Oyunun adı nüfuz rekabeti!

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ dunyaweb@dunya.com

Jeopolitik aslında bir nüfuz rekabeti oyunudur. Türkiye gibi büyük gelecek için potansiyel taşıyan ancak şu andaki hareket kabiliyeti sınırlı olan orta büyüklükteki güçler, dünyayı etkileyecek imkanları bulmakta zorlanabilirler. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin nüfuz kurabilme potansiyeli olduğunu düşünüyor ve gelişmekte olan ülkeler ağırlıklı alanlara yatırım yapmayı tercih eder görünüyor. Bu strateji ne gibi riskler ve faydalar barındırıyor?

Geçen hafta Arjantin’de yapılan G20 Zirvesi sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Güney Amerika'daki bazı küçük ülkelere ziyarette bulundu. Bu gezilerin odağında ne vardı?

Cumhurbaşkanımız bu kadar büyük bir mesafe kat edince, muhtemelen bunu başka işler yapmak için de bir fırsat olarak değerlendirmek istemiştir. Acaba bu “başka işler” neler olabilir? Cumhurbaşkanımız Türk halkı tarafından pek de bilinmeyen Paraguay'ı ziyaret etti, ardından Venezuela’nın başkenti Karakas’a gitti. Zaten, Türk hükümetinin bir süredir gerek ekonomik gerek ideolojik sebeplerle Venezuela ile ilişkileri geliştirmeye çalıştığını biliyoruz.

Türkiye'nin dış ticari ilişkilerini geliştirmek için dünyanın her köşesine ulaşmaya çalıştığı izlenimini yaygın kabul görüyor. Cumhurbaşkanımız bir yere giderken, genellikle bir grup iş adamıyla birlikte seyahat ediyor ve yapılan görüşmelerde ikili ticareti artırmak ile ilgili konular geniş bir yer tutuyor. Ama hepsi bundan mı ibaret? Yapılanları sadece iktisadi saiklerle açıklamak mümkün mü?

Bu soruyu yanıtlamak için, Türk Cumhurbaşkanının son yıllarda yaptıkları ve söylediklerine şöyle bir bakmamız gerekiyor. Kendisi, dünya yönetişiminin sadece birkaç gücün hakimiyetinde olmasına karşı çıkıyor. BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesini kast ederek "Dünya beşten büyüktür" ifadesini sıkça kullanıyor. ABD tarafından inşa edilen ve büyük ölçüde bu ülkenin siyasi ve iktisadi çıkarlarına hizmet eden küresel düzenin değişmesi gerektiği kanısını her daim ifade ediyor. Tito'nun da geçmişte yaptıklarını andıran bir şekilde üçüncü dünya ülkeleri liderliğine talipmiş gibi görünüyor.

1960'lı ve 70'li yıllarda, üçüncü dünya çıkışlı Nötralist (Yansızlık) hareketin özlemi, büyük güçlerin kendi çıkarlarına hizmet için inşa ettikleri düzene meydan okumaktı. Büyük güçlerin arasındaki başlıca çatışmaların da dışında kalmak istiyorlardı. Ancak Nötralist Hareket, gerçekçi temellere dayanmadığından uzun ömürlü olmadı. Bugün, aynı hareketin farklı kıyafetlerle tekrar ortaya çıktığını görüyoruz. Tabii ki bugünün dünyası farklı: Çin yükseliyor; ve Çin Sovyetlerden farklı olarak, gerçek bir ekonomik ve teknolojik bir güç. Büyük güçler arasındaki karşılıklı bağımlılık geçmişe göre çok daha fazla. ABD'nin dünya sistemi üzerindeki kontrolü ise önemli ölçüde zayıflamış bulunuyor. Cumhurbaşkanımız, küresel sistemi dönüştürmek için, daha erken dönemdeki üçüncü dünya liderlerine göre daha şanslı olduğu hükmüne varmış olabilir.

Türkiye iktisadi kalkınma yardımlarını bir dış politika aracı olarak kullanmaya yatkın görünüyor. FETÖ ile mücadelede en büyük başarılarını Türkiye’den yardım alan bazı gelişmekte olan ülkelerde elde etti. Bu, Türkiye'nin kendini uluslararası sahnede bir oyuncu olarak konumlandırmasının bir yolu mu?

