|
İhvân yok olur mu?

Suudi Arabistan Yüksek Ulemâ Konseyi (resmî adıyla: Hey’et-u Kibâri’l-Ulemâ), geçtiğimiz ay oybirliğiyle aldığı bir kararla, Müslüman Kardeşler Teşkilâtı’nı (kısaca: İhvân) “terör örgütü” ve “İslâm dışı grup” ilân etmişti. Kral Selman’ın ekim ayında yaptığı son atamalarla toplam 21 üyeye sahip olan konseyin başkanı Şeyh Abdulaziz Âl-i Şeyh -ki aynı zamanda Suudi Arabistan Müftüsü- yaptığı açıklamada, “İhvân’ın İslâm’la herhangi bir bağlantısı yoktur. Onlar sapkın bir güruhtur” derken, heyetin karar metninde “İhvân, bir terör örgütüdür ve İslâm’ın metotlarını hiçbir şekilde temsil etmez. İhvân, halkı yöneticilere karşı isyana, devletleri zayıflatmaya ve ülkelerdeki uyumu ve birlikte yaşama kültürünü baltalamaya davet eder” cümleleri yer almıştı.

Beklendiği gibi, Suudi Arabistan Yüksek Ulemâ Konseyi’nin bu modern ve politik fetvasını Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Fetva Konseyi de birebir kopyaladı. BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed’in “Siyasal İslâm’ı boğma” projesi kapsamında 2017’de Katar’dan transfer edilen Moritanyalı Şeyh Abdullah bin Beyye’nin başkanlığındaki konsey, Suudi ulemâsının cümlelerine benzer ifadelerle İhvân’ın “terör örgütü” olduğunu duyurdu. Açıklamada Müslümanlara çağrıda bulunularak, “bu tür tehlikeli yapılanmalar”dan uzak durmaları gerektiği hatırlatıldı.

Ayet ve hadislerle delillendirilen bu “fetva”lar, Suudi Arabistan ve BAE’nin son yıllarda artık bir “savaş” haline getirdikleri İhvân’la mücadele politikalarının dinî uzantıları. Yüklü maaşlar karşılığında söz konusu heyetlerde koltuk dolduran kişilerin halk nazarında “âlim” kabul edilip edilmediği bir yana, bu meselede iç içe iki garabet var: Körfez monarşileri, şiddet karşıtı bir retoriği benimsediklerini vurgulayarak dünyaya “hoşgörü” mesajları verirken, İhvân gibi aslında kendileriyle uyum içinde çalışmaya çok teşne, şiddeti üslup olarak benimsemeyen ve Arap sokaklarında itibarı da bulunan bir siyasî teşkîlatı boğazlamaya çalışıyorlar. İkinci garabet ise şu: Silahlı-silahsız Selefî yapılanmaların gözünde İhvân “İslâm’ın temel ilkeleri yerine demokratik teamüllere inanan, sahih istikametten sapmış bir hareket” iken, Suud-BAE-Mısır troykası aynı İhvân’ı “boğazına kadar şiddete batmış bir terör örgütü” olarak damgalıyor. Zavallı İhvân, kimsecikleri memnun edebilmiş değil.

1928’de Hasan el Bennâ ve arkadaşları tarafından kuruluşundan bu yana, aldığı sayısız darbelere, mensuplarının sürekli kovuşturmaya uğramasına, farklı ülkelerde devletlerin demir yumruğunu sürekli ensesinde hissetmesine rağmen, İhvân hâlâ Arap dünyasının en derli-toplu muhalefet hareketlerinden biri. Tarihî tecrübe, tepesine vurulmakla İhvân’ın dağıtılamadığını gösteriyor. Zira İhvân, tek başına bir siyasî örgütlenmeyi değil; halkların zihin dünyasında aynı zamanda bir mefkûreyi, -tatbikatta ortaya çıkan şeyler her türlü eleştiriye açık olmakla birlikte- Müslümanların siyasetteki iddialarını temsil ediyor. Bu açıdan, “İhvân yok olur mu?” sorusunun cevabı net: Yok olmaz. Belki isim değiştirir, şekil değiştirir, ancak yok olmaz.

Arap dünyasındaki her ülke, İhvân’a savaş açmayı tercih etmedi elbette. Askerî yönetimler genellikle İhvân’ın üzerine yürümüş olsa da, Ürdün Krallığı’nın uyguladığı yöntem, ilginç bir istisnayı oluşturuyor. Kral Hüseyin, 1971’de tarihe “Kara Eylül Olayları” adıyla geçen çatışmalı sürecin ardından ülkedeki Filistinli grupları diskalifiye ettikten sonra, İhvân kadrolarına geniş bir serbestlik tanıdı. Zaman zaman yaşanan karşılıklı gerilimlere rağmen, Ürdün İhvânı, ülkedeki nispî demokrasiden nasibini cömert bir biçimde aldı.

“Realiteyi görüp lehine çevirme politikası” olarak niteleyebileceğimiz bu durum, benzer şekilde Fas Krallığı’nda da tekrarlandı. “İhvân düşüncesi”nin bir uzantısı ve Mağrib şartlarına uyum sağlamış bir örneği olan Adalet ve Kalkınma Partisi, Fas’ta hâlen iktidarda. Son tahlilde karar verme yetkisi ve mutlak güç Kral Altıncı Muhammed’in elinde bulunmasına rağmen, “İslâmcı görünümlü” bir kabine işbaşında. Böylece, iki taraf da memnun: Monarşi ülkedeki en örgütlü muhalif hareketi bu şekilde zapturapt altına alırken, sisteme dâhil edilen Müslüman siyasetçiler de pratik yapma imkânı buluyor.

Bu örneklerin aksine Ortadoğu’nun merkez ülkelerinde İhvân’a uygulanan baskı ve kovuşturma politikalarının, orta ve uzun vadede iktidarların aleyhine neticeler vereceğini tarih bize söylüyor. “Siyasal İslâm’la savaş”, kazananı olmayan bir mücadele. Keşke, bu uğurda coğrafyayı ateşe veren iç ve dış odaklar, bu hakikati fark etseler…

#İhvân
3 yıl önce
İhvân yok olur mu?
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset