Dünkü yazımızda zaten ceberut olan rejimin kendini başkanlık sistemi ile tahkim etmek istemesinin genel çerçevesini çizip başkanlık ısrarının içerisinde yaşanılan süreci doğu okumak veya diğer bir deyişle “dönemin ruhunu iyi kavramak” için çarpıcı veriler sunmaktadır demiş bırakmıştık. İş te o veriler!

 

       Verilerin en başında elbette emperyalist kapitalizmin on yıllardır neredeyse sürtünmesiz uyguladığı neoliberal birikim politikaları ve bu politikalar üzerinden serpilen emperyalist küreselleşmenin kapsamlı bir krizle sarsılmasını yazmalıyız. 

 

       Bu sarsıntı, hem onun yaratığı toplumsal yıkım üzerinden biriken patlama dinamiklerinin Ortadoğu gibi stratejik önemdeki bölgelerde dayandığı gerici diktatörlüklerin halk isyanlarıyla yıkılmalarına yansıdı. Hem de ortaya çıkan ve belirsizlikle karakterize olan yeni durum, bu yıllar içerisinde keskinleşen emperyalist-rekabet ve güç mücadelelerinin daha keskin bir şekilde yüzeye vurmasına neden oldu. 

 

       Özellikle enerji kaynaklarını ve dağıtım güzergâhlarını kapsayan bölgelerde yıllardır alttan alta süren rekabet, yaşanan krizlerle birlikte haritaların yeniden çizilmesine kadar varan sıçramalı bir nitelik kazandı. Yugoslavya ve Kafkasya, bu kapışmanın yaşandığı ilk alanlar oldu. 

 

       Ancak hayat kendi hükmünü yürüttü ve evdeki hesaplar çarşıya uymadı. Emperyalistlerin “kontrollü bir kaos süreci” olarak akmasını öngördükleri sürecin sık sık kontrol dışına  çıkarak “öngörülmeyen” ve “arzulanmayan” sonuçlar doğurduğu görüldü. Tunus, Mısır ya da Yemen gibi ülkelerdeki halk ayaklanmaları ile Esad rejiminin bu denli “dayanıklı” çıkması, öngörülemeyen bu “istenmedik” sonuçlardandı (ki hepsi bunlardan ibaret değil). 

 

      Ülkemiz uluslararası sermayeyle entegrasyonunu sağlamış egemenleri, zenginleri “bölge liderliği” hesapları yaptığı Ortadoğu’da iktidarın izlediği mezhepçi yanlış politikalar sonucu uğradığı konum kaybını telafi etmenin ihtiyacı ve arayışı içindedir. Dışa bağımlı ekonominin çarklarının dönebilmesi için yaşamsal önem taşıyan dış kaynak girişi ve yeni pazar ihtiyacının daha da yakıcılaştığı kriz koşullarında bu çıkmazın aşılması, ülkemiz egemenlerinin bütün kesimleri üzerinde birleştiği ortak bir talep özelliğini kazanmıştır. Bu sıkışmanın aşılması, içerde ve dışarıda saldırgan zorba politikaların izlenmesini adeta dayatmaktadır. 

 

     Baskı ve zülüm politikaları, her ülkenin tarihsel-toplumsal özellikleri yanında her tarihsel evrenin somut koşulları, en başta da sınıfsal güç dengelerinin somut durumuna göre şekillenir.

Bugün Türkiye’de hala Tayyip Erdoğan’ın “kişisel hırsı ve diktatörlük özlemlerinden kaynaklanan bir fantezi” olarak görülen “başkanlık sistemi” dayatmasının egemenler cephesinden kayda değer hiçbir tepkiyle karşılanmayışı yanında dün Cemaat’i bugün Doğan grubunu hedefe çakan saldırganlığın nedenleri bu arka plan ışığında düşünülürse taşlar yerine daha doğru oturtulur. 

 

        Türkiye’de gerek Haziran (Gezi) Direnişiyle dışa vuran toplumsal patlama dinamikleri gerek 6-8 Ekimde sokağa dökülen Kürt siyasal Hareketiyle gerekse son metal grevi fırtınasıyla dile gelen işçi sınıfı içindeki gerilim birikimi, ülke egemenlerinin böylesi tarihsel bir eşikte asla müsamaha gösteremeyeceği diğer önemli faktörü oluşturmaktadır. Bu dinamiklerin hem içten içe kaynaması (metal örneğinde olduğu gibi) hem de son seçimlerde HDP şahsında kendilerini derli toplu bir şekilde dile getirmeleri (elbette HDP’nin esas gücü örgütlü Kürt siyasal dinamiğidir ama bu dinamiğin Türkiye’de de kayda değer bir demokratik rüzgâr estirmesinin üzerinden atlanamaz) egemenlerin rıza üzerinden istikrar sağlamayı tercih ettiği dönemlerden farklı olarak bu dönemde kabul edilmez bir etkene dönüşmektedir.

 

       Peki, yükselen baskı, şiddet politikalarıyla ve “başkanlık sistemi” dayatmasıyla  nasıl başa çıkacağız? Bu sorumuz ada yanıtı yarın ki “İçinde Yaşanılan Süreci Doğru Okumak! (3)” başlıklı dizi yazımın son bölümünde ele alarak okurlarla paylaşacağım. Bu günden yazmam gereken ise “dert bizim, derman ise ellerimizdedir” diskurunu yazmaktan ibaret olsun.