın da buyurduğu üzere (madde 159) HSK'nın "mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre" kurulmasından ve bu esaslara göre görevini yapmasından geçiyor.
Şüphesiz, "insan haklarını" öne çıkaran ve iyileştirme gayesi taşıyan her plan önemlidir. Ancak bu planda HSK'nın yetkilerinin artırılmasından söz ediliyorsa, öncelikle HSK'nın yetkilerini kullanırken yürütmeden bağımsız kalıp kalmadığına bakılması gerekir.
Türkiye açısından Venedik Komisyonu raporlarında defalarca ifade edildiği üzere, yürütme eli ile oluşturulan ve yürütme eliyle görevini ifa eden bir HSK'nın yetkilerini artırmanın yargı sistemine fayda sağlamayacağı, bu açıdan HSK'nın yapılanmasına dair değişiklikten söz etmeyen bir eylem planının açıklanan hedefleri gerçekleştirmekten uzak olduğu oldukça açıktır.

Yazarın Diğer Yazıları