Dünya edebiyatında örneği var mıdır bilemem fakat Türkiye’de sadece iki kişinin kitabı memleketinden önce yurt dışında yayınlanmıştır. İlki Nazım Hikmet’in Sovyet Azerbaycan’ında çıkan kitabı olmuştu. Elbette ki ideolojik bakımından buna şaşırmamak lazım. İkinci kitap ise Yakup Ömeroğlu'nun bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nde çıkan kitabıdır. Aslında buna da şaşırmamak lazım. Ayrıca Yakup Ömeroğlu için Azerbaycan ne kadar yurt dışı sayılabilir ki? 2019 yılında Bakü’de basılan hikâyeler kitabı 2020 yılında Ankara’da ışık yüzü görmüştü. Bakü’de yayınlanan kitabın arka sayfasında Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı Anar, Yakup Bey’in hassas ve dokunaklı kalemi ve kişiliğinden bahsetmiş.

Şöyle derdim ben, Yakup Ömeroğlu kendi topraklarından çok diğer Türk coğrafyasında tanınmakta. Gide gele, o bölgeleri ziyaret ede ede, insanlarının gönlüne dokuna dokuna bir nevi gittiği yerin yerlisi olmuş. Sevmişler Yakup Ömeroğlu’nu, benimsemişler. Geri döndüğünde de gönül hurcunu boş getirmemiş. Sevgi götürmüş, sevgi getirmiş. Bazı hikâye ve yazılarına ilham kaynağı olmuş o bölgeler. Adım adım, gönül gönül gezmiş... Bir ayağı Kafkasya, bir ayağı Türkistan olan Yakup Ömeroğlu’nun bölgede sevilen yazarlardan biri olmasının sebebi sadece kişiliğinden kaynaklı değil, bu sevgi aynı zamanda yazılarında saklıdır. Çünkü bu hikâyelerde olan; kültürümüz, tarihimiz, insanımız, kısacası biziz. Hatta Bakü’de basılan “İki Çınar”ın ön kapağında “Bizim Yakup Bey... Ve Bizim Hikâyeler...” yazar…

Yakup Ömeroğlu’nun hikâyelerini okuduğunda Anadolu’nun sıcaklığını yaşar insan. Diğer Türk illerimizde bu hikâyeler okundukça bir Anadolu esintisi hissedilir. Ömeroğlu bazı hikâyelerinde Anadolu’da Türkistan’ı ve bazılarında Türkistan’da Anadolu’yu yaşatır. Büyük coğrafyamızın kültürel inceliklerine aşina olan yazar, hikâyelerine bu incelikleri yansıtmayı kendine misyon edinmiştir. Aslında yaşadıklarını anlatır. Bu yüzden güzeldir hikâyeleri, bu yüzden Anadolu’dur hikâyeleri. Bazen Kafkasya, bazen Türkistan’dır…

Bir hikâye nasıl köprü olur, onu Ömeroğlu’nun hikâyelerinde kolaylıkla görüyoruz. Bu hikâyeler tarihimizin acı sayfalarını bizlere anımsatıyor, bilmeyenler için kılavuzluk yapıyor. “Hikâyesi olmalıdır bunun!” deyip de başlı başına bir tarih, dram, gözyaşı olan “Kazak Gördüğün Azap” hikâyesini kaleme alan yazar soruyor: “İnsanlar bu yaşanan acıları öğrenmesin mi? Bu acıların unutulması zalime destek değil mi?”

Ancak “İki Çınar'da acılarla beraber bizi gülümsetecek hikâyeler de yer almıştır. Mesela, “Kantın hikâyesi”ni okumaya başladıktan sonra yazar şimdi Alman filozofu Immanuel Kant’a bağlayacak düşüncesiyle okumaya devam ettim. Hikâyeden çıkan kantın ise bizim ülkelerin şekeri olduğunu gördükten sonra memleketimi gülümseyerek andım.

Benim açımdan biraz da geç kalınmış bir yazı bu. Aslında bir özür yazısıdır. Başımız yoğun gündeme karıştığında ötelediğimiz şeyler olabilir ama “İki Çınar” ötelenmemeli, okunmalı ve yazılmalıdır.