Türk hükümeti, Türkiye'nin büyüyen bir güç olduğunu ve dünya siyasetindeki nüfuzunu arttıracak bazı araçlar geliştirmesi gerektiğini düşünüyor. Bu araçlardan biri de iktisadi yardımlardır. Bu yardımlar genellikle kalkınma projeleri türünde olmakla beraber bazen dini nitelikli projelere de ağırlık veriliyor. Örneğin, Karakas'ta bir cami inşa edilmesi kararı alındı. Bu konuda Türkiye Suudi Arabistan’ın önünü kesmek istemiş olabilir. Bunun yanında, Türkiye artık silah ihracatı yapan bir ülke. Sadece silah ihracı ile de yetinmiyor, bazı ülkelere idari ve askeri eğitim hizmeti sunuyor, tesisler kuruyor. Mesela, Gambiya'da jandarmayı eğitiyor; Somali'de bir üs kurdu; Sudan'da da bir üs kurmanın hazırlıklarına başladı; ayrıca Katar'da Türk kuvvetleri bulunuyor. Türkiye, çeşitli yöntemlerle dünyanın her yöresine erişmeye; iktisadi yardımlar, ideolojik liderlik, askeri ekipman ihracatı ve askeri eğitim vasıtasıyla yumuşak gücünü etkin kılmaya gayret ediyor. Ancak bunların tümünün mütevazı boyutlarda kalmaya mahkum olduğu söylenebilir.

Gelişmekte olan ülkelere askeri, hatta iktisadi yardım sağlamak bile bazı riskler taşıyabilir. Bu ülkeler genellikle istikrarsız ve iç çatışma eğilimleri güçlü yerlerdir. Bir risk-fayda mukayesesi yaparsak, Türkiye'nin kırılgan yapılara sahip bu ülkelere yardım yapması, kendisini yapacağı özveriye değer mi?

Bir ülke çok yönlü ve karmaşık bir dış siyaset yürüttüğü zaman, doğal olarak yumuşak güç potansiyelini kullanarak olumlu sonuçlar elde etmeyi umacaktır, ancak sonucun her zaman arzulanan biçimde tecelli edeceğini söyleyemeyiz. Yardım verdiğiniz toplumların çeşitli kaynaklardan yardım aldığını, dolayısıyla sizden gelen yardıma hak ettiği değeri vermeyebileceğini akıldan çıkarmamakta fayda var. Bunun yanında, sonucu etkileyen çok sayıda siyasi etken de bulunmaktadır. Örneğin, belirli bir ülkede nüfuzunu arttırmaya çalışabilirsiniz, ancak aynı yerde diğer ülkeler de faaliyet gösterip sizden daha fazla nüfuz sahibi olabilirler. Sonra, gelişmekte olan ülkelerin bir kısmında hükümetler sık sık değişebiliyor ve yeni gelen hükümetler Türkiye ile dostane ilişkilere gidenler kadar önem vermeyebilir.

Bazen, bir ülkede çok fazla varlık göstermek de olumsuz tepkilere sebep olabiliyor. Bunu Çinliler şu sırada yaşıyorlar. Bir de Türkiye açısından, imkanlarının elverdiğinden fazlasını yapmaya kalkışmak riski var. Bunun örneğini Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra Türkiye'nin Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine destek vermeye girişmesi sırasında yaşadık. Türkiye'nin verdiği sözleri yerine getirememesi ve yarattığı beklentilere cevap verememesi gerçekten büyük hayal kırıklığı yarattı. Sonuç, inandırıcılık kaybı oldu. Yardım projelerinin doğru seçilmesine çok dikkat edilmesi, bunların iktisadi ve idari etkinlik temelinde sağlam olduklarından emin olunması ve Türkiye'ye dönük olarak siyasi iyi niyet gelişmesine yardımcı olması gerekir.

Türkiye son zamanlarda dış ticaretini önemli oranda artırdı. Gelecekte iktisadi büyümenin güçlenmesinin beklendiği bölgelere ulaşmaya çalışmamız son sadece doğaldır. Ancak gelecekte büyümenin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği başka bir sorudur. Burada eski ifadeyi hatırlayabiliriz: “Türkiye'nin parlak bir geleceği vardır ve her zaman böyle kalacaktır.” Bu deyim, Türkiye'nin yoğun olarak yatırım yaptığı Afrika ve Ortadoğu için de geçerli olabilir.

Buralarda yüksek potansiyel varmış gibi gözüküyor ama aynı zamanda, buralarda güçlü istikrarsızlık unsurları da hüküm sürüyor. Dolayısıyla bekleyişlerimiz gerçekleşmeyebilir de. Bir tür kumar oynuyoruz, ama siyaset böyle bir oyun.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
G7 nereye gidiyor? 04 Eylül 2019