Beğenirsiniz, beğenmezsiniz ayrı. Türkiye’de bin yıllık devlet geleneği var. Uzun süreli mutlakıyet rejimleri ve en savruk dönemlerde bile böylesine günü birlik kararlar verilmedi, bu kadar ucuz maceraların peşinden gidilmedi, hiçbir şey tek kişinin iki dudağı arasında olmadı.

İÇERDE KUTUPLAŞMA VE İNTİKAM

AKP iktidarı ve Saray rejimi, içerideki ve dışarıdaki adımları ile sanki Türkiye’yi felaketin ortasında bırakmak için koşuyor. İç siyaset, kutuplaşma ve intikam üzerine inşaa ediliyor. Yargı; tutarsız, kuralsız, kinci. Hukuk kriteri yok. Osman Kavala’nın ‘Gezi’den tahliye edilip gökyüzünü göremeden ‘darbeden’ tutuklanması en yakın somut örnek.

Türkiye’de mesnetsiz ‘hain ilan etme’ dönemi, serbest bırakılanların henüz cezaevinden çıkarılmadan, başka bir dosya ve suç uydurarak tutuklanması ile sistematik işkenceye döndü. Örnekleri, 15 Temmuz sonrası yaşamaya başladık. Kavala’dan önce Atilla Taş, ‘avukatlar’, Eren Erdem ve Ahmet Altan’ın tahliye kararlarında gördük.

Yargı ne yazık ki artık kendisi ile de alay ediyor. Toplumun aidiyet, güven duygularını bitiriyor. Sürmesi, sürdürülebilmesi mümkün mü? Böyle pespayelik ne yakın tarihte ne de ‘o bin yıllık gelenek içinde’ görülmedi. Tarihin yazmadığı diğer konu ise dibin dibine çakılan dış politika!

DIŞARIDA TAKINTI

Siyasal İslamcı, akşam Avrasyacı yatıp sabah NATO’cu kalkıyor. Takıntılar, karar alma ve ‘kuyruk olma’ tavrını artık yıllara değil, aylara hatta haftalara göre bölüyor. Rusya’dan S-400 alıp birkaç ay içinde ABD’den Patroit istenebiliyor. Mahalle çocukları, aralarında bu kadar kolay bilye anlaşması yapmaz, yalpalamaz.

AKIL DIŞI

Gerçekleri çarpıtmak veya kapatmak adet halinde. Türkiye’de hiçbir iktidar, sözcüsü ya da medyası bu kadar pervasızlaşmamıştı. İdlib’de gerginliğin tırmanmasının ardından yaşamını yitiren asker sayısı 15’e yükseldi. Havuz medyası haberi küçük görürken resmi kaynaklar son saldırıda Rusya yerine, ‘Rejim’ dediği Suriye’yi işaret etti. Rusların hava sahasını açmadığı için yaralı askerlerin Hatay’a karayolu ile getirilmesinden söz eden olmadı.

MİLLİ MENFAATLERİ KORUMAK!

‘Büyük Türkiye’, ‘milli menfaatler’, ‘düşmanlarımız’ gibi kavramlar, anlaşılmaya muhtaç. İhvancılık, Neo Osmanlıcılık histerisi ile geçen 10 yıl ülkeye ne verdi? Milli menfaatler; oradan oraya savrulup, ondan ona taviz verilerek, halk açken silaha yatırım ve savaş arayışı ile mi korundu?

Değişen demografi, ülkede patlayan radikal İslamcı bombaları nasıl bir fayda sağladı? Geçen süre düşmanlarımızın kim olduğunu tanımlamamıza yetmese de dostlarımızı kesin olarak ortaya koydu.

AMAÇ NE?

Atılan adımlar, defalarca sağlaması yapılan “Erdoğan iktidarını, içerde ve dışarıda kaosla sürdürüyor” önermesini bile aşıyor, yetersiz bırakıyor. Çünkü ısrarlar, tekrarlanan hatalar, ders alınmayan felaketler hem çok büyük hem de başka alanlara yayılıyor.

İDLİB RADİKAL SEVGİSİ, LİBYA, ‘SATIŞ’

Suriye, üzerine Libya biniyor. Erdoğan Haziran ayında, Libya’ya silah temin edildiğini ifade etmişti. Bir ay sonra ise Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) Başkanlık Konseyi Başkanı Fayez Al Sarrac’ı İstanbul’da ağırladı. Bu görüşmenin hemen ardından Libya’ya yüklü miktarda savaş malzemesi gitti.

Rus medyasına göre Temmuz’dan Eylül’e kadar Humus, Misurata, Trablus ve Sirte limanlarına, içinde yaklaşık 10 bin ton ağır ve hafif silahlar ile mühimmat olan 360’ın üzerinde konteyner indirildi. Büyük bir gemide, ‘Türk yapımı İHA’lar’ ve 200’e yakın ‘kirpi’ denilen zırhlı araçlar vardı. Erdoğan 2 gün önce bir kez daha Al Sarrac ile görüştü!

İdlib radikal sevgisine, Libya, ‘satışa’ emsal. Gözü kör olmuş değil, gözü kararmış bir ‘rejim’ ile karşı karşıyayız. Hem içerde hem dışarda bir telaş var. Bataklık tanımı çok uygun bu yüzden. Debelenmek dibe batmak! Dibe batarken, hâlâ çamur banyosundan yararlanmaya çalışmak ise artık mantığın bittiğinin göstergesi.

Ya toplum, muhalefet, gazeteci… Hep birlikte Kırmızı Pazartesi’yi bekliyoruz işte…